Ukrayna Cumhurbaşkanı Victor Yanukoviç’in Rusya’nın baskısıyla AB ile imzalanması beklenen Ortaklık Anlaşması’nı imzalamaması üzerine patlayan kriz, Yanukoviç’in ülkeyi terk etmesine ve Rusya’nın Kırım’da kontrolü ele geçirmesiyle uluslararası siyasi soruna dönüştü. Rusya üzerine çalışan Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkileri bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Şener Aktürk’le bu sorunun boyutlarını konuştuk.
EMRE CAN DAĞLIOĞLU
misakmanusyan@gmail.com
Ukrayna Cumhurbaşkanı Victor Yanukoviç’in Rusya’nın baskısıyla AB ile imzalanması beklenen Ortaklık Anlaşması’nı imzalamaması üzerine patlayan kriz, Yanukoviç’in ülkeyi terk etmesine ve Rusya’nın Kırım’da kontrolü ele geçirmesiyle uluslararası siyasi soruna dönüştü. Rusya üzerine çalışan Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkileri bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Şener Aktürk’le bu sorunun boyutlarını konuştuk.
-
Ukrayna’da gerçekleşen gösterilerle yaşanan krizin temelinde ne vardı? Protesto eden halkın talepleri nelerdi?
Başkan Yanukoviç, Kasım ayında AB ile imzalanması beklenen Ortaklık Antlaşmasını imzalamaktan son anda vazgeçti, çünkü Rusya, Ukrayna’nın AB’yle böyle bir anlaşmayı imzalamaması için baskı yaptı. Yanukoviç’in AB yerine Rusya’yı tercih etmesinin birbiriyle ilişkili üç sebebi var. Birincisi, Rusya iflas eden Ukrayna ekonomisinin ihtiyaç duyduğu milyarlarca dolarlık yardımı ve doğalgaz indirimlerini yaptı, AB bu boyutta bir yardım yapamayacaktı. İkincisi, Rusya’nın ekonomik yardımının reform koşulu yoktu, oysa AB ancak IMF’nin reform koşulları çerçevesinde sınırlı bir ekonomik yardım paketi önerebiliyordu. Üçüncüsü, Yanukoviç’in oy deposu olan doğu ve güney Ukrayna, Kırım dahil, siyasi ve kültürel olarak Rusya’ya yakın seçmenlerden oluşuyor.
-
Bu kriz, bölgede yükselecek bir AB-Rusya çatışmasıdır denilebilir mi?
Bu kriz şüphesiz Ukrayna’nın geleceği üzerine bir AB-Rusya çatışmasıdır, bunda bir kuşku yok. Bu bağlamda Ukrayna siyaseti üzerine bilmemiz gereken en temel veri bu ülkenin hakikaten %50-%50 denilebilecek kadar eşit ve simetrik bir şekilde AB taraftarı batı ve kuzey Ukrayna’ya karşı Rusya taraftarı doğu ve güney Ukrayna arasında bölündüğüdür. Bu bölünme ülkenin bağımsız olduğu 1991’de bile belliydi ama örneğin Turuncu Devrim’in olduğu 2004 seçimleri ve sonrasındaki tüm seçimlere bakarsanız bu fark çok bariz bir şekilde görülecektir.
-
Nasıl bir sonuç çıkıyor seçimlerden?
Ülkenin en doğusundaki Donetsk ilinde Yanukoviç’in liderliğindeki Rusya yanlısı blok %93 oy alıyor, AB yanlısı blok %5 civarında kalıyor. En batıdaki Lviv’de AB yanlısı blok %93 oy alıyor, Rusya yanlıları %5 civarında kalıyor, ülkenin geri kalanı da bu iki uç arasında coğrafi olarak doğudan batıya gittikçe AB yanlılarının arttığı bir siyasi coğrafya arz ediyor. Kiev’in Meydan’ındatoplanan ve AB bayrakları açarak AB üyeliği için ayaklanan onbinlerce ve hatta yüzbinlerce protestocu çoğunlukla ülkenin batısından. Şunu da belirtmek isterim ki bu batı-doğu farkı siyasi parti ve dış politika tercihlerine ek olarak bir dil ve hatta kısmen din-mezhep farkına da karşılık geliyor.
