Merve Aydın bizleri Black Mirror dizisinin teknoloji ile bütünleşmiş hayatları arasında bir yolculuğa çıkartıyor ve soruyor: “Peki bu yol nereye gider?”
MERVE AYDIN
Her tarafımızın ekranlarla çevrelendiği bir dünya deneyimi yaşamaya başlayalı çok oldu. Ekran kavramı ilk olarak televizyonla evlerimize girdi, odalarımızda herkese hitap edebileceği bir köşeye oturdu, saatlerce bizlere bilgi, haber ve eğlence sundu.Günümüzde ise avuç içlerimizde, çantalarımızda, evlerde, sokaklarda adım attığımız heryerde… Yadırganmıyor ve hayatımızın önemli bir parçası olarak işgalini son hızda sürdürüyor.
Teknolojik her yenilik büyük bir devrim, insanlık için büyük bir zafer, bir müjde olarak sunuluyor ve bizler medeni insanlar olarak çok harika bir şekilde tüketmeye yöneliyor veya da zorunlu olarak yöneltiyoruz. Bu gidişin sonu ne olur demeye ya dilimiz varmıyor, ya varsa da umursamıyor, veya umarsasak bile geri dönüşü olmayan bir yoldan çıkmanın herhangi bir olurunu düşünemiyoruz. Her yenilik normalleşerek gündelik hayattaki yerini alıyor, bizi sarıp sarmalıyor ve mutlu oluyoruz. Peki, bu yol nereye gider?
Yaşadığımız bu hız ve bilgi çağında belki birçoğumuzun bunu düşünmeye vaktibile olmuyorken Charlie Brooker bir durup düşünmüş ve bizlere ‘’Black Mirror’’ (siyah ayna) dizisini sunmaya karar vermiş.
2011’de üç 2013’de de üç olmak üzere toplam altı bölümden oluşan Black Mirror bizlere çok da uzak olmayan bir geleceğin bilim kurgusu. Içinde yaşıyor olduğumuz bilgi akışı ve her gün normalleşen teknolojilerin hızla sunulduğu bu çağın, sonunda bizi nereye kadar götürebileceği hakkında şimdilik altı farklı sunum yapıyor. Belki sunmaya da devam edecek.
Açılışını ‘’thenationalanthem’’ (ulusal marş) ile yapıyor Black Mirror. Kendisinin bir domuzla ilişkiye girmesini talep eden, girmezse düşesi öldüreceklerini açıklayan bir video ile gününe başlayan İngiltere başkanının karar vermesi için sadece akşama kadar vakti var. YouTube üzerinden insanların da ulaşabildiği birşantaj videosu ve sosyal medya aracılığı ile insanların bu karar verme sürecine etkisi anlatılıyor. Sosyal medya aracılığıyla otoriteye etki etme aslında şu anda kimseye yabancı bir olay değil. Zaten bu bölüm o kadar da ütopik bir dünyada geçen bir bölüm değil. Hemen peşinden ikinci bölümle beraber gidiyoruz fevkalededistopik dünyamıza ve orda kendimizi dört duvarı ekranlarla kaplı hücremizde buluyoruz. Her şeyin sanal olduğu, herkesin düz pijamalarla dolaştığı, sanal avatarların gerçek kişilerin yerine geçtiği, insanların sadece elektrik üretmek için bisiklet sürdükleri, yeterince bisiklet süremeyenlerin aşağılık vatandaş olduğu, eğlencenin bu insanlarla dalga geçmek ve şimdiki gibi realityshowlar olduğu bir dünya. Kocaman apartmanlar içinde tüm yaşam. Doğa lüks. Lükse ulaşmak için ‘’sisteme karşı olmayı’’ satmak gerekebiliyor. Sıradan bir insanın hayatı avatarları, ekranı, onun için gerekli olan elektrikten ibaret. Nasıl bir his olduğu anlamak için ‘’15 millionmerits’’ adlı ikinci bölümü izleyemeye değer.
Ilk sezonun kapanışı olan ‘’theentirehistory of you’’ (tüm hayat hikayen) adlı bölümde hayatımızı kameraya alan göz lenslerimiz var ve herşeyi kaydedebiliyoruz. Sonra dönüp izliyoruz. Aslında bu bölüm ve ikinci sezonun ilk bölümü olan ‘’be rightback’’ (hemen döneceğim) özel hayat kavramının ne kadar çok kayıt altında olduğunu henüz farketmeyenlere göstermek için hazırlanmış bir anlamda. İkinci sezonun açılış bölümü olan ‘’be rightback’’teknolojiyle olan ilişkimiz sayesinde bir bilgisayar programı tarafından kopyalanabilir hale gelmemizi anlatıyor. Telefon kayıtlarımız, kişisel videolarımız, fotoğraflarımız, sosyal paylaşım sitelerindeki paylaşımlarımızı bir araya getiren bir teknoloji bir bedene yerleştirilirse ne olacağına dair, bana kalırsa ürkütücü, başka bir hikaye. Bu bölümü takip eden bölüm ‘’whitebear’’ (beyaz ayıcık) adalet kavramını farklı bir boyuta taşıyor. Insanların teknoloji yüzünden kayıtsızlaşmalarının korkunçluğunu bizlere hissettiriyor. Ve şimdilik kapanış bölümü olan ‘’thewaldo moment’’ (Waldo Hareketi)zaten iyice magazinleşmiş politik dünyamızdan esinlenerek başkanlık seçimlerinin nasıl şakaya dönüşebileceğini, bir televizyon maskotu olan sanal bir karakterin kendini seçimlerde başkan adayı olarak bulmasının hikâyesi.
Her bir bölümü bizleri uzun uzun tartışmalara götürebilecek bu altı bölümlük televizyon yapımı, sanal olanın sanal olarak kalmayıp gerçeğe dönüştüğü ve ağır bir bilgi gözetimi altında olduğumuz, basitçe tekrar kopyalanabilir olduğumuz, içinde varolduğumuz günümüz dünyasından çok da uzak olmayan dünyalardan bahsederken kimilerinde ciddi bir teknofobi yaratabilir. Dikkatli izleyiniz.