“Yapılması gereken, seçimlerin referandum şekline sokulmasını reddetmek ve AKP’nin aldığı oy oranı ne olursa olsun, bunun yolsuzlukları unutturmak için kullanılamayacağını usanmadan tekrar etmektir. Kaldı ki, AKP’nin oyları isterse %50’nin de üzerine çıksın, Başbakan bu hal ve tavırlarını, üslubunu, söylemini devam ettirdiği takdirde ne kendisi, ne bu memleket huzur bulur.”
OHANNES KILIÇDAĞI
Yerel olmayan yerel seçimler geldi çattı. Buradan çıkacak sonuçların, belediye başkanlarını ve meclislerini belirmenin ötesinde anlamları olduğu malum. Bu durum bazı yanlış algılara da yol açıyor. Örneğin, bazı büyük şehirlerde AKP adayları seçimi kaybederse, ertesi gün hükümet düşecekmiş gibi bir beklenti var. Oysa daha hükümetin bir seneden fazla zamanı var ve AKP’nin bu yerel seçimlerde alacağı oy oranı düşük olursa, olası erken genel seçim ihtimalinin zayıflayacağı da ileri sürülebilir; zira AKP genel seçimlere böyle bir zafiyet tablosuyla gitmek istemeyecektir.
Başbakan ve onun her sözünde keramet arayanlar siyasi ortama o kadar zarar verdiler ki, her şey Başbakan’ı ve AKP’yi devirme ekseninde tartışılır oldu. Herhangi bir hareket Erdoğan’ı devirmeye hizmet edecekse doğru, etmeyecekse yanlış olarak görülmeye başlandı. Bu çarpıklığın bir numaralı müsebbibi, tabii ki Başbakan ve onun peşine takılanlar. Sözleriyle ve yaptıklarıyla insanları o kadar bezdirdiler, milletin sıtkı o kadar sıyrıldı ki, ‘sıradan vatandaşı’ da (en azından bir kısmı), entelektüeli de “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” konumuna geldi. Bunun için kimse onları suçlayamaz. Bu haletiruhiyeyi anlıyor ve hatta zaman zaman buna ortak oluyorum. Ama her mefhumu, her vakayı Erdoğan’ın gitmesi veya kalması üzerinden değerlendirmek, tartışmayı ister istemez tek boyutlu hale getiriyor.
Önümüzdeki yerel seçimlerde kime oy verilmesi gerektiği de bu eksen üzerinden tartışılıyor. Başbakan ve şürekasının, seçimi yolsuzluk, yargıya ve medyaya müdahale iddialarının oylanacağı bir referanduma dönüştürmelerinin de bunda büyük rolü var. Hal böyle olunca, sadece ‘evet’ ve ‘hayır’ diye iki seçenek varmış gibi algılanıyor. ‘Evet’ çıkarsa hükümetin bütün yolsuzlukları onaylanacak ve meşru hale gelecekmiş gibi... ‘Evet’ tarafında net biçimde Başbakan ve onun oyuncağı AKP olduğu için, kimileri ‘hayır’ tarafında da yekpare ve net bir aktör görmek istiyorlar ve istemeden de olsa Başbakan’ın modeline destek olmuş oluyorlar. Oysa yapılması gereken, seçimlerin referandum şekline sokulmasını reddetmek ve AKP’nin aldığı oy oranı ne olursa olsun, bunun yolsuzlukları unutturmak için kullanılamayacağını usanmadan tekrar etmektir. Kaldı ki, AKP’nin oyları isterse %50’nin de üzerine çıksın, Başbakan bu hal ve tavırlarını, üslubunu, söylemini devam ettirdiği takdirde ne kendisi, ne bu memleket huzur bulur.
