Nayat Karaköse, Emrah Serbes’in Erken Kaybedenler kitabındaki Üst Kattaki Terörist öyküsünden Tiyatro İkincikat tarafından sahneye taşınan aynı isimli oyunu ve tiyatronun geçmişle yüzleşmedeki rolünü yazdı.
NAYAT KARAKÖSE
nayatk@gmail.com
‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’, ‘Vatan sağ olsun’ feryatlarıyla kılınan cenazeler, ‘Vatan sana canım feda’, ‘Her Türk asker doğar’ naraları ve kornalar eşliğinde konvoy halinde askere uğurlanan gençler… Uğurlanıp da geri gelmeyenler, savaşta öldürülenler, eğitim zayiatı diye kayda geçenler, kaza kurşununa kurban gidenler, intihar edenler, cephane patlamasında veya mayına basarak ölenler… Türk bayrağına sarılı binlerce, on binlerce tabut… Tabutun önüne yerleştirilen bir çerçeve içinde on binlerce zoraki çektirilmiş, içinden hayat geçmeyen vesikalık fotoğraf… Metanetini koruyan şehit babaları, metanetini koruyamayan şehit anaları, ağlamamaları ve eğer ağlarlarsa ‘teröristleri’ mutlu edecekleri söylenen şehit kardeşleri, yakınları… Hapsedilen, özgürleşmeyen gözyaşları… Önce abim, oğlum, kardeşim, babam, kocam sağ olsun diyememek…
Türk-Kürt kaybedilen on binlerce can, süresiz yasa mahkûm edilmiş yüz binlerce gözü yaşlı kayıp yakını. 30 yıldır çoraklaşan ve memleketleşemeyen ‘ülkemiz’. Etkisiz hale getirilen ‘teröristler’ , canavarlaştırılan gencecik hayatlar. Bayrağa sarılı olmayan tabutlar, görmediklerimiz, dağdakiler, bedenlerinin nerede olduğu bile bilinmeyenler, usulüne göre gömülmeyi bile ‘hak etmeyenler’… Birinin şehidi bir başkasının düşmanı, birinin kahramanı bir başkasının canavarı. Yüzleşmelerimiz, yüzleşemediklerimiz, karşılaşmalarımız, karşılaşmadıklarımız. Uğruna ‘can verilen’, ‘bedel ödenen’ toprağın altında birbirine karışan on binlerce genç…
Öfke, kızgınlık, umut, kin, vicdan, empati, nefret, sevgi ve daha nice hissiyatla birlikte yukarda yer alan tüm görüntüler, sesler, feryatlar kalbimin önünden bir film şeridi gibi geçiyor Üst Kattaki Terörist’i izlerken. Emrah Serbes’in Erken Kaybedenler kitabında yer alan ‘Üst Kattaki Terörist’ hikâyesi, Tiyatro İkincikat tarafından geçtiğimiz ay sahnelenmeye başlandı.
12 yaşındaki Nurettin’in abisi, 5 yıl önce, daha 20 yaşındayken vatan uğruna şehit olmuştur. Nurettin, 5 yıl boyunca hiç ağlamamıştır, çünkü ağlarsa ‘teröristler’ sevinecektir. 5 yıldır sürekli abisini düşünerek, ‘terörle mücadele eder’ Nurettin. Şehit kardeşi olması, ona bir ‘mücadele’ misyonu yüklemiştir; giydiği komando pantolonu, haber programlarını ara ara arayıp hâlâ ağlamadığını hatırlatması, Ülkü Ocağı ile yakın ilişkisi bundandır. Annesi bolca ağlamıştır, elinde değil. Bir gün üst katlarına öğrenci olan Semih taşınır. Semih Kürt’tür, Nurettin bu durumu duyar duymaz öfkeyle dolar; o teröristtir, icabına bakılmalıdır, gerekirse bir gece ansızın ‘etkisiz hale’ getirilmelidir. Bir yandan da kaleyi içten fethetmek ister, bu yüzden üst katı ziyaret eder. Ama o da ne, Semih’in bir kız arkadaşı vardır ki, alabildiğine güzel! Nurettin’in deyimiyle ‘Kürt olamayacak kadar güzel’, kimlikteki ismiyle Yağmur, yaşayamadığı ismiyle Hevin. O dairede yaşanan karşılaşma ve yüzleşmeler… Alt-üst kat arasındaki gidiş-gelişler sonucunda, ‘üst kattaki terörist’, üst kattaki komşuya ve üst kattaki abiye dönüşecek midir? ‘Üst kattaki terörist’ Semih ve ‘küçük faşo’ Nurettin, bu sıfatlardan kurtulup birbirleri için sadece Semih ve Nurettin olabilecekler midir?
