Özge Atasel, İngiltere’de 2004 yılında yayımlanmaya başlayan fakat 2011’de Amerikan versiyonu yayımlanmaya başlayınca ses getiren, orta sınıf ahlakıyla dalga geçerken sadece kendi belirlediği ölçülerde muhalif bir duruş sergileyen “Shameless” dizisini yazdı.
ÖZGE ATASEL
oatasel@gmail.com
Evin türlü yerlerinden fırlayan çocuklar, sarhoş olup başka eyaletlerden toplanan bir baba, manik depresif ve yıllarca eve uğramayan bir anne, geçimini hırsızlıkla ya da uyuşturucu satmakla kazanan bir mahalle, ve böyle bir şovun olmazsa olmazı, seyirciyi daha sıkı bağlama amaçlı bolca seks sahnesi sosu: Amerikan Rüyası’nı tersten okuyan dizi Shameless’a hoşgeldiniz!
İngiltere’de 2004 yılında yayımlanmaya başlayan Shameless, İngiliz komedilerinin kendine has seyirci kitlesinin darlığından olsa gerek 2011’de yayımlanmaya başlayan Amerikan versiyonu kadar ses getirmedi. İngiltere versiyonu kendi kemik seyircisini elinde tutsa da, bu yazının konusu olan Shameless, orta sınıf ahlakıyla dalga geçerken, ancak kendi istediği zaman ve kendi belirlediği ölçülerde muhalif bir duruş sergileyen Shameless...
Dizi, Amerika’da kenar mahalle diyebileceğimiz bir bölgede, sahibini öldü gibi gösterip tapusunu aldıkları bir evde yaşayan altı kardeşin “hayatta kalma” serüvenlerini anlatıyor esasında. İsminden de anlaşılacağı üzere türlü “utanmazlıklarla” dolu olan dizi, Amerikan Rüyası’nı sarsarken, orta sınıf ahlakının, dokunanın yandığı tabularını yıkıyor ve hayatta kalabilmenin o kadar da “temiz” bir şey olmadığını, olmaması gerektiğini, özellikle de ailenin “birliği ve bütünlüğünün” gerekliliği konusundaki hassas noktaları, sertçe dokunarak gösteriyor seyirciye. Sezon finalinde evin serseri babası Frank’in Tanrı’yla yaptığı konuşma, siyahi kardeşlerinin annesinin kim olduğunu sorgulamaya gerek görmemeleri, Big Mac yiyerek erotik filmler izleyen 10 yaşlarındaki obez yeğen gibi her bölümde karşımıza çıkan ve izleyiciyi “iyi ki böyle bir hayat yaşamıyorum”la “keşke böyle bir hayat yaşasam” arasında bırakan dizi, arada direkt Amerikan siyasetini hedef alan göndermeler de yapıyor. Aslında diziyle ilgili seyirciyi rahatsız eden noktalardan biri de buradaki yapaylık noktasındaki “kontrol”den ortaya çıkıyor. Genelde Amerikan hükümetinin sağlık ve göçmen politikalarına yapılan göndermeler, dizinin orta sınıf ahlakını sarsmaktaki cesurluğunun yanında çok daha kontrollü ve yapmış olmak için yapılmış gibi duruyor. Dolayısıyla da seyircide yarattığı o neredeyse kendini karakterlerle arkadaş sanma hissini bir anda yıkıyor ve bunun da en nihayetinde bir televizyon şovu olduğunu hatırlatıyor.
Başları beladan, hastalıklardan ve çeşitli talihsizliklerden kurtulmayan, aslında belanın kendisi olan Gallagher ailesi, Amerikan dizilerinde çok da alışık olmadığımız bir yol izleyip, inandırıldığımız pek çok şeyi tersine çevirirken, yarattığı o hüzünlü, sevinçli havayı, sığ kalan politik göndermeleriyle bozuyor, ve tekrar ayaklarımızı yere bastırıyor. Bize de dizi bittiğinde elimizde kalanı sormak kalıyor: orta sınıf ahlakını nasıl bilirdiniz?