Türkiye’nin Unutmayı Yeğlediği Ermeni Kahraman: Torosyan

Türkiye’de Sarkis Torosyan’ın kaleme aldığı anı kitabı büyük bir tartışmaya neden olurken, bu tartışmaya dair bir yazı da, Independent’ın ünlü Ortadoğu muhabiri Robert Fisk’ten geldi. Önemli gördüğümüz bu tartışmaya katkı sağlaması açısından, Fisk’in bu yazısını Halit Yerlikhan’ın çevirisiyle Türkçe yayınlıyoruz.

Robert Fisk

Albay Torosyan’ı düşünün. Bir buçuk milyon Ermeni erkek, kadın ve çocuğun Osmanlı Türklerinin ellerinde can verdikleri soykırımın yüzüncü yıl dönümüyle karşı karşıya olduğumuz bu ürpertici günlerde Türkiye hükümeti, aynı yıl Gelibolu’da İtilaf Güçleri’ne karşı kazanılan zaferi törenlerle kutlayarak Ermeni katliamlarının hatırasını bastırmayı planlıyor.  Türk tezine sadık tarihçiler, şimdiye dek Gelibolu’daki Türk ordularının bir parçası olan binlerce Arap taburunun varlığını görmezden gelmek için ellerinden geleni zaten yaptılar -- hatta şu sıralar cesareti nedeniyle bizzat devletçe taltif edilmiş muvazzaf bir Ermeni topçu subayını biyografisine bir dolu yalan yazmış bir sahtekâr olarak resmetmekteler.

Albay Sarkis Torosyan, cesareti sebebiyle Türkiye’nin Harp Nazırı ve Osmanlı devlet hiyerarşisi içerisindeki en kuvvetli insan olan Enver Paşa tarafından madalyayla ödüllendirilmişti. Gelibolu’nun en büyük kahramanı Mustafa Kemal, Atatürk namıyla modern Türkiye devletini kurdu. Lakin Türkiye’nin çoğu seçkin tarihçisinin Torosyan’ı bir sahtekâr olarak etiketlemeye dönük arzusu nedeniyle, ‘modern’ kelimesini tırnak işareti içerisinde kullanmak belki de daha doğru olur. Bu tarihçi akademisyenler, Ermeni subayın Enver’den 2 madalya aldığının doğru olmadığını, bunu kendisinin uydurduğunu bile iddia etmekteler. Ancak 1915 soykırımını tüm veçheleriyle tanıyan önde gelen Türk tarihçilerinden olan Taner Akçam, Torosyan’ın Amerika’daki ailesinin izini sürüp, torunuyla görüşmüş, birinde Enver Paşa’nın orijinal imzasının olduğu mezkûr madalyaların sahihliğini tespit etmişti.

Hepimizin bildiği üzere Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmek istiyor. Ben de, tesadüf bu ya, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğini destekleyenlerdenim. Biz Avrupalılar nasıl olur da Müslüman bir ülkeyi ve bir bütün olarak İslam dünyasını, Avrupa toplumlarına has ‘değerleri’ sahiplenmekten ‘men’ edebiliriz? Sahiden de ikiyüzlülük ediyoruz. Peki ya Türkiye, Ermeni soykırımına ilişkin gerçeği tanımayı reddetmesine ve bunun bir göstergesi olarak uzun zaman önce ölmüş bir Osmanlı subayına dönük bu skandal niteliğindeki saldırıya rağmen nasıl olur da, Avrupa Birliği’nin bir parçası olmayı umabilir? Dreyfus’un hatırası buna imkân tanır mı? Türkiye hükümeti, 2015’te Gelibolu’da ne kadar davul çalarsa çalsın, Kaptan Torosyan’ın hayaletini cenk meydanından kovmaya güç yetiremeyecektir.

Torosyan’ın “Çanakkale’den Filistin’e” ismini taşıyan anıları, ilk olarak 1947 yılında Boston’da yayımlandı. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde sosyal bilimler profesörü olan Ayhan Aktar, 20 yıl evvel kitabın bir kopyasını edindi ve Osmanlı için çarpışanlar arasında Ermeni subayların da olduğunu -Türkiye’nin 1915’te bütün bir Ermeni nüfusunu imha etmeyi planladığı düşünülürse- şaşkınlıkla öğrendi. Winston Churchill’in ele geçirerek bugünkü adıyla İstanbul olan Konstantinopol’e çıkmayı ve bu yolla Batı Cephesi’ndeki kördüğümü çözmeyi hayal ettiği, Çanakkale Boğazı’nda konumlanan Gelibolu’da sekiz ay boyunca süren harp İngilizler, Fransızlar ve onlarla birlikte çarpışan Avustralyalı ve Yeni Zelandalı birlikler için tam bir facia oldu. 1916’nın Ocak ayında geri çekildiler.

