Cem Uslu’nun yazıp yönettiği, Ekip Tiyatrosu’nun bu sezon izleyiciyle buluşturduğu ‘Öğüt’, her nasihatin kaçınılmaz olarak barındırdığı ‘didaktizm’i bertaraf ederek, hepimize iyi bir ders veriyor. Nayat Karaköse yazdı.
NAYAT KARAKÖSE
nayatk@gmail.com
Hiçbir şey nedensiz değil. Olayların arka planına bakma tembeliyiz, çünkü peşin hükümlere varmak en kolayı, en meşakkatsiz olanı. Kimi zaman failin de kurban olabileceğini düşünmüyoruz mesela; düşünmeyi, görmeyi erteliyoruz. Baktığımızla yetiniyoruz. Hâlbuki bir anlamaya çalışsak...
Erman Bağrı, Simel Aksünger, Kerem Atabeyoğlu, Sevil Akı, Engin Aydın ve İsmail Sağır’ın performanslarıyla hayat verdiği ‘Öğüt’, bize, didaktik olmadan, anlamaya çalışmayı öğütlüyor – ya da benim kendi payıma aldığım öğüt bu. Her öğüdün içinde kaçınılmaz olarak didaktik bir tutum vardır; ancak oyun, bu riski çok zarif bir şekilde bertaraf etmiş, çünkü durumu, katman katman resmetmeyi, bir olayın otopsisini çözümleme yoluyla yapmayı başarmış.
Bir ofis ortamında başlıyor oyun. Ofis çalışanı Mine, masasında dağılmış halde otururken, onu ‘yatışmaya’ davet eden Erdem’i görürüyoruz. Bu gerilimli ortam, soyguna gelen iki hırsızın ani baskınıyla, yerini paniğe bırakıyor.
Ardından bir eve geçiyoruz. Evde, kanser hastası Hayat’ın –adını bilmediğimiz– ikinci kocası, kocasının kızı ve kadının iki oğlu Alim ve Umut’u, hayat aynı çatıda buluşturur.
Hayat kanserdir; ismiyle çelişerek yaşar hastalığını, çünkü hastalık, ondan tüm hayatı ölmeden önce almıştır. Evin altıncı kişisi Hayat’ın vücudunda ruh bulan ‘ölüm’dür. Kocası hastalığı kaldıramaz, zalimleşir, hatta hoyratlaşır. Dışarıdan bakan göz olarak zalimce buluruz bu hoyratlığı; hasta kadına yapılacak şey midir bu? Hayat’ın oğulları ise annelerinin, ölecekse, mutlu ölmesi gerektiğine inanırlar.
Oyun katmanlaştıkça, zalimlerin veya öyle görünenlerin, faillerin dünyasına ineriz. Pandora’nın kutusu açılır. Hani bazen en büyük sırlarımızı ya da açamadığımız iç dünyamızı tanımadığımız bir insana açarız ya; meyhane sahnesinde de, böylesi bir durum yaşanır ve kalp yükü haline gelen şeyler bir bir anlatılır.
Cem Uslu, oyunu incelikle yazmış ve yazıma sadık kalarak, özenle kurgulamış. Hikâyenin ‘tümdengelim’ formundaki anlatımı, geriye sarışı, izleyeni hiç yormuyor. Oyunun en değerli bulduğum kısımlarından biri, pek üzerinde durulmayan ama türlü tahribatlara yol açan hasta yakını psikolojisi. Adam karakteri çok iyi örülmüş ve hasta yakını olmanın yan etkileri, o kadar iyi aktarılıyor ki; kanser olan Hayat’ın dramının bir adamın trajedisine nasıl dönüştüğüne tanıklık ediyorsunuz. Kerem Atabeyoğlu’nun nefis oyunculuğunun, izleyiciye bu hissiyatın geçmesinde önemli bir payı var. Hayat’ı canlandıran Sevil Akı, zor rolün üstesinden rahatlıkla kalkmış. Genç oyuncuların performansları da içlerindeki motivasyonu ve oyuna olan inançlarını yansıtıyor.
Cem Uslu, yeni kuşağın en özel isimlerinden. Yazdığı oyunlardaki derinlik, çözümlemeler ve yarattığı hisler, izleyiciyi hep memnun kılıyor. Kısa oyunlar da yazmıyor, malum hayat çok hızlı ve giderek daha çabuk sıkılıyoruz, o yüzden günümüzde oyunları 60-70 dakikaya sınırlama eğilimi var. Fakat Cem Uslu, bundan taviz vermiyor, oyunlarını yazarken ve yönetirken titiz davrandığı hemen belli oluyor, 115 dakikalık bir oyunu da, 130 dakikalık bir oyunu da izletmeyi başarıyor. Özetle Öğüt, bu sezonun mutlaka izlenmesi gereken oyunlardan birisi. Ekip Tiyatrosu ve Cem Uslu’nun gösterdiği emek izleyicinin kalbinde yerini buluyor; izleyici, bu değerli Öğüt’ü saklayarak ayrılıyor oyundan.
*Öğüt, sezon sonuna kadar Sekizincikat’ta sahnelenecek. Ayrıntılı bilgi için http://www.ekiptiyatrosu.com/program.html