Batı Ermenicesi, pek fazla konuşanı olmayan bir dil; bu dilde espriler üreten sanatçıların sayısı ise çok daha az. Malum, espri yeteneği zekâyla ilişkilidir, bilgi birikimi de gerektirir. Bunlar, düşünceleri sınırlanmış, ufku daralmış insanlara iki numara büyük gelir; öyle olunca, espriyi anlamak yerine sataşmayı, karalamayı tercih ederler. Oysa kimse kimsenin inancının bekçisi olmaya soyunmamalı, akıl erdiremediği alanlara bulaşmamalı.
6 ve 7 Mart’ta İstanbul’da izleyicileriyle buluşan, Lübnan doğumlu komedyen Vahe Berberian, özellikle dinî konulardaki esprileri sebebiyle, sosyal medyada eleştirildi. Mayıs ayında İstanbul’da tekrar sahne alçak olan Berberian’la konuştuk
Aile kökenlerinizle başlayalım mı?
Anne tarafım Arapgir ve Harput yörelerinden, baba tarafından dedem Eğinli, babaannem ise Malatyalı. Dedem Harutyun Berberyan, Eğin’in Dzag köyünde doğmuş ve uzun yıllar o köyde öğretmenlik yapmış. Babam Rafi Berberyan soykırım döneminde bir yaşındaymış. Dedem askere alınmış, bir daha da dönmemiş. Erkek kardeşleri baltayla katledilmiş, ailenin kadınlarıysa sürgüne gönderilmiş. O aileden sadece babam ve babaannem sağ kalmışlar. Babaannemi ve babamı bir Türk evinde saklamış. Babaannem mütarekeden sonra ailesinden sağ kalanları bulma ümidiyle, oğluyla birlikte Malatya’ya ve Eğin’e gitmiş. Yedi ve dokuz yaşlarında olan iki kızının çok güzel olduklarını anlatır, o yüzden de kimsenin onlara kıyamayacağına inanırdı. Babam ve annesi, altı yıl Dzag köyünde yıkıntılar arasında yaşadıktan sonra Halep’e göç etmişler. Daha sonra babam Lübnan’a geçmiş ve orada annem Keğanuş Avakyan’la tanışmış.
Evde Türkçe konuşulur muydu?
Pek konuşulmazdı. Sadece babaannem benden gizli bir şey söyleyeceği zaman Türkçeye başvururdu. Kulağım Türkçeye aşina. Yaklaşık 10 gündür İstanbul’dayım, bolca Türkçe duyuyorum ve neredeyse her şeyi anlıyorum. Bu çok keyifli bir şey. Biraz daha kalsam...
Lübnan’dan ne zaman ayrıldınız?
Kaliforniya’ya gittiğimde 17 yaşındaydım. Orada gazetecilik eğitimi aldım ve yaklaşık 10 yıl Los Angeles’teki Asparez gazetesinde çalıştım. Benden 12 yıl sonra, önce kız kardeşlerim, sonra da annem ve babam Amerika’ya geldi.
Gençlik yıllarınızdaki Lübnan ile bugünkü Lübnan arasında ne gibi farklar var?
Eskiden Lübnan’da yoğun bir Ermeni nüfusu vardı. Bugün orada halen aktif bir Ermeni toplumundan bahsetmek mümkün ama benim çocukluğumun geçtiği mahallelerde neredeyse hiç Ermeni kalmadı. Lübnan’dan göç eden Ermenilerin sayısı 100 bine ulaştı.
Bu, İstanbul’a ikinci ziyaretiniz. Bu kez toplumun daha geniş bir kesimiyle bir araya geldiniz. Neler gözlemlediniz?
Yıllar önce Kınalıada’ya gelmiş, orada kısa bir gösteri yapmıştım. Bu defa İstanbul’daki Ermeni toplumuna dair izlenimlerim farklı. Öncelikle, aradan geçen geçen yıllar içinde İstanbul’daki Ermenileri daha iyi tanıdım. Ne de olsa dünyanın her yerinde İstanbulluların oluşturduğu küçük diaspora toplulukları var. Bu arada, İstanbullu Ermeniler de sosyal medya aracılığıyla gösterilerime aşinalık kazandılar. Dolayısıyla İstanbul’da hiç yabancılık çekmiyorum.
Toplumumuzda Ermenice konuşanların sayısı günden güne azalıyor. Bu durum sizin için bir zorluk oluşturuyor mu?
Asla. Çünkü beni izlemeye gelenler zaten Ermenice konuşanlar. Ancak seyircilerin, bazı esprilerimi, yanındakiyle fısıldaştıktan sonra anladığını fark ettim.
Ermeniceyi anlamakta zorlansa da sizi izlemeye gelenlerle başka yerlerde de karşılaşıyor musunuz?
