Engin Taşkaya, okurlarının yüreğine dokunmaktan çekinmeyen, her yazarın yapamayacağı şekilde her öyküsünde farklı farklı yaşantılar aktaran bir hüzün anlatıcısını, yazar Yalçın Tosun’u ve “Dokunma Dersleri” kitabını anlatıyor.
ENGİN TAŞKAYA
Hani her yazarın kendine ait bir tarzı, üslubu vardır ve duygularını ifade ediş şekli farklıdır ya, bazılarının hayatımızın içine girmelerini sağlayan tam da budur işte. Onlarca, yüzlerce yazar içinden birisi gelir o köhne, nemli ve yosun tutmuş yüreğimize dokunuverir. Benim de o çirkin, herkese göstermekten utandığım yüreğime dokunan nadir yazarlardan birisidir Yalçın Tosun.
Gariptir, kimi insanlar kendi hayatları dışında da yaşar bir şekilde. İçinde olmadığı olayların devinimi onlara, olayları yaşayanların kendisinden bile yoğun, farklı duygular hissettirmek için yeterlidir. Herkes bilmez belki bunu. Herkesin bilmesini geçtim elbet, bunu yeteri kadar güzel bir şekilde okuyucunun kalbine aktarmak da ayrı bir maharet ister. Şöyle diyordu Tezer Özlü; “Caddelere çıkmak, doymak bilmediğim sokaklara bakmak, yeni köşeler keşfetmek, yabancı insanları seyretmek, doyumsuz yaşamı gözlerimden yüreğime indirmek istiyorum.” Ve Turgut Uyar da şöyle; “Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm / Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde.” Bunlar, kocaman yüreklere sahip olup da yalnızca kendi yaşantılarıyla o yüreklerini dolduramayanların sözleridir. Hayatı böyle duyumsayan insanlar gözleriyle ve ruhlarıyla yaşamı içmeye hasret; yaşamın kendisine susuzdurlar. Yalçın Tosun’u da kendimce bu insanların arasına koyabilirim sanırım. Her öyküyle başka bir yaşamı içer, başka bir kadere ortak olur ve başka bir kalbin hüznünü anlatır o. Hüzün anlatıcısıdır biraz. Bir öyküyü bitirdikten sonra kendinizi gün sonunda, gecenin karanlığında ihtiyaç duyulmayan, çıkarılıp atılmış bir peruk gibi hüzünlü hissedebilirsiniz. Bütün bir gün yaşamı içinize çekmiş ama en nihayetinde yine kendi hüznünüzle berabersinizdir.
“Güneşe doğru çevirerek başımı, gözlerimi kıstım. Martıların süzüldüğünü duyuyordum tepemde. İnsanlar acele ediyorlardı vapurdan inmek için. Onların benden hiçbir şey beklemeyen bu devinimlerini seviyordum. Başkalarının, içinde benim olmadığım o yaşamaları sevindiriyordu beni. Kısacası, mutlu olmam için birçok sebebim vardı. Ama mutlu değildim işte. Gerisi de beyhudeydi.”
Her yazar yapamaz bunu. Her öyküde insana farklı farklı hüzün ve yaşantılar aktaramaz. Zordur kelimelerle bir insanı başka bir insanın kaderine ortak edebilmek. Okuyucunun kimisi bir bakışıyla yaşamı gözlerinden kalbine indirebilirken, kimisininse kapalıdır tüm duyuları. Onlara seslenmek, göstermek yetmez. Birebir dokunmak gerek. Birebir temas ister insanın kimisi. O yaşama aç yüreklerine dokunacak bir parmak ucu bekler. Umarsızca her çorabı delip geçen bir ayak başparmağı olabilir belki bu. Her türlü zavallılığımızı delip geçecek ve kalplere dokunacak, ufak bir ayak başparmağı.
'Zavallılığın, diye geçiriyorum içimden, ne çok giysisi var.'
Yalçın Tosun’un anlattığı öyküler zavallılıklarımızla, çocukluğumuzun umarsızlığıyla ya da kendi karanlıklarımızda sakladığımız kötücül duyguların dile getirilişiyle beslenir çoğu zaman. Karşı cinse, hemcinse, çocuğa ya da anne babaya dokunmak elzemdir. Onun öyküleri, dokunma öncesinin günahsız anlarından kurtulup da, dokunmanın günahına ortak olmayı öğretir; kimi insanın hiçbir zaman hissetmeyeceği o günahkâr hazza...
“İlk yakıcı günahlarımızı, şefkatin şehvetle henüz yer değiştirmemiş olmasının tenimize verdiği o billur tazeliği, çocukluğumuzun bizi hızla terk etmesinin getirdiği acıyı unuttuğumuz gibi unuttuk onu.
Hafızamızın korkulan dallarının arasına, kendi puslu ve karanlık ormanlarımızın en derinine gömerek unuttuk.'
Yalçın Tosun Dokunma Dersleri’ndeki öyküleriyle bizi karanlık ormanlara davet ediyor etmesine ama karanlıktan çıkmak mı, yoksa karanlıkta birbirinize dokunmak mı hoşunuza gider bilmiyorum. Karanlıkta yolunuzu bulabilmeniz umuduyla…