Orhan Berent, bir Altay fanatiği olarak takımın en büyük efsanelerinden Büyük Mustafa’ya, Mustafa Denizli’ye Altay’ın ahvalini anlatıyor.
ORHAN BERENT
“Bir zamanlar üç Mustafa vardı bizde. En küçüğüne Taytay dedik, ortancasına Miço. En büyüğü ise Çeşmeliydi”
Birinci Mustafa (Denizli ) 1968'de selefi Feridun Öztürk ile Altay kampında |
Seni yakından ilk kez Çeşme sahilinde babamla dolaşırken görmüştüm. Önce fark etmemiştim, babam ikaz etmişti. “Bak bak oğlum, burada kim var!” Bir kahvede oturmuş, pehlivan usulü ayak ayak üstüne atmıştın. Havalı ve fiyakalıydın. Çevrendekiler de hayran hayran seni seyrediyordu. Ben de şaşkın şaşkın bakakalmıştım sana. Kolay mı abi? Koskoca Büyük Mustafa’yı, futbol sihirbazını, hem de yeşil sahaların ve tribünlerin dışında. Boru mu?
Kalemizde Tanzer vardı, sağ bek rahmetli Sabahattin abiydi, sol bek Bilal’di. Stoper Erol Togay’dı, rahmetli duymuşsundur huzurevinde öldü. Libero Zagor Zafer, santrfor bir diğer rahmetlimiz Bora’ydı. Sonra Beşiktaş’a gitmişti hatırlarsan. Miço sağ açıkta, sen sol açıktaydın. Kaç kişi kaldık ki zaten, bir bir eksiliyoruz. Hayat işte ne yaparsın... Ara sıra gözlerimi kapatıp eski günleri düşünüyorum, bundan kırk yıl evvelini. Bir zamanlar göklerde kartal gibiydik. Çıkış tünelinde kimi zaman elinde bir buket çiçekle en önde sen çıkardın. Kendinden emin, vakur, ağır abi edasıyla. Her frikik ve kornerde acaba ne yapacak diye dikkat kesilirdik. Kornerden direkt kaleye az mı gol atmıştın. Kullanacağın her frikik bizim için penaltı gibiydi. Ah! Nazım Hikmet’in şiirinde dediği gibi: “Bil ki neticeler çıkarmak öyle mümkün değil ki... “ (*)
İkinci Mustafa (Kaplakaslan) 1975'te |
Bir Beşiktaş maçıydı İzmir’de. Seni tribünlere çağırmıştık. Konfetiler, tezahüratlar, gürültü, kıyamet… Sonra bir baktık, Beşiktaşlılar bizden fazla bağırıyor, seni çağırıyor. Şaşırmıştım. Hayatımda görmemiştim böyle bir şey. Rakip bir futbolcu tribünlere çağırılacak ha! Hâlbuki o sezon İstanbul’da Galatasaraylılar da aynı şeyi yapmıştı. Seni tribünlerine çağırıp çiçek vermişti. Seni herkes seviyordu Mustafa abi. Bir Fenerbahçe maçında, neredeyse orta çizgiden çektiğin şutu kaleci Yaşar zorlukla çıkarmıştı da, atsaydın eğer yüzyılın golü seçilirdi eminim. Böyle yere paralel, zımba misali… Hiç görmedim nasıl gittiğini, ama ne bileyim roketatar mermisi de öyle gider herhalde...