-
Nasıl yani?
Şöyle ki, en batıdaki Lviv ve çevresi Ukrayna içinde en fazla Ukraynaca konuşan, en radikal Ukrayna milliyetçisi ve neredeyse Ukrayna’ya has diyebileceğimiz Yunan Katolik (Uniate) kilisesine mensup daha dindar bir çekirdeği oluşturuyor. Oysa bu batı uçtan doğuya doğru gittikçe Rusça konuşanların oranı artıyor, Ukrayna milliyetçiliği, Katoliklik ve dindarlık oranları düşüyor. Son olarak bu farklılık ayrıca bir ekonomik kalkınmışlık ve şehirleşme farkına da karşılık geliyor çünkü Rusya yanlısı doğu ve güney Ukrayna daha endüstrileşmiş, şehirleşmiş ve zengin bölgeler, oysa AB yanlısı kuzey ve batı Ukrayna daha az şehirleşmiş, tarıma dayanan, ve fakir bölgelere karşılık geliyor. Doğudaki endüstrileşme de çoğunlukla Stalin dönemi Sovyet endüstri devriminin sonucu.
-
Peki, Kırım niçin krizin merkezi haline geldi?
Rusya yanlısı parti ve liderlere oy verse ve hatta nüfusunun büyük bölümünün anadili veya en azından gündelik dili Rusça bile olsa doğu ve güney Ukrayna illeri etnik olarak Rus değil, Ruslaşmış, yani asimile olmuş etnik Ukraynalılar. Bunun tek istisnası Kırım, çünkü Kırım nüfusunun %58’ini etnik Ruslar, %24’ünü de pekçoğu Rus dili ve kültürüne asimile olmuş etnik Ukraynalılar oluşturuyor. Üstelik Kırım, Ukrayna içinde ‘muhtar cumhuriyet’ statüsüne sahip, kendi parlamentosu, bayrağı ve resmen belirlenmiş coğrafi sınırları içinde muhtar kurumları olan tek bölge. İşte bu sınırlar içinde, bu resmi muhtariyete istinaden, ve etnik Rus ve Ruslaşmış çoğunluğun taleplerine dayanarak, 1994’te bağımsızlığa yaklaşmıştı Kırım, ama merkezi hükümetle muhtariyet konusunda anlaşıldı ve o zaman bağımsızlıktan vazgeçildi. Dolayısıyla bugünkü etnik Rus ayrılıkçı hareketi 1991’den bu yana beklemede tutulan bir koz idi Rusya’nın elinde. Kiev’de bugünkü gibi aşırı Batıcı bir hükümet iktidara geldiğinde Kırım’daki Rus çoğunluğun ülkeden ayrılmakla tehdit edeceğini Ukrayna siyasetini asgari seviyede bilen herkes tahmin edebilir.
-
Rusya, Kırım’ı işgal mi etti, yoksa yetkileri çerçevesinde mi hareket ediyor?
