Esra Bayhan, Posta gazetesinde 11 Şubat Cumartesi günü yayımlanan yazısında, gündemi “bu kadar meşgul eden Ermenilerin ülkesi”ni yazıyor. Bir gezgin için önemli olanın 'insanlarla kurulacak ilişkiler' oluğunu söyleyen Bayhan, başkent Erivan'da günün nasıl başladığı ve nerde devam ettiğini, şehrin kültür merkezini anlatıyor.
Önce Japonya'yı kaleme almayı düşündüm ama Hrant Dink'in ölüm yıldönümü davasına ilişkin tepki çeken mahkeme kararı ve Fransa'nın tartışmalı soykırım yasası Ermenistan'ı yazma isteğimi kamçıladı.
Gündemimizi bu kadar meşgul eden “Ermenilerin ülkesi”nin nasıl bir yer olduğunu düşünmüşsünüzdür mutlaka. Turistik açıdan olağanüstü değil ama gitmek, görmek için illa da öyle olması gerekmiyor. Hele ki bir gezgin için. Çünkü gezgin, mekana değil, insanlarla kuracağı iletişime odaklanır. Ermenistan’a bu amaçla gittim, gördüm, yazdım...
Bildiğiniz gibi Ermenistan sınır komşumuz ama ne yazık ki sınır kapımız kapalı olduğu için karayolu ile direkt geçmek mümkün değil. Neyse ki hemen her gece başkent Erivan’a uçuş var İstanbul’dan. Uçaklar genellikle gece yarısında kalkıyor. Bu, dezavantaj gibi görünse de gece uçuş bilet fiyatları daha düşük olduğu için aslında avantaj. Bizim uçağımız da gece ikide. Alabildiğine karanlık gökyüzü... Yeryüzünden bağımsız adeta.
Yolcular ağırlıklı olarak Ermeni. Herkes ayrı alemde: Kimisi uzaktan göz kırpan yıldızları seyreylemede kimisi çoktan uykuya dalmış bambaşka bir ülkede uyanmak üzere... 2 saatlik uçuşun ardından sabahın 5’inde (zaman farkı bir saat) varıyoruz Ermenistan’a... Bizi karşılayacak ekip çoktan gelmiş. “Hoşgeldiniz” diyorlar. Otelde bir süre dinlenip lobide kahvaltı yapıyoruz. Duvarda, Ararat’ın (Ağrı Dağı) büyükçe bir resmi var. Dağın Ermenistan’dan görünen müthiş manzarasını tasvir eden bu resmin farklı versiyonlarıyla, daha sonra gittiğimiz her ev ve dükkanda karşılaşıyoruz. Kahvaltı zengin. Peynirlerden biri farklı...
Biraz küflü ama usulü öyleymiş. Ermenistan’a özgü bir peynir olduğunu sanıp nasıl yapıldığını soruyoruz... Ekip arkadaşımız anlatıyor yapımını. Ama öğreniyoruz ki aynı peynirden Kars-Ardahan’da da var. Ardahan dediğiniz, sınırın öte tarafı. Toplanıp çıkıyoruz otelden. Caddeler, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden (SSCB) kopan diğer ülkelerde olduğu gibi; geniş. Önce Cumhuriyet Meydanı’na gidiyoruz. Erivan’ın kalbi burada atıyor. Birçok bakanlık binası, lüks alışveriş mağazası, kültür merkezi meydanda. Akın akın gelen gençlik de cabası. Kahvelerimizi içip Eçmiazdın Ermeni Kilisesi’ne gidiyoruz.
Mimari olarak Van’daki Akdamar Kilisesi’nin birebir aynısı olan kilise düzenlenen bir ayine tanık oluyoruz. Ermenilerin büyük çoğunluğunun üye olduğu Ermeni kilisesi, monofizit (İsa’nın hem insani hem de tanrısal olmak üzere iki değişik tabiatı bulunduğunu savunan görüş) olduğu için Hıristiyanlığın diğer mezheplerinden ayrılır. Bu nedenle diğer mezheplerin bağlı olduğu otoritelerden bağımsızdır.
Sessiz çığlık
Erivan küçük bir kent. “Başka yer yok mu görülmesi gereken?” diye soruyoruz, biri kısık sesle “Var” diyor, “Soykırım Müzesi var.”. Sonra hemen ekliyor; “Ama gitmeseniz de olur...” Belli ki o da bu dostluk havasının bozulmasından endişeli. Savaş, işkence ya da soykırım müzelerini ziyaret etmeyi eskiden beri sevmem. Kasvetli bir havası olur oraların. Taşı-toprağı acı kokar buram buram. Ama her şeye rağmen ekipten birkaç arkadaşımla gitmeye karar veriyoruz. Ağrı Dağı’nın tüm ihtişamıyla göründüğü bir yere inşa edilmiş müze. İçerde fotoğraflar ve videolar sergileniyor. Dışarıda ise sürekli yanan bir ateş... Müzeden çıkıyor, bize eşlik eden Ermeni arkadaşlarımızla birlikte arabaya biniyoruz.