Umut ve kucaklaşma içeren alkışlar
Oyunu sahneye uyarlayan yönetmen Sami Berat Marçalı, uzun süredir bu hakiki ve bir o kadar çarpıcı hikâyeyi sahneye taşımak için çabaladı. Bizleri çok bekletti ama oyunu izledikten sonra, iyi ki de bekletmiş diyorsunuz. Hikâyeyi sahiplenen Marçalı, öncelikle başrolü oynayacak çocuk oyuncu için uzun arayışlara girdi. Başrol oyuncusunun o duyguyu, hikâyenin hakikatini sahiplenmesi oyunun merkeziydi. Sonunda o aranan isim bulundu. Suskunlar dizisinden de tanınan Denizhan Akbaba, oyunu adeta içselleştirmiş, çarpıcı bir performans sergiliyor. Yer yer hızlı konuşuyor ama bu durum ayrı bir doğallık katıyor. Beden dilini, mimiklerini inanılmaz başarılı kullanıyor. Oyun için saz çalmayı bile öğrenmiş. Denizhan Akbaba’ya bu yaşta olup büyük bir iş başardığı, metne ve verilmek istenilen hissiyata sadık kaldığı için çok saygı duydum.
Semih karakterini canlandıran Bedir Bedir çok gerçekti, şevkle oynadığını, bu karaktere ne kadar saygı duyduğunu nefis bir performans sergileyerek gösteriyor. Sesi de ayrıca çok güzelmiş, hem saz çalıyor hem söylüyor, şarkı sürpriz olsun. Nurettin’in annesini oynayan Banu Çiçek Barutçugil, evladını kaybetmiş bir annenin suretine yerleşen hüznü, o elemin davranışlara yansımasını çok başarılı yansıtıyor. Karadeniz şivesini abartmadan, folklorik hale getirmeden zarif bir şekilde izleyiciye yansıtıyor. Yağmur rolündeki Gözde Kocaoğlu’nun, Nurettin’e sevgisini yansıtırken, içten halleri gayet doğaldı.
Oyunda yer alan eylem sahnesi, ağır çekim halleri, ışıkla bunun zenginleşmesi dikkat çekiciydi. Nurettin’in bir kürsüye çıkıp andımızı izleyicilere okutması ve bu vesileyle sembolik şiddetin bir çocuk üzerinden aktarılması oyunun en etkileyici yanlarındandı. Arada acaba renkli bir cam olsa veya iki katlı bir tasarım mümkün müydü diye düşünmeden edemediysem de, iki evin yan yana dizayn edilmesinden oluşan dekor olanaklar çerçevesinde iyi tasarlanmıştı.
Uzun zamandır ilk defa bir oyunun bu kadar içtenlikle, dakikalarca ayakta alkışlandığına tanık oldum. İzleyicilerin ayakta avuçlar kızarıncaya dek alkışlamaları, ‘çok hayat ve zaman kaybettik, artık barışmalıyız’ demesi gibiydi, o alkışlarda umut ve bir o kadar kucaklaşma vardı.
Geçmişle yüzleşmede tiyatronun rolü
Barış sürecinde, önümüzde yüzleşmek için uzun bir yol var, yüzleşmede tiyatronun oynayabileceği rolü ise Üst Kattaki Terörist sayesinde daha iyi idrak ettim. Barış sürecinde ve geçmişle yüzleşmek konusunda ne yapabiliriz üzerine kafa yoran, projeler üretmek isteyen sivil toplum kuruluşları ve çeşitli girişimler, tiyatronun gücünden yararlanmaya başlamalı. Paneller, sergiler, belgeseller… Birçoğu artık birbirinin tekrarı, alıcı kitle hemen hemen aynı. Panellerde aynı yüzler, sergi açılışlarında, belgesel galalarında aynı güruhla karşılaşmak, denenen yöntemlerin benzerliği, insana yeni yöntemlerin ne kadar elzem olduğunu her defasında hatırlatıyor. Tiyatronun en temel gücü, esaslı bir reji ve güçlü performanslarla durumları gerçekçi kılması ve bir his dünyası yaratması. Üst Kattaki Terörist, zaten çok gerçek bir hikâye ve bence sahneye taşınması onlarca panel, sergi ve belgesele bedel. Oyunun ana duygusunun her bir izleyiciye değdiğini ve oyun sonrasında her bir kişinin özel bir yüzleşme yaşadığını düşünüyorum. Ezcümle tiyatro hayattır, hakikattir ve tüm bu yüzleşme meselesinde çok değerli bir rol oynayabilir. Üst Kattaki Terörist’i sahneye taşıyan ekibe, tüm oyunculara ve hikâyeye inananlara minnettarım.
*Üst Kattaki Terörist sezon boyunca İkincikat Karaköy’de. http://ikincikat.org/