Rusya’nın Kırım’ı işgal etmek gibi bir yetkisi yok elbette. Dahası, Rusya Kırım’a binlerce asker göndererek 1994’te imzaladığı Budapeşte Memorandum’unada açıkça aykırı hareket etmiş ve suç işlemiş oldu. Sovyetler Birliği çöktüğünde Ukrayna topraklarında binlerce nükleer silah vardı. Hatta bu silahlar kalsaydı Ukrayna, ABD ve Rusya’dan sonra dünyanın üçüncü büyük nükleer gücü olacaktı. Fakat ABD, İngiltere ve Rusya’nın baskısıyla Ukrayna nükleer silahlarını Rusya’ya teslim etti ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi (Non-ProliferationTreaty, NPT) anlaşmasını da imzaladı. Dünya tarihinde bu kadar çok sayıda nükleer silahtan vazgeçen bir ülke örneği yoktur. Binlerce nükleer silahtan vazgeçmesinin karşılığında Ukrayna sadece toprak bütünlüğünün garanti edilmesi konusunda ABD, İngiltere, ve Rusya’nın taahhüdünü aldı, ki buna Budapeşte Memorandumu diyoruz. 2009 yılında bu taahhüt ABD tarafından yeniden dile getirildi, teyit edildi.
Tüm bunlara rağmen Kırım’ın işgali suretiyle Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün Rusya tarafından ihlal edilmesi uluslararası hukuk ve anlaşmaları yok saymak demektir. Dahası, bence bu olaydan sonra İran’a, İsrail’e, Kuzey Kore’ye veya başka herhangi bir ülkeye ‘nükleer silahlardan vazgeç, toprak bütünlüğün uluslararası camia tarafından garanti altında’ demenin hiçbir ikna edici tarafı kalmamış olacak. Ukrayna nükleer silahlarından vazgeçmemiş olsaydı Rus ordusu bir Ukrayna köyünü bile işgale cesaret edemezdi; bugün ülkenin yarısı üzerinde tehdit oluşturuyorlar.
Öte yandan Kırım’ın Sivastopol (Akyar) liman şehrindeki muazzam askeri üs yasal olarak Ukrayna ve Rusya arasında yapılan anlaşmaya istinaden en azından 2042 yılına kadar Rusya’nın kontrolünde kalacak. Rusya’nın Karadeniz Filosu ve dolayısıyla büyük bir askeri varlığı yasal olarak Sivastopol’de var. Bu şehri Kıbrıs’ta halen yasal olarak İngiltere’nin elinde olan iki İngiliz üssüne benzetebiliriz. Sivastopol fiilen bir Rus şehri ve Kırım’ın geri kalanından ayrı bir statüsü de var. Ama bugün Kırım’ın Rusya tarafından işgalinden söz ettiğimizden şu anda Kırım yarımadasının diğer büyük şehirlerine giren binlerce Rus askerinden bahsediyoruz, yasadışı olan da bu.
-
Kırım’daki üçüncü büyük etnik grup Tatarlar. Bu grubun Rusya ve AB’ye bakışları nasıl?
Kırım’daki Tatarların bakışı ise tam tersine son derece olumlu. Kırım’da Ukrayna’nın bölünmez bütünlüğünü ve AB’yle entegrasyonu savunan başlıca unsur Tatarlar. Tatarlar ayrıca son derece organize ve disiplinli bir etnik grup ve dikkat ederseniz, Kırım’ı Ukrayna’dan koparmak isteyen Rus milliyetçilerinin kamu binalarını işgaline karşı protestolar yapan ve mücadele edenler etnik Ukraynalılar değil, Kırım Tatarları. Çünkü Kırım Tatarlarının çok travmatik, acı dolu bir tarihi var. 1783’ten bu yana dalgalar halinde gelen katliamlar ve sürgünlerin üzerine en son ve muhtemelen en acımasız bir zulüm örneği olarak 1944 yılında Stalin, Tatarları Nazi Almanya’sıyla işbirliği yapmakla suçladı.Aynı günde Sovyetler Birliği’nde yaşayan her bir Kırım