Hande Ertınas Çetinkaya, ‘doğası gereği tekinsiz bir müzik aleti’ olan thereminin dünyadaki sayılı icracılarından Cihan Gülbudak, nam-ı diğer Meczup ile theremini ve fazlasını konuştu.
HANDE ERTINAS ÇETİNKAYA
Theremin. Doğası gereği tekinsiz bir müzik aleti. Alıştıklarımızdan farklı beklentilerimize yeni bir seçenek ekleyecek kadar iddialı. Aslen kulaklarımızın aşina olduğu bir ses. Çünkü korku ve bilimkurgu filmlerinin vazgeçilmez enstrümanı. Sadece popüler kültüre aktığı kaynaklardan dolayı değil, icracısı ile kurduğu bağ pek enteresan: “Seni görebiliyorum, seni duyabiliyorum ama sana dokunamıyorum! Seni dokunmadan hissetmek, dokunamamaların en güzeli.”
Müzik tarihindeki ilk elektronik müzik aleti, yaratıcısı Rus mucid Lev Sergeivitch Theremin. Dokunmadan çalınan bir müzik aleti olan Theremin, üzerindeki elektrodlara ellerinizi yakınlaştırarak, uzaklaştırarak, çeşitli parmak hareketleriyle bedeninizin o anki duruşunu değiştirerek sesi de değiştirmeyi mümkün kılabileceğiniz, sizi sihirbaz kendisini büyülü kılan kutucuk ve iki tarafında incecik nikel kaplamalı antenleri.
Cihan Gülbudak, yani ‘Meczup’, Türkiye’nin ve dünyanın sayılı theremin çalan müzisyenlerinden biri. Benim yolum, kendisi ile projesinin adı sayesinde buluştu: Mezcup. Sizin yolunuz henüz kesişmedi ise acele edin. Bu deneyim, yoksun kalmak istemeyeceğiniz kadar ‘size dair’ olabilir.
Cihan, aslen Fatsalı. Son 10 senesi kendi tabiri ile Beşiktaş, Beyoğlu, Şişli ve son olarak da Kadıköy'de geçmiş. Kadıköy (İstanbul) – Villa Pueyrredón (Buenos Aires) arasını elektronik iletişim ile kısaltıp, Theremin gibi türünün ilk örneği olan elektronik bir müzik aletini çalan Cihan ile Meczup üzerine ve lafın gittiği yere doğru söyleştik.
-
Bodoslama olacak ama ‘Ne olacak bu memleketin hali Meczup?’ Nuri Bilge Ceylan’nın Altın Palmiye’yi kazanması haberi ile insanlar gülümsemeye başladıklarını yazıyor, an itibari ile çeşitli. Aylardan sonra mutluluk...
Üzerine kurulduğumuz topraklar, ne yazık ki, tarihinin pek az dönemi siyasi velvelelerden uzak dönemler yaşamış. Bin yıl evvel de böyleydi. Din, milliyet ya da başka aidiyet hislerinin sömürü ve provakasyon malzemesi olarak kullanılmasına hiç yabancı bir coğrafyada değiliz. Ve Cumhuriyet ile birlikte ortaya konulan toplum mühendisliği, Anadolu'nun genlerindeki hastalığa hastalık katarak, her yirmi ya da otuz yılda bir sosyal çılgınlık krizleri eşliğinde süpernovamızı patlatıp bir sonrakine hazırlıyor bizleri. Büyük ihtimalle önümüzdeki süreç aynı döngüye gebe. Bu siyasi örgüt çökecek ve biz rahat nefes aldık sanırken, çok daha beteri gelecek. Zaten demokrasi ve modern siyaset budur: Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek.
-
Meczup kimdir ile devam edelim? Nasıl başladı bu proje? Hangi tarihte? Tek başına mı?
