Fazla söze gerek yok; Karin Karakaşlı, Yıldız Tilbe’yi anlatıyor.
KARİN KARAKAŞLI
Sözden önce ses vardı. Ses; yani fısıltı yani çığlık. Bu ikisine denk gelen bir de kadın vardı. Ezel ebed vardı. Geniş zamandı. Biz onu Yıldız Tilbe olarak bildik.
İlle de bir başlangıç gerekecekse rahminden kıvranarak söylediği ‘Delikanlım’dır. Hiç mi aşk şarkısı duymamıştık ya da hiç mi ‘harbi kadın’ yoktu ortalıkta? Ama o bir başkaydı işte. Vahşi doğaydı, doğal afetti ve şefkatti. Çok aşk, fazla sevgiydi.
Bu aşkın olma hali yıllar geçtikçe arttı. Müzik endüstrisinin içinde bir kadına dayatılan ne varsa, hepsini dinamitledi. Güzellik mi, bana göre dünya güzeli. Ama güzelin tarifi olan kalıpları yıkarak güzel oldu. Zaten ona bakarken gözünün içine düşersin. Gözdür sanki tekmil yüzü. Çok hüzünlü bakar, sonra dellenir, göz bebekleri döner durur kendi ekseninde. Bir an mutlu olur, isminin yıldızı kaçar gözüne. Kıyamazsın ona. Yıldız Tilbe’yi seven, ne dediğimi anlayacaktır. Onu esirgeyerek sevmek istersin. Pamuklara sarıp sarmalamak istersin. Öyle küçük bir kız çocuğudur kadınlığında.
Ve fakat aynı Yıldız Tilbe fırtınaya tek başına direnen inatçı, köklü bir ağaçtır. Kimseye müdana etmez. Yoluna bir başına koyulmaya alışıktır. Kendinden başkasının yıkamayacağı kadar darbe almıştır. Kırılganlığının altındaki kudret, insan denen yaratıktan iyi ve kötünün her türlüsünü beklemeyi bilişinden gelir.
Bu haliyle de şarkıcı, besteci, söz yazarı, yorumcu gibi tanımların çok fazlasıdır. Yıldız Tilbe çoğumuz için bir koordinattır. O kadar çok anımızın tanığıdır ki, hani çağırıp gece vakti, yatağın duvara yaslı bölümüne sırtını versin, bir yandan ay çekirdeği çitleyip demli çay içerken konuşalım isteriz. Hatta biz anlatmadan her şeyi bildiğini de biliriz. Bildiği için söylemiştir. Kahinelik etmiştir.
Eh, görünümü kafasına göre… Deli gibi boyanabilir de, rengârenk peruklar takabilir de, çıfıt çarşısı gibi takıp takıştırabilir de ya da üzerine bir çuval, heybe, pelerin geçirip sıfır makyajla dupduru durabilir de… Bir gün çırılçıplak da kalacak karşımızda bir canlı yayın ortasında. Demedi demeyin. Ruhunu soyunmuş karşımızda, tenin çıplaklığı ne ki. Dans desen, bir kendisinin duyduğu ritme kapılıp vecd haline geçişidir. Sizin estetik algılarınız, beğenileriniz, beklentileriniz vız gelir tırıs gider. O kendi ibadetindedir.
Bir vakit, sırça fanusuna kastettiler. Çünkü cadılara hep kastederler. Uyuşturucu operasyonunda göz altına alınmıştı. Dışarı çıkacak ve sırtlanların arasında kalacaktı. Flaşlar patladı, mikrofonlar uzatıldı. Bir an dondu kaldı. Sanki bir söz vardı, onu bulsa, dünya yeniden yörüngesine oturacaktı. Ama işte yoktu öyle bir söz. Bunu o an bildi, bildiği o anda da, bağıra bağıra ‘Delikanlım’ı söyledi. Bu ikinci ‘Delikanlım’, daha beter yer etti içime, derinime işledi.
O bize koordinatsa, hak edene de ayardır. Arazdır. Damarına basıldı mı bu kültürlü, entelektüel olma riyasını şamar gibi çarpar herkesin yüzüne. O ki, kalpten kalbe yol bulmuştur, kavramlara, attırmalara karnı toktur.
Hem Türkçenin en müthiş birkaç dizesi de onundur. Hele bir hatırlayalım.
“saçlarımın boynuna geçti ipek sicim
gömleğinin bir kolunu darağacı belledim
bir ucu sen
paslı makasın bir ucu
bendim
sığ yüzüne kapattığın saçlarımı
kestim”
O saçın kesildiğini görürsünüz. Dahası siz de kesmişsinizdir saçınızı böyle gömleğinde öldüğünüz birilerinden sebep. Korktuğumuzu o söyler. Deli kadın olur, günahları yüklenir, hakikati haykırır.
Twitter’da gecenin bir vakti nasıl da uykusuz olduğunu görürüz. İzin verir görmemize.
'Kendimden hiç hoşlanmıyorum bugün. Dün ve ondan önceki birkaç gün, yarın da böyle gözüküyor buradan... Pazartesi değişir her şey inşallah bende. Sahneleri bırakmayı düşünmek zorundayım. Yoruldum galiba çok... En azından deneyeceğim. Belki iyi gelir sahnesizlik” der. Kaçımız da görece rutin işlerimizin içerisinde ne çalkantılar, ne tepetaklak düşmeler yaşarız da en mutlu, en özgüvenli halimizle bir şeyler sayıklarız o sırada. Çünkü korkunu dile getirmekten daha cesaret isteyen bir şey yoktur dünyada. O, korkusunu korkar sonuna kadar.
