Ali Zeynel Gökpınar, Amerikan işgali sonrası bir türlü akan kanın durmadığı Irak'ı bugünlere getiren tarihi süreci ve bu sürecin içindeki çıkmazları yazdı.
Ali Zeynel Gökpınar
gokpinar@brandeis.edu
“Irak’ta bugün yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Şiiler ve Sünniler arasındaki çatışmalar artarak devam ediyor”. TV spikerlerinin son on yılda Irak’la ilgili haberlerde en çok kullandığı iki cümle muhtemelen bunlar. Zamanla bu durum normalleşti bizim için, alıştığımız için tepki vermez olduk. Hatta analistler ve akademisyenler tartışma programlarında Irak’taki bütün siyasi gelişmeleri ABD işgali ve mezhepçilikle açıkladı. Son günlerdeki protestolarda da benzeri cümleleri, hem TV spikerleri, hem de analistler tekrar kullanmaya başladılar. Peki, ne oluyor Irak’ta? Şiddet neden dinmiyor?
Irak ulus olup olmamaya karar veriyor
Irak tarihiyle yakından uzaktan ilgili olanların bildiği gibi Irak Şiiler, Kürtler, Sünniler olmak üzere üç temel gruptan oluşuyor. Türkmenler, Hıristiyanlar, Ezidiler ve Süryaniler’in esamesi giderek daha az okunuyor. Oysa Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışından sonra Irak’ta Faysal Hanedanlığı’nın hüküm sürdüğü 1958’e kadar renkli ve görece çoğulcu bir siyasal sistem var. 'Iraklı' kimdir, kültürü nedir, ülkenin sınırları nelerdir, merkez yerel işine karışabilir mi gibi mühim konular açıktan tartışılabiliyordu ve bunlar tartışılırken şiddetin varlığı olabildiğince azdı. 1958’den sonrası ise Irak ordusu ile Baas Partisi arasındaki gerilimlerle geçti ve nihayetinde Saddam Hüseyin’in başa gelmesiyle Baas rejiminin seküler Arap ve Sünni milliyetçiliği uygulamaya acı şekillerde ortaya kondu. Saddam Hüseyin ayakta kalmak için tek bir strateji kullandı: İçeride savaş, dışarıda savaş! Bu sayede ulus olup olmamayı yıllardır tartışan Irak, rejim tarafından Kürt ve Şiilere karşı girişilen bütün şiddet olaylarına rağmen, sorunlu bir ulus kavramı oluşturdu. Ulusun merkezinde her daim Sünniler yer aldı ve 'Iraklı' olmak, Kürt, Sünni veya Şii olmaya bakmaksızın, Baas’a sadakatle ölçüldü. 2003 sonrasında ise devletin sahipleri değişti, yeni bir Irak ulusu yaratma çalışmaları başladı ve fakat önemli ölçüde başarısız olundu. Kürtler, hem pratikte, hem de yasal olarak kendi devletlerine kavuştular; Şiiler, güvenlik mekanizmalarının önemli bir kısmını ve petrol kaynaklarının bir kısmına sahip oldu; Sünniler, siyasal süreçlerden hem kendi hataları, hem de Bağdat’taki ABD yönetiminin hataları yüzünden uzaklaştı. Son on yılda bir ulus mayası oluşturulmaya çalışılırken, şiddet mezhep kimliklerinin belirginleşmesine yol açtı ve uluslaşmayı zorlaştırdı.
Diktatör gitti, demokrasi geldi mi?
ABD’nin Irak savaşına giderken kullandığı en önemli gerekçelerden birisi ‘demokrasi transferi’ idi. Ülkenin ırzına geçildikten sonra mezhep usulü bir iktidar paylaşımı prensibiyle yeni Irak siyasal sistemi oluşturuldu. Bu işlevsiz sistem, partilerin kimlik bazında oy istemesi ve kendi tabanına seslenmek istemesiyle Irak’ta pasif durumdaki mezhepçilik, saldırgan mezhepçiliğin ortaya çıkmasına yardımcı oldu. Devletin hüküm süremediği bir ortamda milis ve isyancı gruplar, şehirleri ve kaynakları ele geçirmeye çalıştı. Şii gruplar güvenlik güçlerine sızarak istediklerinin önemli bir kısmını elde ettiler. Nihayetinde ülkede ‘şiddet kültürü’ oluştu ve hükümetin dahi çeteler aracılğıyla sorunları çözdüğü bir sistem ortaya çıktı.