Meczup, 2006 yılında, o vakte kadar kaydettiğim sokak ve çeşitli gürültülerle yaptığım ses kolajları olarak hayat bulmuş bir projeydi. Enstrüman çalmayı çok istedim, çok da denedim, ancak benim de sonradan varlığını öğrendiğim bir hastalık “dokunmama” engel oluyordu. Pek çok enstrüman, tellerinde ya da cilalarında nikel ya da krom veya bunların alaşımını barındırıyor. Bu maddelere alerjim olduğu için bir enstrümanı ustalaşacak kadar etüt edemedim. Uzun süren temaslarda cildim su topluyor, kaşınıyor ya da tehlikeli biçimde kızarıyordu. Bu yüzden, uzun zaman sadece ses kaydettim. Daha sonra bu seslerin formunu bozarak müzik yapma yoluna gittim. Hayatımda müzikle ilgim sadece bu olacak sanırken theremini keşfettim ve sonrasında theremin hayatımın yarısı oldu. Ve sanırım uyumsuz bir tip sayıldığımdan hep tek kişilik bir proje oldu Meczup.
-
Hangi sesleri, neleri kaydediyordun mesela?
Örneğin “Keratincosmos” adlı albümümde tek enstrümanım tırnak makası ve tırnaklarımdı. Çok basit ve bazen mide alt üst eden günlük bir eylemden elde ettiğim “çıt” ya da “pıt” seslerini deforme ederek, harmonikleriyle oynayarak, sanal rezonatörlerden ve zaman bazlı efektlerden geçirip organize ederek kırk beş dakikalık bir albüm elde ettim. Biraz garip bir fikir gibi görünüyor, ancak milyon dolarların döndüğü müzik piyasası için beton gibi bir eleştiri aynı zamanda. Bu albüm yurtdışında datası satılan ilk işim olmuştu. Kaset ve CD olarak Almanya ve Kanada'da yayınlandı. Bahsettiğim tırnak çıtpıtları albümün Intro isimli ilk parçasında. Geri kalan bütün parçalar o çıt pıtlardan yapıldı. (Albümü dinlemek için tıklayınız)
-
Endüstrileşen müzik piyasası hakkında söylediklerine katılmamak mümkün değil. Tıpkı Brezilya’da çok yakın zamanda yapılacak olan dünya futbol kupası gibi. Futbol sadece bir ‘oyun’ olma özelliğini kaybedeli çok uzun zaman oldu. Brazilya’da düzenlenen muhalif gösteriler bunun kanıtı. Senin müziğinde uyumsuzluk bana yaratıcılık ile eş gibi geliyor. Peki, bu derece önem verdiğin, hayatımın yarısı dediğin müzikal yolculuğunda, konserlerini neden bitirme kararı aldın? 4 Mayıs 2014 konserinin tanıtımında ‘Bu akşam Meczup'u son kez sahnede göreceksiniz’ demiştin? Konser vermeyen müzisyen olur mu?
Thereminle geçtiğimiz 6 yıl içinde yüzden fazla etkinlikte çalmışımdır. Bu etkinliklerin tümünden kazandığım para ile bir yeni theremin alamam. Yanlış anlaşılmasın para düşkünü biri değilim. Hiç de maddi durumu iyi olan bir ailem yok ve geçtiğimiz birkaç yılı Tarlabaşı'nda bir viranede geçirdim. Buna rağmen öncelik asla para değil. Sıkıntım insanların ilgisizliği. Bir iki kişinin geldiği etkinlikler manevi olarak doyurmadı beni. Yaptığımın depresif ve hatta iç paralayan bir müzik olduğu kesin, ancak dünya da pek eğlenceli bir yer değil artık. Sanırım insanlar bu kadar iç karartıcı bir dönemde, müziği kaçış olarak kullanıyorlar ve benim yaptığım kendiyle hesaplaşma müziğine tahammülleri yok.
-
O zaman belirsiz bir zamana kadar konserleri askıya aldığını varsayıyorum ben. Diğer türlüsü, henüz seni canlı canlı izlemeyen bizler için hiç güzel olmaz :) Memlekette durum bu iken yurtdışından tepkiler nasıl? Sana ulaşan, iletişime geçen, seni dinlediğini söyleyenler var mı? Bunu merak ediyorum, çünkü çaldığın alet çok özel. Dünyada da icracıları çok az. Bu nedenle çok kıymetli :)
Meczup: Zaten kitlem daha çok yurt dışında. Kanada ve ABD’dekiler çok çok ilgili. Bu öylesine bir ilgi değil, çünkü oradaki insanlar ne yaptığımı anlamaya çalışıyorlar. Meczup'la yaptığım şey sadece theremin çalmak değil. Loop pedalları kullanarak sanki bir thereminist yetmiyormuş gibi aynı anda dörde, beşe çıkartabiliyorum theremin sesini. Az bulunan bir enstrümanın daha az bulunan icrasını yapıyorum aslında. Dünyada iki kişiyiz bu yolla müzik yapan. Bir diğeri Pamelia Kurstin. Theremini, ilk olarak onun çaldığı bir videoda görmüştüm. Sonra bir theremin edindim ve daha sonra da onunla sahne bile aldım. Türkiye'de thereministler var, ancak melodik bir yol izlemiyorlar, daha çok thereminden çıkan sesleri efekt olarak kullanıyorlar.
