Kafası Karışık Bir Veganın Soruları

Kafası karışık bir vegan olan Mustafa Canpolat, veganizm hakkındaki soruları sesli dile getiriyor.

MUSTAFA CANPOLAT

Yüksek sesle düşünüyorum şu an, yanlış anlaşılmasın… Uzun zaman önce, 12-14 yaşlarımdayken, televizyonda, çok iyi hatırlıyorum, Reha Muhtar’ın sunduğu ana haber bülteninde fok balıklarının dipçiklerle (?) öldürüldüğü haberi izlerken et yememe kararı almıştım. O an tavuk eti yemekteydim. Zaman zaman, annemin ısrarlarıyla et yemeye devam ettim. Zaman zaman, “hayvanın şeklini görmedikçe’” et yemek “vicdanımı” rahatsız etmedi. Bazen rahatsız etti, bazense etmedi. Gelgitler yaşadım. Zihnime hükmeden düşünceler derinleşince, aslında hayvanların sadece etinin değil, sütünün, yumurtasının, derisinin, tüyünün, vs. kullanılmaması gerektiği fikrine de vardım.

Sonraları buna veganizm dendiğini öğrendim. Sonra araştırmaya başladım nedir, ne değildir diye. Zihnimde bir sürü soru işareti belirmeye başladı. Şimdi soruyorum:

Veganların etik duruşu “sadece’’ hayvanlarla mı ilişkilidir-değil midir? Veganlar, hayvanların “sahip oldukları özgürlüğün’’ onlara geri verilmesi gerektiğini savunur mu, savunmaz mı? Bazı hayvanların özgürlüğünü savunmak (sirklerde, spor aktivitelerinde hayvanların kullanılmasına, öldürülmesine, etinden, sütünden, yumurtasından, derisinden faydalanılmasına, vs. karşı olmak), bazı hayvanların kısırlaştırılmasına, bazı hayvanlara taşma takip bazılarının evlere hapsedilmesine göz yummakla, bazı kök bitkileri, sebzeleri (havuç, turp, vs.), çekirdeklileri (salatalık, domates, vs.) tüketerek yeni canlıların üremesini imkânsız kılmakla, B12 vitamin haplarını (B12 vitamin haplarının kaynağı bakterilerdir; bakteriler tek hücreli mikroorganizma grubudur, yani canlı varlıklar’dir) kullanmakla çelişir mi, çelişmez mi?

Yani şimdi diyorum ki, e ne yani, ölelim mi? B12 vitaminini, bazı kök bitkileri, sebzeleri, çekirdeklileri de tüketelim artık yani, ne var bunda diyor muyuz? Diyecek miyiz? Niye diyoruz?

Şimdi diyorum ki, tamam, doğal ortamda yaşamıyoruz, dolayısıyla doğalmış gibi gösterilmeye çalışılan ‘’hayvan tüketimi’’ne karşı olalım, demek oluyor ki-olmuyor mu ki bu, doğal ortamda yaşarsak buna karşı olmayacağız?

Yani şimdi diyorum ki, amaç canlıları korumak, onlara sahip oldukları özgürlüğü geri vermekse, neden peki kolumuza konan sivrisineğe beş parmağı acımadan indiririz? Neden balını kulllanmamamız gerektiğini düşündüğümüz arıları sineklikle yerle bir ederiz? Neden kömürlüğümüzdeki akrebi içimiz cız etmeden tost gibi ezeriz?

Şimdi diyorum ki, bize zararı dokunan hayvanı (sivrisineği, akrebi, yılanı, vs.) öldürmek kendimizi korumak güdüsünden mi kaynaklanır ya da kaynaklanmaz mı? Zararlı-zararsız hayvan ayrımı yaparak kendimizi koruma altına mı almış oluyoruz? Yoksa olmaz mıyız? Yani bu durumda önceliği kendimize tanımış olmuyor muyuz? Kendimiz egomuz müdür değil midir?

Yani şimdi diyorum ki, sivrisineği, arıyı, akrebi fıstık ezmesi misali ezmemiz, kendimizi onlardan korumak istememizin yanı sıra, onlarla hiçbir duygusal bağımızın olmamasıyla ve onları kendimizle özdeşleştirmememizle de bağlantılıdır ya da değil midir? Kendimizle ‘özdeşleştirmemiz’den kastım, “insanî” vasıflarımızın karşılığını bulduğumuz canlılarla kendimiz arasında bir bağ kurmaktır; bu yüzdendir ki, “insanî’’ davranışlar gösteren canlıya meselâ “zeki’’ deriz (deriz değil mi?). Bunu diyerek canlılarla aramızdaki fark-benzerlik ilişkisini pekiştirmiş olmuyor muyuz? Bu fark-benzerlik ilişkisini pekiştirmek egomuzla ilişkili değil midir?

Şimdi diyorum ki, B12 vitamininin kaynağı olan o tek hücreli canlıyı göremememiz, duyamamamız, işitemememiz, koklayamamamız ve dokunamamamız nedeniyle midir onunla hiçbir duygusal bağımızın olmayışı? Onunla hiçbir duygusal bağımızın olmayışı, onun kimyasal ortamlarda minik haplar içine hapsedilişine göz yummamızdan mı ileri gelir? Onunla hiçbir duygusal bağımızın olmayışı, onu kendimizle özdeşleştimememizle bağlantı olabilir mi?

Hayvan özgürlüğünü, sadece kendimizle özdeşleştirdiğimiz hayvanlara “hak tanımamız’’ bir çelişkili değil midir? “Bazı’’ hayvanlara olan “acıma/merhamet’’ duygumuzun kökeninde egomuz rol oynuyor. Yani acıma/merhamet duygusu hissetmemiz-hissetmek istememiz-hissetmek gerektiğini düşünmemiz-bunu beklememiz ego tatminidir... İçindir (midir) değil mi?

“Acıyarak/merhamet ederek’’ psikososyal sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmanın verdiği rahatlıkla-huzur verici hisle egomuzu tatmin etmiş oluyoruz. İstediğimiz her şeyi kolaylıkla bulabildiğimiz marketlerle çevrili olmamız ve “bundan faydalanabilme olanağımızın olması’’, istediğimiz şekilde beslenmek istemek lüksümüz’ün nedenidir. Değil midir?

Bırakın uzak Afrika’nın çorak çöllerinde açlık çeken biri olmayı, istediğimiz her şeyi kolaylıkla bulabildiğimiz marketlerle çevrili bir yerde doğru dürüst yiyecek bulamayan biriyken, yok ben et yemem, süt içmem demek lüksü gösterir miyiz? Dolayısıyla veganizmi yaşamak belirli bir lüksü gerektirir-gerektirmez mi? Lüks, ego tatminidir midir, yoksa değil midir?

Veganizm adı altında, kâr amaçlı yeni bir endüstriyel market mi cazip hale getirilmeye çalışılıyor? B12 vitamin haplarının tüketilmesi yönündeki “ısrarlı tavsiyeler” meselâ, ilaç endüstrisinin bir oyunu olabilir mi? Olamaz diyeniniz var mı?

Kafam çok karışık...
 

Kategoriler

Şapgir