‘Çünkü düşman bir gezegendir Afrika’

Evrim Kaya, küreselleşmenin talan ettiği Tanzanya’nın ardından bu kez ABD ve Çin’in emperyal hedeflerinin odağındaki Sudan’ı anlatan Hubert Sauper’le festivalde gösterilen belgeseli ‘Biz Dostuz’u konuştu.

EVRİM KAYA
evrimrkaya@gmail.com

Hubert Sauper’i 2004 yılında çektiği ‘Darwin’in Kabusu’ filmiyle, küreselleşmenin talan ettiği Tanzanya’da geçen korkunç bir hikâyeyle tanımıştık. Film Oscar’a da aday olmuş, ancak ödül bir penguen belgeseline gitmişti. Penguenler popülerliğini korurken Sauper, on yılda bitirdiği ikinci filmi ‘Biz Dostuz’u tamamladı. Bu kez ABD ve Çin’in emperyal emellerinin milyonlarca Afrikalı’nın hayatını gasp ettiği Sudan’ı anlatıyor. 2011 yılındaki referandum sonrası bağımsızlığını ilan eden Güney Sudan, açık bir Amerikan sömürgesi. Yönetmen, bir zamanlar Osmanlı’nın en güneydeki vilayeti olan ve Fransa ile İngiltere’nin paylaşamadığı Faşoda kenti başta olmak üzere Güney Sudan’ın ulaşılması zor yerlerine kendi tasarlayıp, kendi yaptığı bir uçakla giderek insanlığın kendi kendinden saklamaya çalıştığı karanlık hikâyeyi ortaya döküveriyor: ‘Uygarlık tarihi, insanın insanı avlamasından ibarettir.’

  • Bir yönetmen neden bir uçak inşa etme ve pilotluk yapma ihtiyacı duyar?

Belgesel yapmakla ilgili en büyük zorluklar, ilk önce parayı bulmak ve iyi bir fikre sahip olmaksa, hemen arkasından elbette ki insanlara erişebilme sorunu geliyor. Kelimenin gerçek anlamıyla, fiziki olarak erişmekten söz ediyorum. Tarlaların içinden fazla yol alamazdım, gökten düşmem gerekiyordu. Bir de, uçağın kavramsal olarak bir anlamı var. Uzun süre uğraşıp tuhaf, komik bir uçak tasarladım ama teknik özellikleri de önemliydi. Çok yavaş uçabilen bir uçak bu, böylece düşerse ölmeden kurtulmayı hesapladım. Tam olarak uçak diyemeyiz, uçan bir şey daha çok.

Uçak, sömürgecilik mirasına bağlı sembolizmlerle yüklü bir makinadır. İleri teknolojiyi simgeler, beyaz adama özgü bir şeydir. Kara kıtaya gökten inen fallik bir objedir, insanlara bomba atmaya yarar. Sudan’da pek çok kişi, uçağı sadece bomba atan bir şey olarak tanıyordu. Birleşmiş Milletler ise uçak anlatısını tersine çevirmeye çalışıyor. Beyaz güvercin gibi uçup yardım getiren, Hıristiyanlıkla ilgili bir sembol. Uçak, Afrika’da bütün bu karmaşık anlamların iç içe geçtiği semptomatik ve tuhaf bir şeydir. Bir tuhaflığa bir katman da ben ekledim.

Bana sahip olmak istediğim bütün erişimi sağladı. Tuhaf bir şekilde, Afrika’da en güvende olduğun zaman yerin üç kilometre üstünde tek başına olduğun zamandır.

Bu filmin yapısı neredeyse tümüyle klasik bir bilim kurgu yapısı.  Bilim kurgu, zaman ve mekanda yolculuk etme üzerine kuruludur. Genelde Kirk gibi bir kaptan vardır ve düşman gezegenlere bir yolculuk yapar. Bütün bu klişeleri kullanarak kendim kaptan oldum.  Çünkü düşman bir gezegendir Afrika. Gerçek Star Wars seti de Sudan’daydı, hatta inmek için kullandım da. Kurguda kesildi ama o sahne başlı başına bir film oldu aslında.

