Özellikle, çağrının sadece PKK’yı mı yoksa bütün Kürt direniş hareketlerini mi hedeflediği hususunda görüşler farklı. “Hiçbir hazırlık yoktu” diyen Bülent Arınç bir yanda, “Bir yıldır görüşüyorlardı” diyen Özgür Özel öbür yanda. Bizzat Sırrı Süreyya Önder ile Tülay Hatimoğulları, Çağrı’nın YPG’yi kapsayıp kapsamadığı konusunda fikir birliği halinde değiller. Fakat bu konuda yazmak son derece zor. Sadece bu karşıtlıklar olduğu için değil, gelişmelerin daha oluşmamış olması yüzünden. Fazla uzatmak istemiyorum, söyleyeceğimi hemen deyivermek istiyorum...
Öcalan çağrısının 2 dilde okunmasını ben yandaş NTV ve CNN Türk’ten izledim, ama sadece Türkçesini duyabildim. Çünkü Kürtçesi okunurken spiker bastırıp konuşuyordu. Aynı şey ulusalcı Sözcü TV’de de olmuş .
Şimdiden kötümser olmak istemiyorum, hele de bu kadar yaşamsal bir konuda. Fakat Devlet’in bu çağrıyı nasıl anladığı korkarım oradan belliydi. Şu anda da, ne kadar yandaş ve ulusalcı medya organı varsa, “Öcalan” demeden önüne mutlaka “Teröristbaşı” koymaya özen gösteriyor.
Bir yandan “Süreç” sürdürülürken, DEM ve CHP belediye başkanları sürekli kayyımlanıyor. Gazeteciler Adalet Sarayı kapılarına abone.
Prof. İbrahim Kaboğlu ve İstanbul Barosu’nun 10 yönetim kurulu üyesi hakkında “Basın Yoluyla Terör Örgütü Propagandası Yapmak” ve “Basın Yoluyla Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yaymak”tan 12 yıl isteniyor
2015 seçimlerindeki AKP düşüşünden önce 3 yıl arka arkaya Türkiye’de müzakerelere davet edilmiş Suriyeli Kürt lider Salih Müslim’le röportaj yapan gazeteci Nevşin Mengü bile “terör örgütü propagandası”ndan 1 yıl 3 ay ceza alıyor .
Ama bunlar saymakla bitmez, biz esasa gelelim.
***
Malum, Çağrı 2 bölümden oluşuyor.
1) Öcalan’ın el yazısıyla açıkladığı, PKK’yı silah bırakmaya ve kendini feshetmeye çağıran, ayrı devlet ve federasyon vs. kurmayı konu dışı bırakan çağrısı;
2) Yine Öcalan’ın eklediği ve Sırrı Süreyya Önder tarafından açıklanması mutabakatla kararlaştırılmış not: “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz silahların bırakılması ve PKK'nın kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir."
Bu ikinci bölüm son derece net. Birinci bölümde geçen “Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır. Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nın; güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır” cümlesini tekrarlıyor ve vurguluyor. Zaten “fazla net” olduğu için açıklama metnine dahil ettirmemiş Devlet, besbelli.
Ama birinci bölüm yeterince açık değil, hatta bazı bakımlardan flu.
***
Özellikle, çağrının sadece PKK’yı mı yoksa bütün Kürt direniş hareketlerini mi hedeflediği hususunda görüşler farklı.
“Hiçbir hazırlık yoktu” diyen Bülent Arınç bir yanda, “Bir yıldır görüşüyorlardı” diyen Özgür Özel öbür yanda.
Nitekim, Suriye’deki Kürtlerin örgütü Demokratik Birlik Partisi PYD’den Salih Muslim "Demokratik siyasetin yolu, özgür örgütlenme, diplomasinin yolu açılır, özgürlükler gelişirse biz de silahlarımızı elbette kenara bırakabiliriz" biçiminde olumlu yaklaşıyor. Fakat PYD’nin silahlı kanadı olan ve ABD tarafından silahlandırılan Halk Savunma Birlikleri YPG lideri Mazlum Abdi “Çağrı Türkiye’deki iç politikayla ilgili, Suriye’deki Kürtleri ilgilendirmiyor, biz silah bırakmayacağız” diyor .
