Aysel Sağır, Ayrıntı Yayınları’dan çıkan ‘Etin Cinsel Politikası’nı kaleme aldı.
AYSEL SAĞIR
Egemen erkek anlayışın, kadınlarla hayvanları birbirinden ayırt etmediğini, cinselliği vahşet ve kıyımla birlikte aktive ederek yaşadığını belli belirsiz hissediyor muydunuz? O zaman lütfen sakin olun, ne yazık ki bu hislerinizin tümü gerçek. Carol J. Adams, ‘Etin Cinsel Politikası’nda, erkeklerle kadınları karşı karşıya getirerek bu karşıtlıktan teori üretmiyor. Et olgusundan yola çıkarak erkekler ve kadınlardan oluşan tüm insan toplumuna ayna tutuyor. Kitaptaki bütün saptamalar, analizler, istatistikler, teoriler ise Adams’ın temel konusu olan ‘et’i anlatıyor. Nedir et? Beslenmek ve hayatta kalmak için yediğimiz temel bir gıda maddesi mi? Ancak, Adams böyle demiyor. Bunun bir besin maddesinden öte, insanlığı zehirleyen bir şey olduğunu söylüyor demek de yetmiyor. Ancak, son derece vahim bir durum içinde olmamıza rağmen, bunun farkına varmadığımızı anlamamız, kitaptaki en vurucu etkiyi oluşturuyor. Böylelikle, bazı kitaplar için ileri sürülen ‘sarsıcı’ ifadesini en çok da ‘Etin Cinsel Politikası’ hak ediyor.
Et ve cinsellik arasındaki ilişki
Zira et yemeyle, insanlığın neden olduğu tüm trajediler arasında sıkı bir ilişki var. Ama insanlık; kadın, çocuk ve hayvanların erkeğin gücü karşısında ikincil bir konumda bulunması anlamında bir içeriğe sahip bulunuyor. Bu yüzden de, egemen erkek kültürünün neden olduğu bir vahşeti inceliyor Adams. Bu vahşetin içinde savaş(lar)ın olduğunu ve bu savaşlarda kadınlara niye tecavüz edildiği sorusunun yanıtı da yine bu egemenlikte saklanıyor. Aslında söz konusu egemenlikte daha çok şey saklanıyor. Etle cinselliğin sıkı birlikteliği örneğin. Cinsel fantezileri sorulduğunda çok sayıda erkek, “bütünden ayrılmış suretsiz beden parçalarını, memeleri, bacakları, vajinaları, kalçaları içeren pornografik sahneleri” niye anlatıyor? Hayvanlar yenmek için kesilip, parçalara ayrılırken, kadın bedeni de seks için aynı şekilde mi parçalanıyor? Geleneksel olarak hayvanlar için ayrılan şey kadınların kaderi haline nasıl geliyor? “Geç kapitalizmde insan bedeninin bölümlerine ayrılması, parçanın bütünü temsil etmesinin de önünü” açıyor. “Mezbaha modelinin montaj hattında çalışan işçilere de uygulandığı çok belirgin olmadığı için, bütün varlıklar olarak, ataerkil kültürdeki kayıp gönderge sisteminin etkisini kendilerinin de tecrübe ettiğini” fark etmemeleri sorunun özünü oluşturuyor.
İnsanlar et yedikleri duygusuyla aslında ‘ceset yiyorlar.’ Zira yenilen her et, daha önce nefes alan, zıplayan, kendi halinde yaşayan hayvan(lar)ın öldürülerek ceset haline gelmesinden oluşuyor. Bütün bunlar olurken, etin hangi özelliği erkek egemenliğinin övgüsü ve sembolü haline gelmesini sağlıyor?
Etin ekonomik anlamda ‘değerli bir mal’ oluşu ve ‘bu malın kontrolüne sahip olanlar güce de sahip’ olduklarından, -erkeklerin daha başlarda avcı olmasından hareketle- “bu ekonominin kaynağının kontrolü de onların elinde” bulunuyor. Kayıp gönderge metaforu sayesinde, cesedi et diye yiyen insanla, erkek cinselliğinin de birbirini tamamlayan işlevleri söz konusu oluyor. Bunun bir örneği de tecavüz mağdurlarının ve dayak yiyen kadınların şu sözlerinde görülüyor; “Kendimi bir et parçası gibi hissettim.” Ama Adams, “Kimse kendisini gerçekten atıl bir cisim ya da algılayamayan bir beden olarak göremez. Çünkü et, tanımı gereği tüm hislerden şiddetle mahrum bırakılmış bir şeydir” diyor.
Ve şöyle devam ediyor; “Hayvanlar kayıp göndergelere, kaderleri de başka birinin kaderini ya da varlığını anlatan metaforlara dönüştürülmüştür. Mecazen, özgün anlamının altı oyularak farklı bir anlam hiyerarşisinin içine çekilen her şey kayıp gönderge olabilir. Bu örnekte hayvanların kaderi insan merkezli bir hiyerarşinin içine çekilmiştir. Tecavüz mağdurlarının ve dayak yiyen kadınların özelinde, hayvanların ölüm tecrübesi, kadınların yaşarken deneyimlediklerini resmetme işlevi görür.”
‘Etin Ataerkil Metinleri’
‘Kayıp gönderge’ kavramı; dilin işlevi açısından çok önemli bir yerde duruyor. Sözkonusu dil, asıl gerçekliği gizlediği gibi, aynı gerçekliği olduğundan farklı göstererek kişinin içinde bulunduğu durumu doğru çözümlemesinin de önüne geçiyor. Tıpkı hayvanların katline de bağlı olarak kadınlara uygulanan şiddet arasındaki ilişkiyi anlayamamak gibi. Adams, kitabın birinci bölümünde yer alan ‘Etin Ataerkil Metinleri’yle bunu kapsamlı bir şekilde inceliyor aslında. Geniş yer tutan bu bölümü ise, ‘Zeus’un Midesinden’, ‘Pilav Ye’, ‘Kadınlara İnan’ başlıklı, ikinci ve üçüncü bölümler takip ediyor. Buradan bakıldığında, şiddet ve zorbalıktan beslenen eril egemen kültürün kapsama alanı oldukça geniş gözüküyor. Zira gerek hayvanların katliyle, gerek kadınların –hayvanların da- uğradıkları her türden tecavüz ve şiddetle kan gövdeyi götürmeye devam ediyor.