  • Uçakla peşine düştüğünüz fikir neydi?

Altı yıl bu filmle uğraşmak demek, altı ay ‘bizim sorunumuz ne’ diye düşünmek demek aslında. Kolektif bir patolojinin psikanalizini yapmaya çalıştım. Uygarlığın içine hem suçu hem de suçu haklı çıkarma mekanizmalarını entegre ediyoruz. Avrupalılar son 500 yılda gezegenin çoğunu işgal etti, milyonlarca insan öldürdü. Ve hâlâ Hıristiyanlar kiliseleriyle, Müslümanlar başka inanç sembolleriyle her şeyi yolundaymış gösteren bir anlatı yaratıyorlar. Yetimhanelere bağış yapan ve çocukları sevdiğini düşünen deli bir pedofil gibiyiz bence. Bu adam, kendi anlatısını yaratmak zorundadır, aksi halde çıldırır. Ama çocuklara tecavüz etmeden de duramaz. Biraz sert bir metafor olduğunu kabul ediyorum, ama çok uzak değil gerçeklikten...

Afrikalı çocukların yoksulluğu korkunç bir şey, üzücü ama asıl ilginç olan şey bu değil. Bu film daha ilginç bir şeyle, bizim kafa yapımızla ilgileniyor. Afrika’nın üstünde uçarsanız, köyler arı kovanları gibi görünür. Organik bir görüntüdür bu. Dümdüz bir şey görürseniz, bilin ki, o kolonyal bir yapıdır. Düz bir yol görünce, dümdüz dikilmiş beş ağaç görünce, anlayın ki, misyonerler yapmıştır.

  • Filmin en ağır sahnelerinden biri bir askerin kamerasından izlediğimiz Faşoda bölgesinde geçen çatışma. Şiddetin çıplak yüzüyle karşı karşıya kalıyor izleyici. Sizi oraya çeken ne oldu?

Haritada Faşoda diye bir yer yok aslında. Google Earth’e göre “Kodok” diye bir yer var, bu da gerçek Faşoda’dan 10 km uzakta. Hiçliğin ortasında bir nokta.  Faşoda’yı nasıl buldum biliyor musunuz? Bölgeyi Google Earth ile taradım ve düz bir çizgide on ağaç buldum. Faşoda’da savaşan eski bir Fransız generalin eviymiş. Bir süre sonra nereye bakman gerektiğini öğreniyorsun. Üniformalı çocuk görünce ilk başta pek bir şey düşünmez insan. Oysa Afrika’da petrol kuyularımızı koruyacak askerler olarak büyüsünler diye üniformayla geziyor çocuklar.

  • Küreselleşme, emperyalizm ve sömürgecilik üzerine bir film olduğunu söylemişsiniz bu filmin...

Tarihte çok benzer üç aşama üzerine üç film yapıyorum. İlki kölelik, ikincisi sömürgecilik, üçüncüsü de küreselleşme dönemi. Aslında küreselleşme, diğer iki evrenin özelliklerini de içeriyor, yeni bir aşama değil. Faşoda’dan biliyoruz ki, Osmanlı, fiilen İngilizlerin yaptığının aynısını yapmıştı. Mısır’a gitti, iktidarı ele geçirdi, bunun için ülkeyi böldü, yerel iktidarları kontrol etti ve neticede halkı sömürgeleştirdi. Askeri olarak da Faşoda’ya kadar Afrika’nın güneyine indi. İngilizler geldiğinde Osmanlı’nın kırılgan olduğunu görüp onu yavaş yavaş kuzeye geri gönderdiler. O dönemde Faşodalı kölelerin çoğu seks kölesi olarak, ev işçisi olarak İstanbul’da satıldı. Şimdi yürüdüğümüz sokaklarda hadım edildiler. O zamandan bu zamana değişen nedir diye sorarsanız, bence şu: Bir sorun gibi, bir tür hastalık gibi başlayan bir durum şimdi genele yayıldı. Sömürgecilik bütün gezegende olağan hal oldu. Kolonileştirecek yer kalmadı.

