HDP’yi önümüzdeki dönemde zorlu sınavlar bekliyor. Partinin, memleket ahvalinin belki de can damarı olan Kürt meselesinin tam yüreğinde yer alması ise, bu sınavı tüm Türkiye’nin sınavı kılıyor.
FOTOĞRAF: AA / MURAT KULA
ROBER KOPTAŞ
rober.koptas@agos.com.tr
Bir grup gazeteciyle birlikte, HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın 9 Temmuz’da düzenlediği toplantıya katıldım. Demirtaş bu görüşmede, adaylık sürecinde CHP ile HDP arasında yaşananlar, cumhurbaşkanlığına aday olmasının ne anlama geldiği, ikinci turda Erdoğan’ı desteklemek gibi bir tutum içine girip girmeyecekleri konusunda açıklamalar yaptı.
Burada dile getirilen siyasi kulis niteliğindeki bilgileri bir kenara koyup, Demirtaş’ın çizdiği siyasi perspektifin, 10-24 Ağustos’taki Cumhurbaşkanlığı seçiminin çok daha ötesine taşacak bir vadede Türkiye için ne ifade ettiği üzerinde duracağım. Çünkü HDP, sadece Kürt sorunu bağlamında değil, genel olarak Türkiye siyasetinde de giderek daha kritik bir rol oynuyor.
Kürt siyaseti, bu rolün ve hareketin önünde açtığı imkânların farkında; on yılların deneyimine yaslanarak, statükoyu daha fazla dönüştürebileceği bir etkiye sahip olmaya çalışıyor. Bu çaba, Türkiye siyasetinde bugüne kadar pek görülmemiş ve yaşadığımız coğrafyada radikal sayılabilecek bir demokrat duruşa kapı aralıyor. Yaklaşık yüzde 6-7 oya sahip bir parti için hayli iddialı bir perspektif bu. İddianın büyüklüğü elbette ki önemli fırsatlar ima ediyor. Ama eğer fırsatların içi yeterince doldurulamazsa, bunların ayak bağına dönüşmesi de kolaylıkla söz konusu olabilir.
HDP’yi önümüzdeki dönemde önemli sınavlar bekliyor. Partinin sahip olduğu iç zaaflar ve gelecekte önüne çıkması muhtemel yeni sorunlar hesaba katıldığında, sınavın hayli zorlu olduğu anlaşılır. Partinin, memleket ahvalinin belki de can damarı olan Kürt meselesinin tam yüreğinde yer alması ise, bu sınavı tüm Türkiye’nin sınavı kılıyor.
HDP’nin, eşbaşkanı ve cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş, memleket politik arenasının belagati en güçlü siyasilerinden biri. İnsan hakları mücadelesinin içinden gelmiş bir hukukçu olarak, adaletsizlikleri ve bunların sistemik doğasını çok iyi biliyor. Bu yönüyle sorunların bam telini hızlı ve net bir şekilde yakalıyor. Zaten sandıkların nabzını iyi tutan bazı uzmanlar, Demirtaş’ın, bu yönleriyle, HDP’nin oy oranından daha yüksek bir teveccüh görebileceğine işaret ediyor. Ancak Demirtaş’ın, siyasi arenada daha derin ve dönüştürücü bir iz bırakabilmesi için, iyi bir hatip ve parti politikalarını iyi ifade eden bir sözcü, bir tür ‘yaratıcı teknokrat’ olmayı aşıp, sağlam temelli, iyi yapılandırılmış fikirleriyle o politikalara yön veren bir figüre dönüşmesi de gerekiyor. Tek adam kültünün sarsılmaz olduğu Kürt hareketinde böyle bir evrime ve bu şekilde öne çıkmaya izin verilip verilmeyeceği ise, özellikle Leyla Zana ve Osman Baydemir örneklerini hatırladığımızda, maalesef şüpheli.
Bugünün konjonktüründe, Demirtaş’ın adaylığıyla HDP, Türkiye çapındaki muhalefet boşluğunu doldurmak gibi devasa bir misyona talip olmuş gibi görünüyor. Demirtaş’ın gazetecilerle sohbetinde öne çıkardığı hususlar, vizyonunu asla cumhurbaşkanlığı seçimiyle sınırlamaması, kullanmaya gayret gösterdiği çatışmacı olmayan dil, onun, bu tutumu, uzun erimli bir mücadelenin gereği olarak benimsediğini gösteriyor.