Tatarı, cephede Almanya’ya karşı Sovyet ordusunda savaşanlar dâhil, tutuklanarak trenlere dolduruldu ve Orta Asya’ya sürgün edildi. Haftalarca süren bu tren yolculuğu sırasında trenlerin kapıları kilitli tutuldu, binlerce Tatar bu trenlerde öldü, cesetlerin bozulması da dahil sağlıksız koşullar nedeniyle salgın hastalıklar toplu ölümlere sebep oldu. Resmi Sovyet rakamlarına göre Tatarların %22’sinin 1944’teki bu sürgünde öldüğü kabul edilir, ama Tatarlar ise bu oranın %46 olduğunu iddia ediyorlar, dolayısıyla Tatarların en az dörtte birinin ve hatta belki de yarıya yakınının bu sürgünde öldüğünü söylemek daha doğru olur. Fakat Kırım Tatar dramı burada bitmedi. Stalin yirmiye yakın etnik grubu Nazilerle işbirliği suçlamasıyla sürgün etmişti ama bunlardan üçü hariç tamamı Stalin’in ölümünden sonra Kruşçev tarafından affedildi ve topraklarına geri dönüp eğer daha önce varsa muhtar cumhuriyetlerini kurmalarına izin verildi, mesela Çeçenler bu kategoridedir. Sadece üç etnik grup ise Kruşçev tarafından dahi affedilmedi ve geri dönüşlerine izin verilmedi; bunlar Volga Almanları, Kırım Tatarları ve bizim Ahıska Türkleri dediğimiz Meşketlilerdir. Volga Almanlarının %95’i Almanya vatandaşlığı kazanarak Almanya’ya göç etti ama Kırım Tatarları ve Ahıska Türklerinin dramı halen devam ediyor. 1944’teki soykırıma varan sürgünün önemini vurgulamazsak Kırım Tatar kimliğini ve siyasetini ve bugün Kırım’ın tekrar Rusya’ya bağlanmasına karşı yürüttükleri direnişi anlamak mümkün olmaz. Kırım Tatarları bütün baskılara rağmen 1987’de Moskova’da Kızıl Meydan’da gösteri yapacak kadar cesur ve gözükara bir mücadele yürüttü. Sovyetlerdeki etnik uyanışın ve diktatörlüğün çöküş sürecinin önemi aktörlerinden biri olmuştur Kırım Tatarları bu tavizsiz, kesinlikle şiddetsiz, ve diğer etnik gruplara örnek olan mücadeleleriyle. Stalin’e, Kruşçev’e, Brejnev’e bile direnen Tatarların Putin’den korkup geri adım atacaklarını düşünmek pek mantıklı değil. Bu şekilde kendi mücadeleleriyle 250,000-300,000 civarında Kırım Tatarı sürgün edildikleri Orta Asya’dan Kırım’a dönebildi. Oysa sadece Özbekistan’da bile halen 1944 sürgününden kalan 100,000 civarında Kırım Tatarı olduğu söyleniyor. Türkiye başta olmak üzere Batı ülkeleri Kırım Tatarlarının her anlamda meşru ve makul talebini karşılayarak onların geri dönüş yolculuğu ve Kırım’da ikamete edebilecekleri konutları inşası için gerekli ekonomik desteği verseydi, bu kalan Tatarlar da bugün Kırım’a dönmüş, Kırım’ın Ukrayna’dan kopup Rusya’ya bağlanması tehlikesi de bertaraf edilmiş olacaktı. Bugün Kırım’da yaşayan etnik Rusların büyük bir kısmı 1944’ten sonra Kırım’a getirilmiş yeni yerleşimciler ve onların çocuklarıdır. Kırım Tatarlarının mücadeleleri boyunca hiçbir şekilde silahlı direnişe veya teröre bulaşmadıklarını, liderleri Mustafa AbdülcemilKırımoğlu başta olmak üzere Batı dünyası tarafından bu silahsız, şiddetsiz direnişleri sebebiyle de takdir ve taltif edildiklerini de tekrar vurgulamak isterim.
-
Rusya’nın bu tavrına dünyadaki diğer güçlerden bir tepki bekliyor musunuz?