  • Siz nasıl tanımlıyorsunuz bu sorunu?

Ben, insanın yırtıcı bir hayvan gibi başka bir insanı avlayıp yemesi diye tanımlarım. Aynı zamanda da doğaya saldırması elbette. İnsanlık tarihi bir milyon yaşında diye kabul edelim. En sondaki yüzde birlik kısımda, Türkiye ve Suriye’de icat edilen bir şey var: Tarım. Yalnızca 10.000 yıl önce. Tarım devrimi insanlık tarihindeki tek gerçek devrimdir. Başka her şey bir çeşit evrim sayılır. Tarımla birlikte her şey kökünden değişti; sınırlar, ordular, hep bu yüzden ortaya çıktı. Bunun sonucunda uygarlığın kendisi ortaya çıktı, bugün bütün sorunlarımızın tek nedeni de uygarlık.  İlk yüzde doksan dokuzluk kısımda dünya sonsuz genişti, avlanırken kimseye rastlamıyordunuz bile. İşte Afrika’da bu tarım devrimi hiç olmamış gibi, avcı toplayıcı olarak yaşayan bölgeler, uçaklar olmasa işgalci Araplardan, BM’den falan haberi olmayacak kabileler var.

  • Amerikalı misyonerler filmde önemli bir yer tutuyor. Onların içlerine girip aptallıklarını açıkça teşhir ediyorsunuz. Buna karar verirken etik bir çatışma yaşadınız mı?

Yönetmen olarak önemli bir karar vermeniz gerekir: Gösterdiğiniz insanların güvenine ihanet edebilir misiniz? Ben insanları ikiye ayırdım: İnsanlar ve güçlü insanlar. İkinci grupta politikacılar, Birleşmiş Milletler çalışanları vs. var. Örneğin milli marşı söylemekten aciz bir katilin, kitleleri yok etmiş birinin güvenini kazanıp, onu rezil edecek şekilde gösterdim. Bunu bir yönetmenlik başarısı olarak kabul ediyorum. Aslında hiçbir şey yapmadım, tarafsızca bu adamı çektim ve kendi kendini rezil etmesini sağladım. Bundan etik bir sorun görmüyorum. Misyonerler de çok güçlü insanlardır. Kimin yaşayıp kimin öleceğine karar verecek kadar güçlüler. ‘Şu köye yemek gitsin, buna gitmesin’ diyebiliyorlar. Ben de uçağımla yanlarına gittim, insanları filme çekiyorum dedim ve beni aralarına alıverdiler. Kötü insanlar değiller, sıradan Teksaslılar ama kafaları çalışmıyor işte. Bunu da filmde söylemiyorum aslında, ancak izleyince siz de öyle olduğunu görüyorsunuz. Ancak herkes sizin düşündüğünüz kodlarla, binlerce belgesel izlemiş bir gazetecinin düşündüğü gibi düşünmüyor. İzleyip de bu adamlar ne salak demek yerine, Afrikalılara güneş enerjisiyle çalışan İncil götürmüşler, ne güzel insanlar diyenler de oluyor.

  • Peki, dışarıdan uçağıyla gelen “zeki Avrupalı” olarak o misyonerlere benzerim diye endişelenmediniz mi?

Endişelenmedim, öyle olduğumu bilerek gittim. Bir başka beyaz adamdım ben. Ama asıl mesele kimi hedef aldığınız. Misyonerler, Afrikalıları kandırıp alt etmeye gidiyor, ben misyonerleri alt etmeye gittim. Çiftçiyi kandırıp toprağını elinden alan adamı kandırarak, onu dünyaya rezil etmek, bence bir belgeselci için iyi bir misyon. Filmin bütçesinin onda birini kenara ayırıp toprak alsam, şimdiye zengin olmuştum yoksa... 

Kategoriler

Şapgir