Sonra bize bir haller oldu, tökezledik, işler iyi gitmemeye başladı, ilk defa da küme düştük 1983’te. Sen Galatasaray’a gittin o sezon sonu, orada da bir sene oynadın, bıraktın. Antrenörlük kursu, Derwall’in yardımcılığı, Almanya Aachen, milli takım, İran derken, bugün seni ”sir” diye çağırıyorlar. E kolay değil tabii, üç İstanbul takımının üçünü de şampiyon yapmak. Farkındaysan üç büyük demedim. Benim için her zaman Altay büyüktü, eskinin üçüncü liginde olsa da. Sırada Trabzon var bir şampiyon yapmadığın. Bir dene istersen. Benim için pek bir şey ifade etmeyecekse de…
Birinci Mustafa (Denizli) 1980'de kazanılan 2. Türkiye Kupası finalinde |
Üç Mustafalı, vurduğunu deviren, bir zamanların süper lig gediklisi Altay. Ben yetişmiştim ama şimdiki gençler bilmez. Bazen soruyorlar, “Abi anlatsana eski Altay’ı, Mustafa Denizli’yi” falan diyorlar. Hemen cevaplıyorum: “Oğlum sen neler kaçırdın biliyor musun?” Masal gibi geliyor tabii onlara… Şimdiki halimiz düşünülürse…
Üçüncü Mustafa’yla yani Taytay’la hiç denk gelmedik bir türlü. Miço’yla ise İzmir’deki bir kahvehanede görüştük seneler sonra. Bir dört yıl oluyor, Altay tarihini yazmaya yeni başlamış, eski futbolcularla röportajlar yapıyordum. Beni görünce ilk sözü, “Mustafa ile konuştun mu” olmuştu. “Ohhhoo, biz kim, Mustafa Denizli kim?” Tabii ona öyle söylemedim, ‘kısmet’ deyiverdim. Anlattığına göre, 76’da Trabzon’daki bir maçta frikik kazanmışsınız onsekiz yakınlarında. İlk frikiği sen atmışsın ama gole çevirememişsin. Sonra başka bir serbest atışta, Miço demiş ki sana, “Bunu ben atayım, rüyamda gördüm gol oluyordu.” Gerçekten de topu ağlara yollayıvermiş Miço abimiz. İkinciyi sen atmışsın. Ve Trabzonspor’un ilk kez liglerde şampiyon olduğu o sezon, kendi sahasında net bir mağlubiyet tattırmış ona Altay. Sonrası tevatür. Bak gördün işte, nereden nereye…
Bizi soracak olursan eğer, hâlâ bıraktığın gibiyiz mi desem, köprünün altından çok sular aktı mı desem. Yani ne desem boş, ne desem eksik kalır.
Birinci ve üçüncü Mustafalar (Denizli ve Turgat) 1981'de bir maç sonrası antrenör Bayram Dinsel ile |
İkinci Mustafa, yani Miço, bir ara başkanlığa aday oldu, kazanamadı. Üçüncüyle hiç rastlaşmamıştım zaten. Ben ise yine aynı tribündeyim. Çocukluğum kale arkasındaki tellerde, gençliğim açık tribünde geçmişti, emekliliğim de kapalıda. Babam hayatta değil, bir yirmi sene oluyor bu dünyadan göçeli. Tribünü soracak olursan, hep aynı ama günden güne eksiliyoruz. Zaten eskiden de pek o kadar kalabalık olduğumuz söylenemezdi. Ara sıra eskisi gibi alttaki tuvaletten çiş kokusu geliyor bahar aylarında. Duvar tarafındaki kalenin arkasındaki selviler çoktan büyüdü, ben de onlarla büyüdüm. Kapalının solundaki küfürbaz amcalar ise aynen duruyor. Hep aynı kişiler mi yahut nesilden nesile geçen bir alışkanlık mı, yoksa o mevkinin bir büyüsü mü var? İnan, hiç bilmiyorum. Kimi zaman, teknik direktörü yolluyoruz can sıkıntısından; kimi zaman, kendi aramızda kavga ediyoruz. Gençler sabırsız, çekiveriyorlar emaneti. Ben ise ihtiyarlığın verdiği sabırla bekliyorum bir yerlerden çıkıp gelecek o eski güzel günleri. Maça gelen az sayıda kalmış taraftarımızla, her başarısızlık sonucu biraz daha arsızca bağlandığımız bir sevdamız var. Umutlarımız var, inadımız var, inancımız var. Ama bu alt liglerde hiç ışık yok be Mustafa abi. Hiç ışık yok...
İkinci Mustafa (Kaplakaslan) 2013 yılı Şubat ayında |
Ah Mustafa abi, Mustafaların en büyüğü. “Bil ki neticeler çıkarmak öyle mümkün değil ki... “
(*) Nazım Hikmet. Benerci Kendini Niçin Öldürdü.