Yukarıdaki referandum mantığına göre, İstanbul’da ve bazı diğer yerlerde HDP adayları, CHP adayları lehine adaylıktan çekilmelidir veya onlar çekilmiyorsa bile insanlar ‘oyları bölmeyerek’ CHP adaylarına vermelidir. Buna karşı iki farklı açıdan cevap verilebilir. Birincisi, neden CHP’ye oy vermemek gerektiği, ikincisi ise neden HDP’ye oy vermek gerektiğidir. Birinciden başlarsak, CHP’ye ‘ehvenişer’ veya ‘ödünç’ olarak verilecek oylar ister istemez onu palazlandıracak ve bunun Türkiye siyaseti ve demokrasisi açısından orta ve uzun vadeli maliyeti olacaktır. Daha evvel de söylediğim gibi, bu haliyle CHP, hibrit olmanın ötesinde, mutant bir partidir ve biraz da bunun sonucu olarak Türkiye siyasetinde gerek oy oranı bakımından, gerek ideolojik olarak, hak ettiğinden daha büyük bir yer kaplar vaziyettedir. İçinde azınlık konumunda olan, tabiri caizse bir avuç, gerçekten özgürlükçü demokrat figürlerin varlığı ve konjonktürel AKP karşıtlığı sebebiyle, aslında almaması gereken özgürlükçü demokrat oyların bir kısmı da ona gidiyor. CHP gerek tarihi, gerek bugünüyle Türkçü, devletçi bir partidir, bu son seçim kampanyasıyla birlikte, Türkiye siyasetinde sağ partilerin bir karakteristiği olan pragmatizmin de dibine vurdular. CHP’nin bu durumu Türkiye siyasetinin yapısal bir sorunudur ve bana soracak olursanız, herhangi bir seçimin sonucundan daha önemli bir sorundur, çünkü daha ileri özgürlük ve hak taleplerinin, demokrasinin önünde bir tıkaç işlevi görüyor. En basitinden, bir seçim sürecinde dahi ‘Kürtlerle’ yan yana görünmekten çekinen bir parti mi Türkiye’de demokrasiyi ileri götürecek sorusu sorulabilir. Dolayısıyla, bu yapısal sorunun en kısa zamanda çözülmesi, yani CHP’nin ‘doğal sınırları’na çekilmesi, Türkiye siyasetini daha sağlıklı bir yapıya kavuşturacak ve demokratik gelişime katkıda bulunacaktır. Çu seçimlerde de CHP’nin kendi dışındaki nedenlerden dolayı alacağı ‘fazla’ oyların ise, bu süreci daha da ötelemek gibi bir handikapı olacaktır.
Peki, CHP’ye gitmemesi gereken demokrat özgürlükçü oylar nereye gidecek? İşte burada da, ‘Neden HDP’ye oy vermeliyiz?’ sorusuna bağlanıyoruz. Başarılı olur mu, bunu söylemek için erken ama HDP Türkiye demokrasisi için önemli bir girişim. Bu partiyi kurmanın zamanlaması doğru muydu, genel seçimler beklenseydi daha mı iyi olurdu, kendini doğru anlatabildi mi, şu değil de bu adaylar olsaydı gibi sorular akla gelebilir ama bulunduğumuz noktada bunları tartışmanın bir anlamı yok. HDP, BDP’nin, Kürt kimliği siyasetinin ötesinde ülkenin tüm özgürlükçü demokrat kesimleriyle entegre olma iradesinin kurumsallaşmış hali olarak okunabilir. Nicel ve nitel eksiklikleri olabilir, zaman zaman ‘çatlak sesler’ çıkıyor olabilir ama genelde Kürt siyasi hareketinin ve özelde BDP’nin, kimliklerin ve farklı kültür gruplarının bir arada, eşit ve özgür biçimde yaşamaları konusunda ortaya koyduğu bilinç, irade ve söylem, Türkiye siyasetinin ortalamasının fersah fersah üzerindedir. Tabiatıyla, bu bilinç ve söylem HDP’ye taşınmıştır. Seçimlerdeki aday profilleri bunun göstergelerinden sadece biridir. Dolayısıyla, Aleviler gibi hak arayışı içindeki kesimlerin kitlesel olarak HDP’nin yanında durmaları hayırlı olacaktır. En azından eski ülkücüleri aday gösterme noktasına gelen CHP’nin seksen yıldır Alevi davasına yaptığı katkıdan (!) daha faydalı olacaktır. Ayrıca, HDP-BDP işbirliği, ülkenin doğusuyla batısını birleştirme çabasıdır ve bu noktada AKP’nin asıl rakibidir, çünkü beğenelim beğenmeyelim, AKP’nin bugün ülkenin fiilen tek ulusal ölçekli partisi olduğu, bir vakıadır. Velhasılıkelam, bu girişimin yaşaması elzemdir; bu seçimlerde HDP’ye verilecek oylar o veya bu kişiyi belediye başkanı seçmekten ziyade mayanın tuttuğunu göstermek için verilecek, umutları canlı tutacaktır. Daha çok tartışılır, yanlışlar varsa düzeltilir ama bu seçimlerde alınacak moral bozucu bir oy oranı, hevesleri kırarak, bu girişimin akim kalmasına yol açabilir. Bu da, Türkiye siyaseti açısından başka bir yapısal sorunun devamı anlamına gelir.