Bu kadar çok değil. Amerika’da veya Fransa’da da kimi dostlarım beni izlemek için gelmişlerdi ama Ermenice neredeyse hiç anlamıyorlardı. Hatta Ermeni olmayan pek çok izleyicim de olmuştur. Aynı durumla burada da karşılaştım; bu benim için yeni bir şey.
Dinî konulardaki bazı esprileriniz nedeniyle sosyal medyada eleştirilere hedef oldunuz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Espriye karşı tutumumuz bir sınavdır aslında. Eğer inancınız benim esprilerime tahammül edemiyorsa, gidin kendi inancınızı sorgulayın. Demek ki inancınız benim esprilerimden zarar görecek kadar zayıf. Sonuçta espri dediğimiz şey, bazı konuları büyüteç altına almaktan ibaret. O yüzden de böyle eleştirileri fazla ciddiye almam. Allah’ın da bir espri anlayışına sahip olduğuna inanıyorum. Olmalı da. Neticede insanı kendi suretiyle yaratmadı mı? Benim espri anlayışım nereden kaynaklanıyor? Bunlar acınası durumlar. Ayrıca eğer Allah’a karşı günah işliyorsam, bu da benimle onun arasındaki bir mesele. Eleştirenlerin araya girmeye ne hakkı var? Onları kim vekil tayin etti? Bununla ilgili bir anımı paylaşayım. Bir defasında yüksek dereceli bir rahip oyunumu izlemeye geldi ve kahkahalar attı, hararetle alkışladı. Gösteriden sonraki ilk pazar, kilisedeki vaazından sonra aynı gösteriye gelen bir kadın, oyuna dair sitemde bulunmuş. Rahip, buna cevaben şöyle demiş: “Sen hiç Vahe’nin kiliseye gelip de benim işlerime karıştığını gördün mü? Sen niye onun işlerine karışıyorsun?”
Kadınları erkeklere kıyasla daha değerli gördüğünüz söyleniyor...
Doğrudur, kadınların erkeklerden çok daha güçlü olduklarına inanırım. Ayrıca insan olarak kadın ve erkeğin eşit olduğu fikrindeyim ama bu, aralarında farklar olmadığı anlamına gelmez. Ne yazık ki zaman, bir sürü şeyi değiştirdi. İnsanlar farklılık ile eşitliği karıştırıyor. “Farklılık var” dediğin zaman eşit olmadıkları sonucunu çıkarıyorlar ama ben kadın ve erkek arasında dağlar kadar fark olduğuna inanıyorum. En basit saptamayla, kadınların vücut gelişimi bakımından erkeklerden zayıf olduğunu gözlemleyebiliriz. Kadın anne olur, erkek olamaz. Bu sadece doğurganlık meselesi de değil. Koskoca bir psikolojik dünya var burada. Doğurmak bir yaratıcılık eylemidir ve bir günde bitecek bir şey değildir. Çocuk büyütmek de bir sanattır. İki cins arasında daha bir yığın biyolojik ve psikolojik fark var. Erkek şiddete daha meyillidir. Siz, kadınların eşitlik talebiyle “Biz de sizin gibi rezil olmak istiyoruz” dediklerini düşünebiliyor musunuz? Bana tuhaf gelen birçok şey var. Mesela orduya katılıp savaşmaya heves eden kadınları anlayamıyorum. Erkekler eşek oldukları için ordular kurup savaşıyorlar, kadınların da aynı eşekliği yapmaları şart mı?
Mizahın teması genellikle insandır. İstanbul’da yeni temalar buldunuz mu?
Henüz bilmiyorum. Biraz düşüneceğim ve eminim bir şeyler çıkartacağım.
‘Planlamadan çizerim’
Resim serüveniniz ne zaman başladı?
Bir başlangıcı yok. Çocukluğumdan beri çiziyorum. Konuşmayı, okumayı, yazmayı bilmediğim dönemlerde bile çizerdim. Annem o defterlerimi saklar hâlâ.
Resimlerinizde ilk bakışta fark edilebilen figürler yok. Nasıl bir yöntem izliyorsunuz?
Haklısınız. Genellikle kafam boşken çiziyorum, hiç planlamadan. Bir anlamda, elimi beynimden bağımsız hale getiriyorum; resim yaparken beynim elime hükmetmiyor. Bankada çalışan biri sabah uyandığında önce aklını toparlar, sonra çalışmaya başlar. Bense, atölyeye girerken aklımdaki her şeyi darmadağın edip, yeni bir şey yaratmanın yolunu açmalıyım. Bir tuvalin karşısına geçip insan resmi yapmayı tasarlayamam, bir kompozisyon tasarlayamam ben. Eğer öyle bir düşünce gelirse aklıma, önce o düşünceden sıyrılmaya çalışırım. Bu yüzden de resim yaparken çok içki ve sigara tüketiyorum.