Evrim Kaya, TRT’de yayımlanmaya başlayan, edebiyatla uğraşan yedi arkadaşın; Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Ali Kutlay, Akif İnan, Alaaddin ve Rasim Özdenören kardeşlerin hikâyesini anlatan “Yedi Güzel Adam” dizisini yazdı.
EVRİM KAYA
evrimrkaya@gmail.com
Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.
Yukarıdaki dizeler, TRT’nin henüz üç bölümü yayınlanan dizisi ‘Yedi Güzel Adam’ın başkarakteri Adil Erdem Bayazıt’a ait. DNS ayarlarınız müsaade ediyorsa YouTube’da karşınıza çıkacak kayıtlarından birinde de, şiir sevgisiyle bilinen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan okuyor. Erdoğan’ın 1999 yılında çıkardığı ‘Bu Şarkı Burada Bitmez’ adlı şiir albümü için okuduğu sekiz şiirden biri... Albümde Erdem Bayazıt’tan iki şiirin yanı sıra, Bayazıt’ın ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ustası Necip Fazıl’dan, İbrahim Sadri’den şiirler yer alıyor. Başbakan’ın Kahramanmaraş Lisesi’nde okuyup, buraya öğretmen olarak dönen Bayazıt’a olan sevgisi çoktandır biliniyordu. TRT’nin iddialı bir kampanya ile sunduğu ‘Yedi Güzel Adam’ da hükümet cenahınca ilgisiz bırakılmadı. Kahramanmaraş’ta yapılan galaya protokol katılımı güçlüydü: Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker ilk göze çarpan isimler oldu.
İki güzel adam
Çünkü şarkı sahiden orada bitmemişti. Galada, “devletin manevi varlığını oluşturan kültürdür” şeklinde konuşan bakan Çelik, dizinin merkezinde yer alan ‘yedi güzel adam’ için “bu insanlar zarafet ve sabırla Türkiye için bir gelecek inşa etmeye çalıştı” diye ekliyordu. Başbakan Yardımcısı Atalay sözü Cumhurbaşkanlığı seçimlerine getirerek iki ihtimali telaffuz etti: “Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül... İşte Türkiye’nin geldiği nokta... Teşekkür ediyoruz onları yetiştirenlere, yedi güzel adamlara, bütün üstatlara, bütün emeği geçenlere. İkisi birbirinden güzel, iki güzel adam da orada...”
Bu ‘iki güzel adam’, tıpkı Bayazıt gibi üstat Necip Fazıl’ın öğrencileriydiler. Atalay, Cumhurbaşkanı Gül’ün üstada hizmetlerini anarken, Başbakan’la ilk tanışmasının da Cağaloğlu’ndaki Milli Türk Talebe Birliği’nde Necip Fazıl için yapılan sanat jübilesinde okuduğu “Zindandan Mehmet’e” şiiri ile olduğunu anlattı.
Hal böyle olunca diziye verilen tepkiler AKP iktidarına verilen tepkilerden bağımsız olamazdı. Radikal’de Tayfun Atay ‘Bir İktidar Projesi’ başlığını atarken, bir kaç gün sonra çıkan Yeni Şafak ‘Bir Türkiye Hikâyesi’ demeyi tercih edecekti. Aynı gazetedeki köşesinde Abdullah Şanlıdağ “Bir kez daha gördüm ki, şu anda Türkiye’yi yönetmekte olan seçkinler zümresi 7 güzel adamdan hisse kapmış ve o damardan beslenmiştir”, diye yazacak ve Özal zamanı başörtüsünün serbest kılınması yönünde çaba sarf edip sonuç alamayan Bayazıt’ın bugün mecliste olan, AKP’li ve başörtülü kızını hatırlatacaktı.
