Can Öktemer, “Yeşilçam Kötüleri” çizimleriyle tanınan Hakan Arslan ile hem çizimleri hem de ismi dahi pek çokları tarafından bilinmeyen ama Yeşilçam’a çok emek vermiş insanları üzerine konuştu.
Yeşilçam Kötüleri çizimlerinizle tanıyoruz sizi. Karakter oyuncularına bu ilginizin kaynağı nedir?
Sevilirler ve fazlasıyla akılda kalıcıdırlar. Dünya sinemasına baktığımızda karakter oyuncularının özellikle de kötü adam rollerine bürünenlerin çok fazla sevildiğini rahatlıkla söylemek mümkün. Karakter oyuncuları rolleriyle bütünleşmiş kendilerine özgü tarzları olan, böylelikle insanların hafızasında kolayca yer edinebilmiş özel oyunculardır. Yeşilçam'ın karakter oyuncuları ise her zaman rastlayabileceğimiz içimizden biri olan tiplemelerdir. Bazen mahallenin kurnaz esnafı bazen de zulmeden bir kabadayı. Doğar, dövüşür, hile yapar, mutlu olur, kin duyar. En önemlisi de, gerektiğinde ölmesini bilirler.
Peki, bu karakterleri çizme fikri nasıl oluştu?
Çocukluğumdan beri izlediğim bu karakterlere ve oyunculuklarına hayranım. Bu yüzden herkesin sıkça gördüğü, ismini bazen hatırladığı ya da hiç bilmediği o karakterleri kendi çizgimle biraz yorumlayıp öne çıkartmak istedim, bir nevi hatırlatma ve anma oldu diyebilirim.
Aslında bu seriden önce de Yeşilçam'a ait yayınlanmış birçok çizimim mevcut. Bu seferki bir seri şeklinde oluşturulduğundan, insanların daha çok hoşuna gitti. Yakın zamanda bu seriyi daha da genişleterek kapsamlı bir Yeşilçam Sergisi planlıyorum.
‘Yeşilçam Sineması’na ilgi bu kadar yoğunken, onu var eden insanlar hakkında bilgimizin bu kadar az olmasının sebepleri nedir sizce?
İlgi seyretmekten öteye gitmiyor çünkü. Birçok sosyal olayda da olduğu gibi duyarlılığımız sadece yüzeysel ilgiden ibaret. Artık kolaylıkla ve her an ulaşabildiğimiz bu filmlere uzaktan seyirciyiz, kısaca araştırmayı pek sevmiyoruz.
Bu bilgisizlik bazen şehir efsanelerine de yol açıyor. Örneğin Yadigar Ejder’in parasızlığından bir parkta donarak hayatını kaybettiği anlatılır. Hâlbuki gerçek bu değil. Bunun gibi başka abartılı hikâyeler biliyor musunuz?
Bugünlerde sosyal medyada ünlü birçok ismin sahte ölüm haberiyle sıkça karşılaşabiliyoruz. Bu tarz haberlere bir de vefasızlıkla özdeşleşmiş emekçi Yeşilçam karakterlerinin gerçek ölüm haberlerinin eklenmesi maalesef bu tarz efsane ölüm senaryolarını da beraberinde getiriyor. Bu tarz haberlerin gerçek olup olmamasından ziyade üzücü olan, toplum olarak birçok şeyin değerini onu kaybedince anladığımız yalanına kendimizi inandırmış olmamız.
Figüranlık yapan Suphi Özkaya’nın bir filmin çekimleri sırasındaki ölümü Yeşilçam’da farklı söylentilere yol açmış. Film sahnesini daha iyi görebilmek için elektrik direğine tırmanan Özkaya cereyana kapılarak hayatını kaybeder. Fakat o dönem Yeşilçam’daki söylentilere göre Suphi Özkaya kendi hatası neticesinde ölmemiş, teleferikte çekilen kavga sahnelerinde Yılmaz Köksal’ın yerine dublörlük yaparken, yüksek bir yerden düşmüş, boynu kırılarak ölmüştür. Gerçekler ortada olmasına rağmen o dönem hiçbir günahı olmadığı halde Yılmaz Köksal, bu dedikoduların bir numaralı hedefi haline gelmiştir.
Bir de Ayhan Işık'ın ölüm nedeni yüzünden çocukluk yılları döneminde 'Aman uzun süre güneş altında kalma! ' nasihatleri alan dostlarım mevcut.
Yeşilçam hakkında çoğu zaman bu ilgisizliğe bağlı olarak ‘vefasızlık’ hikâyeleri gündeme gelir. Bu ‘vefasızlık’ anlatısı ne kadar gerçek veya samimi sizce?
Yeşilçam sinemasında bana göre asıl sorun vefasızlıktan değil insanların zamanında çalışmalarının karşılığını tam anlamıyla alamamalarından veya almaları gerektiği karşılığın onlara bir şekilde verilmeyişinden kaynaklanıyor. Bu aslında benim de çok iyi bildiğim bir konu değil ama Yeşilçam sinemasında özellikle figürasyon ve yan rollerin güvencesiz iş ortamlarında çalışması, çekilen film sayısına göre aldıkları düşük ücret ve telif hakları sorununu da yine bu mağduriyetin önemli sebepleri arasında sayabiliriz.
Yine bana göre bir başka önemli sebep de bu rollerde oynayan kişilerin sinemayla tanışıklığı. Birçok Yeşilçam karakter oyuncusunun sinemayla tanışma hikâyesi tesadüflere dayanıyor. Erol Taş bir film çekiminde film ekibine zorluk çıkaranlarla kavgaya girişmesi sonucu yönetmen tarafından keşfedilmiştir. Lokantacılık, leblebicilik yapan Necdet Tosun, en son bir terzide çalışırken çekim için Burhaniye'ye gelen film ekibi tarafından fark edilir. Çetin Başaran İstanbul'da işportacılık yaparken zabıtalara yakalanmamak için korku içinde kaçarken kendisini Galata Köprüsü’nden aşağıya bırakır. Rastlantıdır ki oradan geçen yönetmen tarafından fark edilir ve keşfedilir.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz. İstanbul'a şöhret için gelen birçok yüz kendine özgü bu tarz farklı hikâyelerle doludur ve hepsinin amacı aynıdır. Şöhret olmak, sevdiği bir şeyin parçası olabilmek, takdir görmek… Bu ortak amaç da onların bu tarz olumsuz koşullar içinde çalışmakla yetinmelerine vesile olmuştur. Çünkü işin içine bir anda girmişlerdir, kendilerine bu fırsatı veren, ön ayak olan kişiye borçlu olduklarını düşündüklerinden koşulsuz şartsız itaat ederler.
Günümüzde vefasızlık anlatısı çoğu kez düşkün olarak gösterilen bir aktör ya da aktristin bu düşkünlüğünün nedeninin anlatılmaması üzerine şekillenmektedir. Özellikle televizyon haberlerine çıkartılmalarıyla bu oyuncular açıkça televizyon için kullanılmaktadır. Bence asıl vefa bu insanların emeklerinin karşılığını gerçekten vermekten, onları her zaman hatırlamaktan geçer.
Hakan Arslan’ın çizimlerine blogundan ulaşabilirsiniz: http://hakkanarslan.blogspot.com.tr/