Dünyadaki diğer güçler arasında ABD ve NATO dışında bölgeye müdahale edebilecek başka bir güç yok. Bu mülakat yayınlandığında, eğer hala Rus ordusunun geri çekilmesi sağlanamadıysa işgal kalıcılaşmış demektir.
-
Son olarak, Rusya’nın son yıllarda müdahil olduğu her krizden galip çıkmasının (Gürcistan, Suriye) sebepleri nelerdir? Bölgesel hakimiyetini geliştiren bir Rusya’dan mı, yoksa artık dünya devi bir Rusya’dan mı bahsediyoruz?
Bu bahsettiğiniz galibiyetlere rağmen, Rusya’nın dünya devi olduğunu söylemek aşırı bir yorum olur. Rusya’nın mirasçısı olduğu Sovyetler Birliği Nikaragua’dan Küba’ya, Angola’dan Etiyopya’ya, Vietnam’dan Yemen’e kadar beş kıtada onlarca ülkede hükümet değiştirebilecek askeri ve siyasi operasyonlara girişebilen gerçek bir dünya deviydi. Bugün o halen o kategoride olan tek süper güç şüphesiz ABD’dir. Ama Rusya da, Baltık cumhuriyetleri hariç eski Sovyet coğrafyasında, yani Orta Asya, Kafkaslar, ve Ukrayna’da ve hatta Suriye gibi askeri güç bulundurduğu bir Ortadoğu ülkesinde bile, kendisine rağmen bir rejim değişikliği yapılamayacağını çok açık bir şekilde göstermiş oldu.Eskiden Brejnev doktrini vardı, uluslararası ilişkiler okuyanlar veya yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır: SSCB, sosyalist rejime sahip herhangi bir ülkede sosyalizm tehlikeye girdiğinde askeri müdahale hakkını kendinde görüyordu. Brejnev doktrinine istinaden Sovyet ordusu Prag’daki ve Kabil’deki sosyalist hükümetleri kurtarma mazaretiyleÇekoslavkya’yı (1968) ve Afganistan’ı (1979-1989) işgal etti mesela. Bugün de Rusya, hâlihazırda Rusya’nın yörüngesinde siyaset yapan bir düzine ülkede eğer Rus-karşıtı bir hükümet değişikliği olursa askeri müdahaleyle onları tekrar Rusya’nın yörüngesinde hizaya getirme hakkını kendinde görüyor.
Rus-karşıtı liderler, Azerbaycan’da, Gürcistan’da, Moldova’da iktidara geldiğinde Karabağ’ın, Osetya’nın, Abhazya’nın bu ülkelerden kopmasını askeri, siyasi, ekonomik ve diplomatik olarak desteklemiş ve amacına ulaşmıştır Rusya. Aynısını şimdi de Kiev’de iktidara gelen Rus-karşıtı Ukrayna hükümetine Kırım’ı Ukrayna’dan koparmakla tehdit ederek yapıyor. Yeni Ukrayna hükümeti eğer ülkeyi tek parça halinde tutmak istiyorsa, ülkedeki Rus askeri ve ekonomik çıkarlarını ve ayrıca Rusça’yı ikinci bir resmi dil olarak korumayı taahhüt etmesi gerekiyor ki bence başka da gerçekçi bir seçeneği yok Ukrayna hükümetinin. Tabi eğer ülkenin ikiye bölünmesini ve Kırım’ı ebediyen kaybetmeyi istemiyorlarsa.
-
Kırım'ın Türkiye'nin hafızasında önemli bir yeri var. Bu durum karşısında tavrı ne olacak?