Yeni bir nesil yaratmak
Adını Türk şiirinin en ayrıksı şairlerinden biri olan ve dizide de başkarakterlerden biri olarak konu edilen Cahit Zarifoğlu’nun bir şiirinden alan ‘Yedi Güzel Adam’, edebiyatla uğraşan yedi arkadaşın; Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Ali Kutlay, Akif İnan, Alaaddin ve Rasim Özdenören kardeşlerin hikâyesini, henüz Kahramanmaraş Lisesi’nde okudukları 1958 yılı ile Bayazıt’ın aynı liseye edebiyat öğretmeni olarak atandığı 1974 yılı arasında git-gellerle anlatıyor. Pek çoğu hem Türkiye’deki İslamcı gelenek, hem de bu İslamcı gelenekle bağları, kurulduğu günden beri tartışılagelen Adalet ve Kalkınma Partisi için şöyle veya böyle bir anlam ifade eden bu isimlere bir başka isim eşlik ediyor: üstadın ta kendisi. 1974 yılındaki Necip Fazıl, Kenan Bal tarafından canlandırılıyor ve bu yedi genç adam için hayranlıkla bağlı oldukları, özel hayatları da dahil olmak üzere her konuda sözünü dinledikleri bir ‘büyük usta’ rolünü üstleniyor. Şüphe yok ki Necip Fazıl’ın, etrafında toplanan bu gençlerde gördüğü bir yeni nesil vardı. 1964’de, 1943’ten beri çıkarmakta olduğu Büyük Doğu’da şöyle yazmıştı: “Yeni ruh gelmeli ki, yeni nesil gelsin! Onu bekliyoruz! O gelince de, bu, arada sıkışmış talihsiz nesil, bedbaht bir tecrübenin kavruk örnekleri hâlinde, ‘emrâz-ı içtimaiye’ (toplumsal hastalıklar) müzelerine kaldırılacaktır.”
Zarifoğlu’nun şiirde sözünü ettiği ‘yedi güzel adamdan’ olduğu rivayet edilen, ancak dizide henüz arz-ı endam etmemiş olan bir başka Kahramanmaraşlı, İslamcı şair Sezai Karakoç yıllar sonra beklenen neslin gelmiş olduğunu müjdeleyecekti: “Büyük Doğu yepyeni bir nesil yetiştirdi. Hâttâ birçok kimseler onun ne kadar tesirinde olduğunun farkında bile değillerdir. Ama İslam idealini güden kaç kişi ve organ varsa, az veya çok, Büyük Doğu’nun tesirinde kalmıştır.”
Necip Fazıl’ın beklediği nesil gelmiş midir, yoksa AKP kendisi de çelişkilerle dolu bir ömür geçirmiş üstadı bile kızdıracak yaman çelişkilerde midir bilemeyeceğiz. Ama Kemalistlere ve onların Aydınlanmacı atalarına yakıştırılan toplum mühendisliği sırası Şanlıdağ’ın sözünü ettiği ‘seçkinler zümresine’ geldi. Onlar da beklenen yeni nesli yaratmaya, o neslin mitolojisini yaratmakla başlamış gibi görünüyorlar. Buna da aslında karşı köyün yapmasına alışkın olduğumuz üzere kurmaca ‘bir adam yaratarak’ başlıyorlar. Potinleri parlak, tıraşları sinekkaydı, gömlekleri sakız gibi beyaz bu yedi yakışıklı delikanlı, icraatlarına alt sınıflardaki çocuklar üşümesin diye okulun duvarlarını siyah ziftle boyamakla başlıyor. Böylece okulun adı ‘Kara Lise’ kalıyor ve müthiş bir tersine çevirmeyle karaya boyamak aydınlığın sembolü oluyor. Genç öğretmen Bayazıt, fazla karikatürize baş düşmanına “Karanlığı aydınlatmak bizim işimiz değil mi hocam?” diye soruyor bir gün. Güzel ve (Müslüman ve dahi Cahit