(Röportajı yaptığımız sırada, 2012 Ağustos ayında Şili’nin Santiago şehrinde düzenlenen Theremin Buluşması’nın linkini gönderince cevabı şöyle oluyor; biliyorum hepsini, melodik icra yapabilen 200 thereminist ancak var dünyada ve iletişim halindeyiz çoğunlukla.)
-
Konserlerin şimdilik bittiğini onayladın, peki atölyeler devam edecek mi? Theremin çalmak isteyen birisi Türkiye’de kimden, nasıl öğrenebilir? Bildiğim kadarı ile pahalı bir alet ayrıca?
Konserler ve bütün etkinlikler bitti. Bugüne kadar çok soruşturan oldu ancak, ders alan olmadı. Sadece bir dönem otizmli çocukların tedavilerinde terapi olarak onlarla birlikte çaldım, o kadar. Eğer tekrar bu tip bir hayır işi gündemde olursa, ancak o zaman kuracağım theremini.
-
Peki, ‘yeni başlayanlar için theremin’ desem, kimleri dinleyebiliriz? Sen kimleri takip ediyorsun?
Benim fikrime bağlı kalmamalarını tavsiye ederim yeni başlayanların, zira ben drone-dark ambient gibi fazlasıyla yeraltı türler için kullanıyorum thereminimi. Az evvel söylediğim gibi, çok az icracı var ve 200 kişi ile sınırlandırdım. Eğer süzgeç tam olarak bende olsa, bu 200 thereministten sadece 10 tanesi dinlenebilir bile derim. Bunların başında Armen Ra, Pamelia Kurstin, Dorit Chrysler ve tabii ki Clara Rockmore gelir.
-
Meczup adı nereden geliyor? Bana uzun zaman önce bir dost meclisinde, Sıtkıye adında deli dolu bir Antakyalı dostum bu lakabı uygun görmüştü. O gün bugündür Meczub kaldı adım. Senin hikayen nasıl?
Yaptığım müzikle ilintili buluyorum bu adı. Çıkarttığım sesleri ifade etmek için bemoller, diyezler yetmiyor. Makamsal olduğu da tam olarak söylenemez, çünkü makam dizilerine uymuyor. Bu bir yere ait olamama ve hep daha denenmemiş seslere ve bunların uyumuna yönelik gelişen arama güdüsünü, tasavvufta karşılaştığımız Allah'a duyulan aşk ve onun aramak ile ilişkilendiriyorum hep. Bu yüzden Meczup'um.
Peki sokaklarda çalmaya devam ediyor musun?
Etmiyorum, çünkü metrodan kovulmuştum. Belediye adına metroyu yürüten İstanbul Ulaşım A.Ş. yetkilerinin bana söylediği, yolcuların psikolojisini olumsuz etkilediğim gerekçesiyle artık metroda çalmama izin veremeyecekleriydi. Oysa beni bu saçma gerekçeyle kovmalarından tam bir hafta sonra Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde, şizofreni hastaların haftalık müzikli terapi saatlerinde çalmaya başladım. Bizim ülkemizde sokak müzisyenliği de değişik bir yol yordamı olan mevzu. Zira ben, dilim damağım kuruyana kadar theremin anlattım tekrar tekrar metro ve sokak müzisyenliğim zamanlarında. Yani dedim ya thereminist az diye... Dünyada metroların pek azından birinde, belki de sadece İstanbul metrosunda theremin çalındı sayemde. Bununla övünmek yerine beni kovdular. Şimdi bakıyorum, müzisyen olmayan ama enstrümanla dilencilik yapan insanlara kol kanat geriyorlar. Theremin çalıyorsun, inanmıyor. Kayıttan geliyor ses diyen var, ip var diyen var. Sonra denetiyorsun, bak böyle oluyor diye, hâlâ bi şüphe yaklaşan değişik tepkiler. Şu şüpheci tavrı kendilerine söylenen yalanlar alanında geliştirseler memleket şahane bir yer oluvermişti kırk yıl evvelden. Yani AVM girişlerinde kapının kendilerini görüp otomatik olarak açılışından şüphe duymuyorlar ya da sorgulamıyorlar ama aynı mekanizma müzik yapmak için kurgulanınca inanası gelmiyor vatandaşın ki, şu durum aslında ülkenin haline dair en kesin çıkarımı yapabileceğin bir ikilem.