Erivan’da eğlence
Şimdiki durağımız, Las Vegas’a benzerliği ile tanınan Mohves Khonerasti Sokağı. Planımız yemek yiyip biraz eğlendikten sonra otele geçmek. Karnımız doyduktan sonra tam kalkacağız, sofraya gelenlerin sadece meze olduğunu, asıl yemeklerle henüz tanışmadığımızı söylüyorlar. İmam-müezzin fıkrası misali “taze Bismillah” diyerek tekrar oturuyoruz. Dans, müzik, şarkılar...
Kısa süre sonra müziği kapattırıp kendimiz söylüyor, kendimiz oynuyoruz. Derken kulağımıza tanıdık nameler geliyor; “Garun garun garune, sirun sirun sirune” diye başlayan şarkı “Onda bunda şundadır”ın melodisiyle seslendiriliyor. Çok geçmeden ‘Atabarı’yı söylüyoruz: Onlar Ermenicesini, biz Türkçesini ve defalarca tekrarın ardından biz Ermenicesini onlar Türkçesini... Bir sonraki gün istikamet, Ortaçağ’dan kalma 17.000 adet el yazısının yer aldığı Matedaran Müzesi. Osmanlıca yazılmış, Osmanlı dönemine ait eserler de var. Ardından, Ermeni pazarlarını gezip hediyelik eşyalar alıyoruz. Ne mi alınır? El yapımı tavla takımları pek revaçta. Dikkat çeken bir kolye tasarımını da anlatmalıyım: Nar şekli verilmiş cam, içinde Ermenistan toprağı. Ne kadar yaratıcı ve ne kadar doğal!.. Biz de kendi şehirlerimiz için böyle bir şey yapsak güzel olmaz mıydı?..
Müzenin içinde bozulmayan sessizlik, yolculukta da sürüyor. Onlar ne söyleyeceğini bilemiyor ya, biz de bilmiyoruz. “Soykırım oldu-olmadı, sergilenen belgeler gerçek-sahte” tartışmalarıyla birbirimizi ikna edebilir miyiz ki? En iyisi susmak. Zaten önemli olan karşıt görüşlere rağmen bir arada olmak değil mi? Sanırım tüm tartışmalara en güzel cevabı Hrant Dink vermiş zamanında: “Paris’e gideceğim. Orada, Concorde Meydanı’nda bir taşın üzerine çıkacağım ve haykıracağım: ‘1915’te Ermenilere soykırım yapılmamıştır.’ O taşın üzerinden ineceğim, Ankara’ya gelecek, Güven Park’ta bir taşın üzerine çıkacağım ve haykıracağım: ‘1915’te Ermenilere soykırım yapılmıştır!’
Fransa bir kolumdan, Türkiye öteki kolumdan tutup beni hapse sürüklemek isteyecek. Ama ben düşünce özgürlüğünü savunmaktan bir an bile geri kalmayacağım. Bu, benim bir aydın olarak, bir insan olarak namusumdur, ödevimdir, sorumluluğumdur.” Anlamak ve anlaşılmak için çıktığımız gezimizin son demleri de işte böyle nihayete erdi. Sıradışıydı, zorlayıcıydı, bazen gergindi ama çoğu zaman dost canlısı, sevgi dolu, barış kokuluydu. Bizi “Hoşgeldiniz” diyerek karşılayan Ermenistan! Seni gerçekten hoş bulduk.
BİLMENİZDE YARAR VAR
- Ermenistan’a girmek için önceden vize almanız gerekmiyor, düşük bir ücret ödeyerek havalimanında 5 dakika sürmeyen bir sürecin ardından ülkeye giriş yapabiliyorsunuz.
-Bir Ermeni’ye ülkemizden bahsederken bir Türk vatandaşı ile konuşuyormuş gibi hissedersiniz kendinizi. Çünkü Türkiye ile ilgili her şeyi çok yakından takip ediyorlar. Hatta garsonundan akademisyenine kadar çoğu Türkiye’ye defalarca gelmiş.
-Sanıldığının aksine Ermenistan’da Türklere karşı önyargı ya da nefret yok. Aksine, Türkiye’den gittiğinizi söylediğinizde “Demek bu yüzden bu kadar güzelsin” cevabını alırsanız şaşırmayın. Çünkü “Türk gibi güzel” lafı, Ermenice’de deyim haline gelmiş.
Esra BAYHAN