Zarifoğlu’na yanık) meslektaşına aşık olan CeHaPe’li Kenan belli ki öyle düşünmüyor. Bayazıt öğretmen olarak okula döndüğünde ‘Ölü Ozanlar Derneği’nden ‘Sakıncalı Düşünceler’e en bildik ideal öğretmen filmlerinden alınma bir manzarayla karşı kaşıya kalıyor ve hemen, o filmlerdeki gibi, problem çocukları kendine hayran ederek iyi edeceğinin, elini attığı dalı yeşerteceğinin işaretini veriyor. Bu filmlere/romanlara “Vurun Kahpeye” eklenebilir ya, bu arada değişen bir şeyi atlamayalım: Cumhuriyetin mitolojisini kurduğu anlatılarda alışkın olduğumuz imam-öğretmen, yobaz-aydın ikiliği kırılıyor. Öğretmen imamın, imam öğretmenin tarafına geçiyor. (Yalnız karşı taraf ilk bölümlerde biraz geçiştiriliyor, kendini ancak sembolik bir darağacında hissettiriyor.) Sonuçta, kendi mitolojisini yaratan yeni resmi söylem, çatıyı aynen koruyor ama tuğlaları değiştiriyor.
Genç, şair, dindar
Bu yeni resmi söylemin kendi köklerini, geçmişini bulduğu ve oradan geleceğini kurmaya çalıştığı yer incelemeye değer. Söz gelimi ‘yedi güzel adam’, Zarifoğlu’nun diliyle söylersek, ‘kolkola durup bağırırken’ ve ‘aşkla ilerliyorken, safrası beyinlerini üleşenlerin üstüne’, neden yanlarındaki kadınlar habire birbirinin kuyusunu kazıyor, çok anlayamıyoruz. Ya da tazecik karısının başını değil boynunu örtmesine razı gelecek kadar yüce gönüllü Bayazıt’ın “şairler yalan söylemez” diye en büyük yalanı söylediğini aslında hemen fark ediyoruz. Yine de anlıyoruz, izleyenin pekâlâ giymek isteyeceği bir elbise bu: Genç, şair, dindar, karanlıkları aydınlatmaya kâdir ve yoksulluğa ağlayacak kadar içli. Oysa bizim tanıdığımız yedi-kere-yedi adamlı resim bu resme pek benzemiyor. Öğretmenlerden çok müteahhitlere benzeyen, bizim ev alamayacağımız paralara kol saati alan bu yeni seçkin zümrenin lisede kopya çekmeyen çocuklardan geldiğine inanmak güç. “Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği” baharları bilenler, bir şekilde kupon arazilerin ederini de biliyormuş, öğreniyoruz. O esnada TOKİ de çocuklara habire yeni apartman odaları yapıyor.
“Gökte Samanyolu benim olmalı” diyen Necip Fazıl’ın yetiştirdiği kuşaktan, “Reza Bey bir dahakine bana Mars’ı alacak” diyen Ebru Gündeş’e giden yolu anlamak kolay değil. Ancak bu yol belli ki bir yerde “Allah, bütün Müslümanlarla beraber, bu her devrin mazlumu, mahkuru, mahkûmu ve mahpusu Büyük Doğu’ya acısın” diyen Necip Fazıl’dan, her devrin mağduru öğrencisine uzanan yolla kesişiyor. Bu resmin içine en çok ‘eliyle kendi elini tutan’ yalnızlığı içinde Zarifoğlu’nu sığdırmak zor geliyor. Sanki o sessizce “Seçkin bir kimse değilim / ismimin baş harfleri acz tutuyor” diye bir tekzip gönderiyor Yeni Şafak’a. “Halk aşksızsa sokaklar banka dükkânlarıyla doludur” dizelerinin sahibi. Bana kalırsa, o dizeleri sokaklara yazanların kafasındaki Zarifoğlu, Aşk-ı Memnu’nun Beşir’ine pek benzemiyor.