Türkiye, örneğin Gürcistan üzerinden örtük bir şekilde ve Suriye üzerinden açık bir şekilde Rusya’yla güç mücadelesine girdi ve her ikisinde de çok ağır bir şekilde kaybetti. Zaten Osmanlı İmparatorluğu da Rusya’ya karşı savaşları ardı ardına ve ağır bir şekilde kaybettiği için çöktü, yoksa Rusya’yla yapılan savaşlarla karşılaştırınca Osmanlıların İngilizlere, Fransızlara, İtalyanlara karşı çok ağır askeri mağlubiyetler aldıkları için çöktüklerini söylemek mümkün değil. Osmanlı ve Türkiye için 300 yıldır mücadele edilen ve askeri anlamda sürekli mağlup olunan bir numaralı rakip Rusya. SSCB’nin çöküşüyle son 300 yılın en büyük işbirliği ve dostluk fırsatı geçti Türkiye ve Rusya’nın eline ve bu fırsatı da turizmden ticarete, nükleer enerjiden askeri işbirliğine kadar pekçok alanda iki ülke gayet iyi değerlendirdi. Ama 2008 yılındaki Rus-Gürcü savaşından bu yana ilişkiler kötüleşiyor. Gürcistan ve Ukrayna gibi Türkiye’yle Rusya arasındaki tampon bölgelerin Ruslar tarafından tekrar işgal edilerek ortadan kaldırılması Türkiye ve Rusya’yı 1700-1991 arasında yaşadıkları stratejik ortama geri döndürür, yani Rusya Türkiye’nin komşusu ve en önemli yakın tehdidi haline gelir. Dolayısıyla Türk-Rus ilişkilerinin iyi gitmesi için Ukrayna’nın ama özellikle Gürcistan’ın toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı muazzam öneme sahip.
-
Türkiye'nin hukuki olarak hak sahibi olduğu konusunda ne denebilir?
Türkiye’nin Rusya üzerinde Küçük Kaynarca’dan bu yana halen devam eden bir hakkı yoktur, ondan sonra bir sürü başka anlaşma yapıldı, Edirne, Kars, vs. Üstelik 1954’te Kırım SSCB içinde el değiştirdi, vs. Eğer öyle bir hak olsaydı tüm bu 200 küsur yıllık süreçte o hak iddia edilirdi. Bu saçma ve temelsiz iddianın Rus gizli servisi tarafından özellikle bu kritik süreçte Türklerin aklını karıştırmak ve ‘Kırım’ın Ukrayna’dan kopması Türkiye’nin yararına olabilir’ gibi tamamen siyasi gerçeğin tersine bir algıyı yaratmak için ortaya atıldığını duydum ve bu da çok mantıklı geldi. Bu kadar saçma bir iddianın üzerine bu kadar medyatik gürültü koparılması da herhalde Kırım başta olmak üzere etrafındaki coğrafya hakkında Türkiye kamuoyunun derin cehaletinin bir göstergesi maalesef. Türkiye 1991’den bu yana onbinlerce Kırım Tatarlarının geri dönüşünü sağlamak başta olmak üzere pekçok kritik hamle yapabilirdi ve bunların Türkiye’ye ekonomik yükü de göreceli olarak pek az olurdu. Türkiye’nin yaptığı en önemli somut yardım Tatarlar için bin konut inşaatını finanse etmesidir diye biliyorum. Bu de önemli tabi, ama 1991’den bu yana geçen 23 yılda, Kırım gibi Türkiye’ye göre nispeten yoksul bir yörede, bin değil yirmi bin konut yaparak 100,000 Tatarın geri dönüşüne olanak sağlamak Türkiye’nin altından kalkamayacağı çok ağır bir ekonomik yük müydü? Bilemiyorum. Belki dekısmen haklı olarak Rusya’dan korktu Türkiye, özellikle Rusya’nın karşı hamleleriyle 1990’larda başarısız olan Türki dünyaya açılma girişiminden sonra. Türkiye’de Kırım Tatar kökenlilerin sayısının da bir milyona yakın olduğu söyleniyor ve bunlar arasında Türkiye’nin en meşhur tarihçileri, en zengin işadamları, toplumun seçkin tabakasının önemli bir kesimi de var. Belki onlar sivil girişimlerde bulunabilir.