Türkiye’deki sağcı-Türkçü muhalefeti ve hele de, “[Türklük biçimindeki] vatandaşlık tanımını değiştirmek isteyen varsa silahla gelsin” incisinin sahibi (Allah selamet versin) Doğu Perinçek’i dikkate almasak bile, bizzat Sırrı Süreyya Önder ile Tülay Hatimoğulları, Çağrı’nın YPG’yi kapsayıp kapsamadığı konusunda fikir birliği halinde değiller.
Fakat bu konuda yazmak son derece zor. Sadece bu karşıtlıklar olduğu için değil, gelişmelerin daha oluşmamış olması yüzünden.
***
Fazla uzatmak istemiyorum, söyleyeceğimi hemen deyivermek istiyorum:
Bu kadar farklılıkların bulunduğu bir konuda Devlet hiç bilemiyorum ne kadar olumlu davranacak Süreç hakkında. Çünkü:
1) 21. Yüzyıl Türkiyesi’nde her şeye ama her şeye karar veren tek kişi olan CB Erdoğan işin başından şöyle başladı: “Uzattığımız elin havada bırakılması veya ısırılması halinde demir yumruğumuzu daima hazır tutuyoruz"” .
Süreç’le en ilgili kurumun yani Adalet Bakanlığı’nın başındaki Yılmaz Tunç böyle nazik bir konuda baştan kesip attı: “Herhangi bir pazarlık, al ver süreci gibi bir durum söz konusu değil. Hukuk devleti pazarlık yapmaz”.
2) Dünyada bütün benzer silahlı kalkışma durumlarının çözümünde görülen af, yönetici kadro için Devlet’in gündeminde yok.
Sadece, “Türk vatandaşları olan örgüt üyelerinin ise silahlı eyleme girmemeleri koşulu ve İSPATIYLA topluma kazandırılması planlanıyor.”
İyi de, hukukun 1 numaralı ilkesini yani “Hiç kimse masumiyetini İSPATLA yükümlü kılınamaz. Savcılar suçu İSPATLA yükümlüdür”ü ne yapacağız?
3) “Hem Irak hem Suriye’de silahların bırakılması ve kayıt altına alınmasını kontrol edecek ayrı ayrı yapılar kurulacak. Bu yapılarda Türk ve yerel yetkililer birlikte görev alacak.” Yani, Türk Devleti her üç ülkede de tam kontrol sahibi olacak.
Türkiye’de anladık, zaten PKK eylemleri çok uzun zamandır görülmüyor. Ama diğer ikisinde nasıl olacak? Herhalde, oralara yine yapılacak “operasyonlar” yoluyla.
4) Belki de en önemlisi:
Bu Çağrı’ya ilişkin bazı yaşamsal hususları “Türkçe” ve “Kürtçe” olarak ayrı ayrı düşünürsek, yani mantık yürütüp “Kürtçe”sini kurgularsak, en az üç konuda çok farklı şeyler anlamak mümkün olabilir.
Hürriyet’ten Hande Fırat’ın haberinde “Türkçe”lerini okuyoruz:
a) “Kürt örgütleri, ‘itaat ettik’ mesajı verip, ardından, zamana yayarak provokasyonlarla süreci baltalayabilirler.”
Bu cümleyi şimdi “Kürtçe” olarak kurgulayalım:
“Türk devleti ‘demokrasi getirdik’ mesajını verip, ardından, zamana yayarak süreci operasyonlarla baltalayabilir.”
b) “Devlet gerekli gördüğü demokratikleşme adımlarını da ancak bu lağvetme süreci başarıyla tamamlanırsa gündemine alacak.”
Bu cümlenin de “Kürtçe”sini kurgulayalım:
“Türk Devleti gerekli görürse demokrasi getirecek, görmezse getirmeyecek. Silah bırakma ve feshin başarıyla tamamlandığına da sadece kendisi karar verecek.”
***
Ne diyorsunuz, çok mu karamsar düşünüyorum? Bütün Türkiye ve komşuları için bu kadar yaşamsal olan bir konu, amacı olan barışa ulaşamayacak mı?
Bu yazı boyunca çizilen tablo devam edecek olursa, zor.
Ama, DEM Parti Tek Adam'ın ömür boyu cumhurbaşkanı kalması projesine direnmeyi keser ve CB Erdoğan da kalkıp şöyle derse, niye olmasın:
“Rabbim, beni baştan yarat!”