Aynı cesaretle de seslenir bize. “Hadi bana soru sorun, zor olmasın. Cevap vermediklerim alınmasın. Her sorunun cevabı yoktur.” Bunun üzerine bir soru gelir: “Neden sizi hiçbir beyefendi ile göremiyoruz?” Cevap da gelir: “Hanfendi olamadığımdandır!”
İşte o hanfendi olamayışındandır ki, hiçbir düzene eyvallah etmez. Bir de İsmail Türüt’e nasıl eyvallah etmediğini kaydetmek isterim buraya:
Hatırlarsanız, Hrant Dink cinayeti sonrası Yasin Hayal, mahkeme önünde yazar Orhan Pamuk’u “Akıllı ol Akıllı” diye tehdit ederken, Samsun emniyeti Ogün Samast’la bayrak arka planlı, bol övgülü hatıra fotoğrafları çektirirken, İsmail Türüt de ‘Plan Yapmayın Plan’ adlı veciz türküsünü ortaya koymuştu. Şarkının ulvi güftesinden alınan feyzle, Samast’ın görüntüleri eşliğinde, internette video klipler dönmeye başlamıştı. Ama nasıl ilham alınmasındı ki… O sözler bir dönemin özetiydi: “Bölücülük borusu ötmez Karadeniz’de/Bırakın çan çalmayı Ermenici olmayı/Millet böyle dolmayı yutmaz Karadeniz’de/O gün öyle desinler bugün böyle desinler/Fatihalar Yasinler bitmez Karadeniz’de /Şerefini şanını ortaya kor canını/Hiç kimse vatanını satmaz Karadeniz’de/Vatan satsa bir kişi anında biter işi/Türk ve İslam güneşi batmaz Karadeniz’de”
Bu sözleri unutmak için epeyi çaba gerekti. Ama heyhat, tarihin tekerrürden ibaret olmasına yeminli bir coğrafyada hafızandan ne kadar kaçabilirsin? Nitekim İsmail Türüt bu kez de sesi, sözü insanın bütün hallerine adanmış, saf sevginin eyleyeni usta Neşet Ertaş için Kırşehir’de yapılan bir anmada karşımıza çıktı.
Bu nasıl hazin bir anmaysa Başbakan Erdoğan, aralarında Türüt’ün de bulunduğu isimlerle ‘Gönül Dağı’ türküsünü söylerken, sanatçının ticari, siyasi malzeme haline getirilmesinden rahatsızlık duyduğunu açıklayan Ertaş ailesi orada değildi. Bir insanı anmak, onun hatırasına eşlik edebilecek bir yolda, aynı istikamette yürümeyi gerektirir. Anma dediğin, sevdiğini bir ömür, yaşanan hayatın içinde yâd etmektir. Nitekim Neşet Ertaş’ın türküleri; aşıklara, ayrılmışlara, gurbettekilere, yalnızlara, gençlere, yaşlılara usulca eşlik eder. Bundan sebep, milyonlar onu kalbinde bilir, oradan dinler. Hatıraya taban tabana zıt noktada duranlar ise gönül zedeler. Zedelenmiş gönlüme derman yine bir güzelden geldi. Güzelimden… Yaftaların, prangaların, yalan dolanların bir saniye bile yanında duramadığı Yıldız Tilbe, olanca sahiciliği ve dobralığı ile kalktı İsmail Türüt’e türkülerin dilinden karşılık verdi. Türüt’ün programına katılan Yıldız Tilbe, o delişmen haliyle öyle türküleri harmanlayıp söyledi ki, Türüt’ün kalakalışı ve sonunda çaresiz eşlik etmeye davranması hafızalardan silinmedi. Caney Caney’i Kürtçe söyleyen, orkestra “Lorke Lorke' diye müdahale edecekken, tek el hareketiyle kestirip hop Sarı Gelin'e geçen ve İsmail Türüt’e Kürt-Ermeni-Alevi Bermuda Şeytan üçgeni yaşatan kombinasyonu Gönül Çalmazsan Aşkın Sazını ile noktalayan Tilbe, fena zamanlarımın kurtarıcı meleği oldu. Durabildim sayesinde.
Yeni kuşağın, farklı türlerin müzisyenleri onunla düet yapma yarışında. Çünkü o hançerenin sahiciliği hayat sağlaması. Türküleri yanık yanık söyleyen bu kadını Manga ile düetinde de büyülü kılan sır burada zaten. Ve o şarkının sözleri, isyanının ve duruşunun özeti gibi:
Hani biz mecazi aşkların buruk özlemiydik
Hani biz her gün ilk kez gibi sevişirdik
Şimdi sabahları neden bir tek kelime bile etmez olduk
Işıklar söndüğü zaman sırtımızı dönüp uyur olduk
İstersen ağla istersen bağır
Döndürebilsek bile zamanı geriye
Aşk bitmiş be aşk, pas tutmuş ağızlar
Yarınsız dünlerle nereye kadar
Aşksız ve Yıldızsız yaşayamayanlar kervanında, gözümün feri söner gibi olduğunda ona sığınırım. Şarkılarına hâlâ ağlayabilmek, saflığımı koruyabildiğime delalettir. Varsın enayi desinler, çıkar deliler gibi dans ederiz birlikte yedi düvele karşı. Biliriz ki bu dünya hiçbir zaman yörüngesine oturmayacak. Yıldızla birlikte zembereğinden boşalmaya talip oluruz. Hep ‘Delikanlım’ı söyleriz hayatın ortasında.