Ebru Gedik Askan, sürekli öğüt verilse de, pek de derinine inilmeyen “kitap okuma” eylemini sorguluyor ve soruyor: “Sahi insan neden kitap okur?”
Ebru Gedik Askan

Bir zamanlarlar bir yerlerde… Boşver, masalsı bir hava vermeye çalışmayayım, beceremem de zira. Geçen sene bir arkadaşımla mailleşirken, bana bir soru sormuştu, o zamanlar 29 yaşındaydım ve bu yaşıma kadar ne kimse bana bu soruyu sormuş, ne de benim aklıma birine böyle bir soru sormak gelmişti. Arkadaşım da zaten ona anlattığım dertlerimden sıkılmış, konuyu her daim bahsetmekten keyif alacağımı bildiği kitaplara getirmek için bir manevra yapmıştı bana kalırsa.
“Neden kitap okuyorsun?” demişti bana.
O zaman ona ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum, hatırladığım şeyse; bu soruya nasıl cevap verilir diye kara kara düşündüğümdü. Gerçekten hemen cevap yazamamış, bir süre kendime bu soruyu tekrar tekrar sormuştum. Bu sorunun mantıklı ya da kabul edilebilir bir cevabı var mıdır, bilemiyorum. Herkes için cevaplar değişecektir. Şimdi benim de değişik varyasyonlarda cevaplarım var.
Dünya farkında olalım ya da olmayalım o kadar yoruyor ki, üstelik tüm günü bilgisayarın karşısında geçirip, somut anlamda bir şey üretmediğimde bile, akşam olup evime döndüğümde, sanki sırtımdaki yükü indirmiş de, şöyle bir “ohh” demeye yeni zamanım olmuş gibi hissettiğim çok oluyor. İşte tam o sırada elime aldığım bir kitap bana, az şekerli bir türk kahvesi gibi geliyor. Dinlenmek için okuyorum diyebilirim yani.
Gün içinde ne kadar arkadaşım olursa olsun, ola ki bir anda, hayatın o akışı, hızı (koş koş, yap yap, durma durma halleri) izin vermişse, bir anlık bir sistem dişlisi takılmış da işte bir küçücük aralıkta “insani” hallerimden de bahsetmeye fırsatım olmuşsa da bu ne yazık ki çok yaşanılamadığı ve o küçücük anlar derdime (yalnızlık, mutsuzluk, depresyon vs) derman olamadığı için alıyorum elime bir Sait Faik, Oğuz Atay, Tezer Özlü, Sevgi Soysal, Sabahattin Ali… O anki ruhum hangisini kaldırabilecekse, yaram ne kadar derin ya da yüzeydeyse, içim ne yönde acıyorsa… Açıyorum birinin kapağını, insan olduğumu hatırlıyorum. Hayatın bu olmadığını, unuttuğumuz bir şeylerin olduğunu, elimizden bir şeylerin kayıp gittiğini… Tutunmak için, yürümek için, bir francala hayali için…
Tabii her zaman mutsuz ya da yorgunken okumuyorum, bazen o kadar çok konuşasım oluyor ki, kendimi dinleyebileceğim, muhakkak bir ucundan kendimi yakalayabileceğim kitaplara koşuyorum, hepsini okumam bile gerekmiyor, daha önceden altını çizip bir anlamda gelecekteki kendime bıraktığım notlar olan satırlara bakmam bile yetiyor, yeniden bir oblomov ya da budala ya da bir yabancı olmam için… Konuşuyor, konuşuyor rahatlıyorum.

Çoğu zamansa anlatsın istiyorum, bana bu kahramanlar kendi hikâyelerini. O zaman genellikle, kendi dönemim diyebileceğim 1970 veya 1980 sonrası doğumluları okuyorum ardarda. Benimle aynı dünyayı, farklı yerlerde yaşamış bu yazarlar ne anlatıyor, merakla okuyorum. Sinan Sülün bir işsizlik diyor mesela, insanı kendinden korkutacak denli hissettirerek. Pelin Buzluk gerçeği gerçek dışılıkla katıştırarak öyle bir sunuyor ki, yapılan seçimler diyor, yaşlılara yer yok artık bu dünyada diyor, dönmek veya kalmak diyor, dönebilirsin ama bedeli var diyor, ölüm de diyor… Bunları demiyor da olabilir aslında, ama beni buradan alıp bir yerlere götürdüğü ve artık kendin ne görüyorsan onu anla dediği kesin. Hakkı İnanç ise babasını bekleyen bir çocuğu onu yıllar boyu avutan bir annenin dilinden, sonra da dönen babayı o yıllar yılı özlemle beklemiş olanın gözünden anlatıyor, anne hasretinin ne olduğunu, ne yaptırabileceğini anlattığı gibi, bir annenin yavrusu için neyi göze alabileceğini de anlatıyor. Ayşe Başak Kaban, Bergen’i alıp getiriyor yattığı yerden ve “yalnız” bir kadını anlatıyor, hayali sadece kırmızı bir pabuç olan çocuğun babasını yitirişini, kocasını kaybeden bir kadının onu arayışını, bir mimiğin bile bir insanı öldürmeye yetebileceğini, Garnik’le Şaşik’i, özel çocuğunu ya da bir transseksüeli sevebileni ve kabul edemeyeni… Şaşırıyorum yaşıtlarıma, bunlar neler anlatıyor, hani biz apolitik ve suskun, düşünmeyen bir gençliktik? Onları okudukça kendimi de tanıyorum yeni baştan, en bilmediğim, susturduğum, görmezden geldiğim yönlerimi gösteren yaşıtlarımı hayranlıkla okuyorum.
Sahi insan neden kitap okur? Hala daha bu sorunun cevabını tam bilmiyorum, ben sanırım en nihayetinde hayal kurmak, umut edebilmek, kendimi tanımak için okuyormuşum. Bu adına her ne denilirse denilsin hayallerimize, rüyalarımıza bile müdahale etmek için elinden geleni yapan (25-30 yaşındaki bir adamın tek hayali neden bir “koltuk” olur ki?) sistem içinde belki de sadece insan olduğumu unutmamak için okuyorum.