Böyle bir kültürün gelişmesinde çeşitli liderlerin işlevsel hükümetler kuramamaları önemli bir etken. 2006’da ılımlı olarak görülen Maliki, bir koalisyon hükümeti kurmayı başardı ve o dönemden bu yana kilit devlet kurumlarını kendisine bağlayarak ve aynı zamanda Genelkurmay Başkanı olarak görev yaparak kendi otoriter tahakkümünü kurdu, geçtiğimiz ayki seçimlerle de gücünü konsolide etti. Maliki, usta bir poker oyuncusu gibi rakiplerini siyasal skandallarla veya hiç ummadıkları zamanda ummadıkları yerlerden vurarak ekarte etti. Halen Türkiye Hükümeti’nin sığınma sağladığı Tarık Haşimi, Maliki’nin savurduğu en önemli oyunculardan birisi. Otoriter rejimi iyice kurumsallaştıran Maliki’nin kullandığı en önemli kart ise Sünni Baasçıların devlet ve hükümetteki bütün pozisyonlarından tasfiye edilmesi idi.
Baas tasfiyesi, Irak devletinin Şiileştirilmesinin en önemli aracı
Baas tasfiyesi 2004’te ABD’nin Irak’taki temsilcisi Paul Bremer’in verdiği ilk emirle başladı. Irak ordusunun yanında Baas üyesi yaklaşık 400.000 kişi bir gecede tasfiye edildi. Tasfiye programının başında bulunan Şii Ahmed Çelebi, Baas ideolojisinin kökünü kazımak için Nazilerin tasfiyesine benzer bir program uyguladı ve adalet kavramının içini boşalttı. Baas Partisi'ne üye olanlar iki sebeple üye olmuşlardı; iktidar zoru ve ekonomik fırsatlar. Baas rejimi, parti üyesi olmayanlara iş vermediğinden dolayı, kamu sektöründe iş bulmak isteyenlerin tamamı partiye üye olmak zorundaydı. Partiye gönüllü olarak katılanlar ise partiden aylık maddi yardım alıyor ve hayatlarını bu maddi yardımlarla geçindiriyorlardı.
Paul Bremer, hatasını çok geçmeden anladı ama tasfiyenin etkilerini azaltmak pek de mümkün olmadı. Sünnileri iç savaşa götüren sebeplerden birisi olan toplu tasfiye, Şii hükümetlerinin rakiplerini alt etmek için kullanıldı. Seçimlerde aday olanlar veya önemli bir pozisyona başvuranlar, Baas geçmişi sebebiyle diskalifiye edildi, birçoğunun yasal süreç gerekliliklerine rağmen dosyaları tekrar incelenmedi. Kısaca Irak’ta insanlar, özellikle Sünniler, zorla üye oldukları bir parti ve taraf oldukları bir ideoloji yüzünden cezalandırıldılar ve cezalandırılmaya devam ediyorlar. Son bir yıldır, Irak’taki Sünni protestoların önemli bir kısmı bu tasfiye yüzünden gerçekleştirildi ve gerçekleştirilmeye devam ediliyor. Küçük kazanımlar Sünnileri tatmin etmiş değil ve tasfiye programının ilga edilmesini istiyorlar.
Peki, tasfiye programı ilga edilmezse ne olacak? Muhtemel bir parçalanma ihtimaller dahilinde ama Irak’ın uluslaşma süreci devam ediyor. 80 yıl önce sorulan bir soruyla bitirelim: Irak ulus olabilir mi?