Aslında HDP’nun bu tercihinin ardındaki gerçek basit ve anlaşılır: Türkiye’de, CHP’nin tarihsel hatalarından arınmamakta ısrar etmesinden, milliyetçi-ulusalcı-devletçi bir çizgiden kopamamasından kaynaklı bir ‘sol’ siyaset açığı var. Geçmişte ‘sol’ denince anladığımız sosyalistler, bu boşluğu doldurmaya aday olmak bir yana, giderek yok olma noktasına geldiğinden, kuruluşundan bu yana güçlü bir etnik vurgunun yanında, bugün artık arkaik kalmış türden sosyalist bir ideolojinin taşıyıcılığını da yapan Kürt siyasi hareketinin, çözüm sürecinin de sağlayacağı imkânlarla, bu role talip olmayı gözüne kestirdiği anlaşılıyor. HDP bu şekilde, aslında zımni olarak, hem AK Parti’yi hem de CHP’yi daha demokrat bir çizgiye zorlamak gibi önemli bir görevi de üstlenmiş oluyor.
Memlekette gerçek bir sosyal demokrat hareket eksikliği, onyıllardır dile getiriliyor; ancak bu eksiklik, bu topraklarda solun üzerinden silindir gibi geçen devlet şiddeti ve sol hareketin kendi hatalarından kaynaklanan nedenlerle bir türlü ete kemiğe bürünemiyor. HDP’nin bu role talip olması, Türkiye’de sol değerleri bünyesinde en çok barındıran kitlesel hareket olması hasebiyle çok anlaşılır. Ancak bu değerlere sahip olmak, otomatik olarak o boşluğu doldurmak anlamına gelmiyor. Bu yolda benimsenecek politikalar, bunların hangi söylemle dillendirileceği ve atılacak adımların halkın önemli bir kesimini ikna edip edemeyeceği, HDP’nin başarısının belirleyeni olacak.
Bu, öyle azımsanacak bir mücadele değil. Öncelikle HDP’nin, Kürt hareketinin daha önceki siyasi partilerinin taşıdığı etnik tondan mümkün mertebe arınmasını, melezleşmesini gerektiriyor ve ülke şartları düşünüldüğünde, bu, sadece HDP’ye bağlı bir gelişme de değil. HDP eğer büyümek istiyorsa, CHP’ye ve hatta AK Parti’ye oy veren kesimlerden, Alevilerden, Müslüman kimliğine sahip demokratlardan, Gezi’yle açığa çıkan beyaz yakalı muhalefet damarından oy almak zorunda; ancak mevcut kutuplaşma ortamı devam ettiği müddetçe, bu ihtimali zorlamak deveye hendek atlatmaktan zor.
Üstelik bir Abdullah Öcalan projesi olan HDP, başlangıcı itibarıyla, bizzat sinesinden çıktığı Kürt halkı nezdinde de soru işaretleriyle karşılandı. Kürt hareketinin Ortadoğu coğrafyasında bir aktör olarak görünür olduğu, kendini başarıya, kim bilir belki bağımsızlığa, belki dört Kürt coğrafyasının birleşmesine en yakın hissettiği bir dönemde gelen barış süreci ve ardından gelen ‘Türkiyelileşin’ buyruğu, Kürt siyasi tabanında, bilhassa son yılların şiddet ve kopuş ortamında ‘Kürdistani’ sıfatını giderek daha fazla telaffuz eden kesimlerde belirgin bir şüpheyle karşılandı. Böyle olduğu içindir ki, Demirtaş ve parti yönetimi, kendilerini memleketin batısına anlatabilmek gibi çetrefil bir meseleyle boğuşurken, aynı zamanda, Kürt tabanının da HDP’ye ve genel olarak ‘Türkiyelileşme’ projesine dair inançsızlığını tamir etmek zorunda.
Özetle; HDP’nin, çıktığı yolda başarıya ulaşmasının önünde zorlu engeller var: 30 yıl boyunca devam eden kanlı iç savaş; bu savaşın Kürt siyasetinde ve sosyolojisinde yarattığı güç ilişkileri; şu ana kadar ağır aksak da olsa kararlı bir şekilde ilerlediğine tanıklık ettiğimiz çözüm sürecinin şeffaflıktan uzaklığı ve nihayetinde Erdoğan ile Öcalan’ın iki dudağından çıkacak sözlere bağımlı olması; HDP’nin çatısı altında toplanan sol örgüt ve partilerin güçsüzlüğü, memleket siyasetinin şedit bir kutuplaşma ortamında yalpalamasının yarattığı bir dolu komplikasyon…
Demirtaş, basın toplantısında bu engellerle mücadele etmeye kararlı bir görüntü çizdi. Dileyelim ki HDP, bir Türkiye sol partisine dönüşme yolundaki çabalarında başarılı olur. Çünkü buna gerçekten ihtiyacımız var.