-
Ürettiğin alanlar sadece müzik ile sınırlı değil ayrıca edebiyat ile de içli dışlısın. ‘Habis Kıssa’ desem mesela. Yazmaya devam ediyor musun hala?
Bundan 7-8 yıl evvel bir roman yazdım ben. MS 532 yılında geçiyor. Tarih ile fantastik kurgunun içiçe geçtiği bir romandı: Habis Kıssa. Yayınevi yayınevi dolandı ve nedense bir türlü başarı elde edemedi. En sonunda bir yayıncıya sordum, neyi başaramadım diye. Bana ‘Evlat’ dedi, ‘Sen bu ülkede, yerli yazarın yazdığı ama içinde bir tek yerli karakterin olmadığı bir roman biliyor musun?’ Gerçekten de roman MS 532 İstanbul’unda geçiyordu. İstanbul'un o dönemki mimari özelliklerinden tutun da, Bizans damak tadına, dönemin siyasi yapısından, gemi yapım tekniklerine kadar her şey vardı, içinde de bir tane Türk karakter yoktu... Bana çok anlamsız geliyor ama başarıya ulaşmış böyle bir roman gerçekten yok galiba. İnsan zaman geçince beğenmemeye başlıyor eski işlerini. Bu müzikte de böyle, yazıda da. Belki yeniden ele alırım Habis Kıssa'yı. Bakalım...
-
Peki, şu aralar nelerle uğraşıyorsun? Konserler bitti ama yeni çalışmalarını internetten paylaşmaya devam edecek misin?
Meczup: Konserler bitti ama Meczup bitmedi. Üretmek olmasa kafayı yerdim büyük ihtimalle. O yüzden devam... Meczup dışında epey politik bir punk-rock projem var: Barba. Başlangıçta bir bütün grupken, grup elemanlarının benim yazdığım sözleri ‘çok politik’, müziği ‘çok jilet’ bulması yüzünden tek kaldığım bir başka proje bu. Zorunlu askerliğe yönelik eleştirimden, Tarlabaşı'ndaki izlenimlerimden elde ettiğim gözlemlere kadar epey muhalif bir tavrı olan proje Barba.
Meczup ile müziğine dair konuşacak çok şey var lakin bize ayrılan sürenin sonuna geldik. Kendisi hâlâ İstanbul’da, lakin yakın zamanda memleketi Fatsa’ya dönüş planları yapıyor. Endüstriyel müziğe ve kulaklarımızın aşinalaştırıldığı seslere yürekli bir karşı duruş sergiliyor, her ne kadar halihazırda dinleyici kitlesi sınırlı gibi gözükse de. Belki de böylesi daha iyi...
Bugün kendize bir iyilik yapıp ‘Sworn Mother’ı dinleyerek güne başlasanıza. Sonrasında teşekkürler Meczup’a gitsin…
https://soundcloud.com/meczupt/meczup-sworn-mother
Dinleyecek olanlara ufak bir öneri: Açık veya kapalı gözle dinlenebilir. Dinleme süresince aklınızın karanlığından çıkış yolu bulup hissedebildiğiniz bütün duygular ise sizi bir sonraki parçayı dinlemeye yönlendirecek. Son konserinin tanıtım yazısında dediği gibi ‘karanlıktan değil kendimizden korkmayı öğreneceğiz.’
Demedi demeyin!