Kitabında Torosyan, Gelibolu’da yaşanan şiddetli çatışmaları ve Büyük Savaş’ın sonlarına doğru kız kardeşini Suriye ve Filistin’e ölüme yollanan Ermeni göçmen kafileleri arasında bulana değin katıldığı diğer çarpışmaları anlatır. Daha sonra Torosyan saf değiştirir, Arap Lawrance’la buluşur, fakat ondan hoşlanmaz -Torosyan, Lawrance’ı “para karşılığı efendilerine hizmet eden biri” olarak resmeder- ve Fransız kuvvetleriyle beraber Türkiye topraklarına yeniden girer. Bilahare ölene dek kalacağı Birleşik Devletler’e göç eder.

Meslektaşlarının Osmanlı Ordusu için cenk eden Arap ve Ermenilerin varlığını kabul etmekteki isteksizliği karşısında Aktar, Torosyan’ın kitabını Türkçe olarak basmaya cesaret eder. Aktar’ın çalışmasına dönük ilk tepkiler, Sabancı Üniversitesi’nden iki tarihçi aksi yönde müstesna birer değerlendirmede bulunana kadar olumluydu. Örneğin Halil Berktay, Taraf Gazetesi’ndeki köşesinde, Aktar’ın “karakter suikastı” mütalaasını haklı çıkarırcasına söz konusu kitabın bir kurmacadan ibaret, Torosyan’ın ise bir yalancı olduğunu anlatmak için 13 yazı kaleme aldı. Aktar, Torosyan’ın kitabı, “Birinci Dünya Savaşı’nda çarpışmış entegrasyonist bir Ermeni subayının travma metni” olma hüviyetini taşıyor” diyor ve ekliyor: “Torosyan’ın ailesi, Enver Paşa’nın subayların ailelerinin göçe zorlanmayacağına dönük oldukça açık talimatlarına rağmen Suriye çöllerine sürülür.”

Osmanlı ordusundaki düşük rütbeli Ermeniler önce silahsızlandırılıp, sonra da katledildi. Ermeni kadınları rutin bir şekilde Türk askerlerinin, jandarmanın ve eli silahlı Kürt ve Çerkes gruplarının tecavüzüne uğradı. Churchill bu katliamları “soykırım” olarak niteledi. Torosyan’ın torununu bulan Türk tarihçi Taner Akçam, eleştirmenlerin kitaba yönelik tepkileri karşısında şoke oldu; Akçam’ın söylediğine göre eleştirmenlerden biri, Ermeni subayın yaşamadığını iddia edecek kadar ileri gitmişti. Akçam’a göre “bu kitap, Aktar’ın önsözüyle beraber Gelibolu’daki savaşın bir Türk savaşı olduğu yönündeki hâkim anlatıda bir delik açtı. Aktar’ın mezkûr önsözde belirttiği gibi, Gelibolu’da yalnızca Torosyan ve Hristiyanlar değil, Araplardan mürekkep taburlar da harbe katılmıştı”.

Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Gelibolu’da iki yıl evvel yaptığı konuşmada devletinin yüzüncü yılında Ermeni soykırımına yönelik yaklaşımını gayet dürüst bir biçimde sergilemişti: “1915’in bazılarının iddia ve iftira ettiği gibi bir soykırımın değil, fakat bir ulusun onurlu direnişinin, Gelibolu müdafaasının yıl dönümü olarak bilinip, hatırlanmasını sağlayacağız”.

Yani önümüzdeki birkaç yıl içerisinde Türk milliyetçiliğinin tarihe ilişkin verdiği mücadelede muarızlarına galebe çalması bekleniyor. Ancak unutulmasın, Gelibolu’da ölen Anzak askerlerinin torunları, 2015’te kendilerini ağırlayacak ev sahiplerine, Kaptan Torosyan dâhil bu savaşta çarpışmış cesur Arap ve Ermenilerin neden onurlandırılmadığını sormayı akıllarından geçirebilirler.

İngilizceden çeviren Halit Yerlikhan. Yazının orijinali için tıklayın

Kategoriler

Şapgir