Yavuz Demircan, Amerikan bağımsız sinemasının ünlü yönetmeni Jim Jarmusch’un son filmi Sadece Âşıklar Hayatta Kalır’ı yazdı.
YAVUZ DEMİRCAN
Amerikan bağımsız sinemasının en cool ve en nev-i şahsına münhasır yönetmeni kim diye soracak olursanız, hiç düşünmeden Jim Jarmusch derim. Jarmusch, bilindiği üzere 1980’li yıllarda çekmiş olduğu, artık kült mertebesinde yer alan ve Onur Ünlü’nün ‘Uzaylılara sinemayı tanıtacak olsam, bu filmi gösteririm’ dediği Cennetten de Garip filmiyle beynelmilel şöhrete kavuşmuş. Bu filmle, Amerikan bağımsız sinemasını da yeniden ilgi odağı yapmıştı. Farklı türlerde gezinmeyi çok seven ve hep orijinal işlerle karşımıza çıkan Jarmusch, geçtiğimiz aylarda vizyona giren Sadece Âşıklar Hayatta Kalır filmiyle bu sefer de vampir filmiyle karşımıza çıktı.
Jarmusch’un vampir filmi, elbette son yıllarda büyük ilgi gören vampir edebiyatı-filmleri gibi sulu romantizm içermiyor, daha derinlikli ve ayağı daha yere basan bir film. Bütün Jarmusch filmlerinde olduğu gibi, bu filmde de dikkat çeken taraf hikâyenin kendisi değil, karakterler. Kendisinin alamet-i farikası olan karakter yaratımındaki başarısı burada da kendini gösteriyor. Yüzyıllardır hayatta olan vampir sevgililer Adam (Tom Hiddleston) ve Eve (Tilda Swinton), modern hayatın yıkıcılığından, insanların aç gözlüklerinden bunaldıkları için kendilerini inzivaya çekerler. İnsanların kanlarını boyunlarından emmekten ziyade, önceden tedarik edilmiş kanla beslenen ve kültür sanatla çok ilgilenen vampirler bunlar. Adam, yüzünün bir kısmını kapatan saçı, duruşu ve coolluğuyla Kurt Cobain ve Jim Morrison’u andıran fiziksel imaja sahip. Bununla beraber besteleri çok ilgi gören, fakat kendisini ortaya çıkarmaktan imtina eden bir müzisyen. Bir grubu bile yok. Bestelediği parçaların bütün enstrümanlarını kendisi çalıyor. Sadece müzik değil, edebiyat ve bilim de Adam’ın ana ilgi odaklarından birisi. Fakat kendisi uzun zamandır derin bir varoluşsal krize girmiş. Zombiler olarak tanımladığı insanların yıkıcılığından, açgözlülüklerinden, değer bilmemezliklerinden çok sıkılmış. Bu buhran yüzünden aklının bir köşesinde ölüm var. Eve ise uzun süredir Fas’ın Tanca kentinde hayatına devam ediyor. Burada bilge vampir Marlowe’un (John Hurt) tedarik ettiği kaliteli kanla beslenmekte ve tıpkı Adam gibi kendisini edebiyat ve sanata adamış.
Jarmusch, bütün sinema hayatı boyunca, sistemi, insanların açgözlülüklerini alttan altta eleştirmiş bir yönetmen. Modern yaşamın getirisi olan arsız tüketim kültürünü, sürekli değişim halinde olan şehrin yaratmış olduğu tahribatı ve tarihe olan saygısızlığı bu filmde çok açık bir biçimde eleştirmiş. Özellikle eski binaların duvarlarına zevksiz bir şekilde yerleştirmiş kablolardan tutun, bilime ve sanata olan saygısızlığa varana kadar birçok konuda insanlara sert bir şekilde eleştirisini yapıyor. Adam’ın sürekli zombiler olarak tanımladığı insanlara karşı aldığı tutumu ise müzik ve edebiyata sımsıkı sarılmak oluyor.mJarmusch’un yine bütün filmlerinde karşılaştığımız edebiyat ve müzik dünyasına açık referanslar bu filmde de sıklıkla karşımıza çıkıyor. Mark Twain, Samuel Beckett, Edgar Allan Poe, Oscar Wilde gibi yazarların fotoğrafları, Adam’ın evinin duvarında asılı. Eve ise, Fas’tan Adam’ın evine gelirken çantasına kıyafetler yerine bavula özenle yerleştirdiği kitaplarıyla gelen bir vampir. Jarmusch’un vampirlerinin zombilerin istilasındaki dünyaya dayanmak için, Tezer Özlü’nün ‘Dünyaya dayanabilmek için yazıyorum’ sözünü hatırlatırcasına edebiyata, müziğe ihtiyaçları var. Böyle bakınca Adam ve Eve, çok elit bir yerde kodlansalar da, Jarmusch’un asıl söylemek istediği insanların değer bilmezlikleri ve yaşamlarını anlamsızlık üzerine kurmuş olmaları.
Böyle bir dünyada yaşamaktan bunalan Adam için kurtuluş Eve’in baskısıyla Fas’a Tacan’a dönmek olur. Beat kuşağı yazarların uğrak bölgesidir Tacan. Bu anlamda, bu iki bohem vampir için kurtuluş yerinin bu mistik kentin olması şaşırtıcı değil. Elbette zombiler, zamanla burayı da sevimsiz hale getirmek için ellerinden geleni yapmışlar. Muhteşem güzellikteki duvarlara sevimsiz kabloları yerleştirmişler. Fakat insanlık henüz tam olarak dibe vurmamıştır. Aralarında halen kendilerini kurtarabilenler vardır. Halen iyi müzik yapan birileri vardır mesela. Adam ve Eve’in şehirde gezerken kulaklarına işittikleri Yasemin Hamdan’ın müthiş bir şekilde yorumladığı Hal parçasıyla Adam tekrar yaşama döner. Bu parçayla sıkıntısını üzerinden bir an olsun atabilir. (Bu sahnenin de şehrin mistik atmosferine uygun bir şekilde hiptonize edici bir güzellikte çekildiğini söylemek gerekir.)
Jarmusch, bir taraftan dünyanın geldiği bu kaotik hale en sert eleştirilerini yaparken, diğer taraftan Eve’in her şeye kayıtsız olan ve giderek zombileşen kız kardeşi Ava üzerinden romantizmin bu dünyada artık bir karşılığının olmadığını, Eve ile Adam’ın bu dünyada demode kaldıklarını da söylüyor. Özellikle Ava’nın gençliğinin vermiş olduğu fütursuzlukla ve enerjiyle Adam’ın bütün sınırlarını ihlal etmesi, vampirler arasında da kuşak çatışması yaratıyor. Bununla film, her ne kadar bu yıkıcılığa dayanabilmek için kitaplara, müziklere sığınmamız gerektiğini söylese de, insan ruhunu kurtarabilecek tek şeyin aşk olduğunu söylüyor. Netice de modern hayatın yıkıcılığı karşısında halen elimizde bir tek aşk var, iyi ki de var...