Amaaaan iyi ki Eurovision yok

SPOT: Orhan Berent, bu yıl olmasa da, her yıl bu zamanlarda gündemi oyalatan Eurovision’un Türkiye için tarihini, yarışan ve heba olan şarkılarını ve harcanan şarkıcılarını yazdı.

Orhan Berent

Her yıl bu zamanlarda gündemi oyalayan Eurovision süreci bu kez yoktu. Şahsi fikrim iyi de oldu. Zaten gündem iyice yüklü, ortam gergin. Bir de Eurovision’un bizim milliyetçi tarafımızı garip bir şekilde bilemesi çekilmez olurdu doğrusu. Belli bir süre dinlenmemiz memleketin ruh sağlığı açısından da iyi gelir doğrusu.

Türkiye’nin Eurovision macerası 1975’de başladı. Hatırlarım TRT’de aylarca süren bir telaşe başlamıştı. Bu yarışmanın elemelerinde pop müziğimiz yeni seslerle tanışmış, Ali Rıza Binboğa gibi fenomenler çıkmıştı. Bir halk jürisi, bir de müzisyenlerin oluşturduğu bir jüri vardı. Cici Kızlar’ın “Delisin”i ve Semiha Yankı’nın “Seninle Bir Dakika”sı finale kalmıştı. Sonra artık ne olduysa halkın seçtiği Cici Kızlar yerine İsveç’teki finallere Semiha Yankı gitti, Stockholm’de üç puanla sonuncu oldu. Şahsi fikrim çocuk şarkısı kıvamındaki “Delisin”den kat kat güzeldi. İyi bir şarkıydı da. Belki daha titiz bir aranje ve yabancı sözlerle Avrupa’nın 45’lik plak listelerinde üst sıralara da tırmanırdı ya, şanssızlığı Türkiye adına yarışmasıydı. 12 Mart sürecinden yeni kurtulmuş, arada Kıbrıs Savaşı yüzünden neredeyse Avrupa’nın tümünü karşısına almış Türkiye’nin fazla da bir şansı yoktu o sıralarda. Yarışmanın politik tarafını unutmayalım. Aldığımız üç puan da Monako’dan gelmişti.

Bu travmanın ardından Türkiye, 1978’e kadar yarışmaya katılmadı. Sonra tekrar bir eleme süreci ve garip bir tartışma başladı. İki şarkı finale çıktı. Bir tanesi Modern Folk Üçlüsü ile Nükhet Duru’nun “Dostluğa Davet”, diğeri aralarında Nilüfer’in de bulunduğu Grup Nazar’ın “Sevince” adlı şarkısıydı. “Dostluğa Davet” aksak ritmiyle melodisi bizden tınılar taşıyan bir şarkıydı. Ama jüri diğer şarkıyı daha Avrupai (!) buldu. Acayip ‘kitsch’ bir kıyafetle yarışmaya katılan grup 19. sırayı aldı, başarılı olamadı. Fakat Türkiye elemelerinde bu iki şarkıdan çok çok daha güzel bir şarkı vardı. Nükhet Duru’nun seslendirdiği Anılar adlı şarkıyı kast ediyorum. Söz yazarı Mehmet Teoman bestecisi ise Majak Tosikyan’dı. Tosikyan’ı bilir misiniz? Cenk Taşkan canım. Mehmet Teoman’la birlikte Nükhet Duru efsanesini yaratan iki kişiden biri. Eurovision jürisi kıymetini bilemedi bu şarkının ama “Anılar”, Duru’nun en akılda kalan şarkıları arasında üst sırada yer aldı daima.

Türkiye 1979’u pas geçti. Yarışma İsrail’de yapılıyordu. Arap ülkelerinin baskısıyla son anda gidilmedi. Finallerde tekrar İsrail birinci oldu, bir kez daha yarışmaya ev sahipliği yapmak istemeyince finallerin 1980’de Hollanda’da olacağı duyuruldu. Bu kez “Ajda Pekkan ne yaparsa iyisini yapar” denildi ve üç şarkı hazırlanıp Ajda Pekkan tarafından seslendirdi. “Bir Dünya Ver Bana” ve “Olsam” adlı şarkılara nazaran en zayıf ve ucubik olan Petrol birinci seçildi. Gündemdeki petrol bunalımından medet uman, son derece kötü sözlere sahip, buram buram popülizm kokan bir şarkıydı. Elbette Avrupalı yemedi bu naneyi. Olan gayet ritmik ve Ajda Pekkan’ın stilini yansıtan Şerif Yüzbaşıoğlu bestesi “Olsam”a ve Cenk Taşkan bestesi “Bir Dünya Ver Bana”ya olmuştu.

12 Eylül’ün karanlık yıllarında ise Türkiye’yi temsil eden şarkı Modern Folk Üçlüsü ve Ayşegül Aldinç’in seslendirdiği “Dönme Dolap” olmuştu. Hala akıl sır erdiremediğim garip bir albenisi olan Ayşegül Aldinç ve Modern Folk Üçlüsü’nün seslendirdiği şarkının vasat olsa da, nakarat kısımlarında kulağa gelen hoş bir tınısı vardı. Fakat umulan olmadı ve şarkı orta sıralarda yer bulmanın ötesinde 18. oldu. Bir sene sonra 1982’de Neco “Hani” adlı şarkıyla katılıyordu. Söylenenlere göre şarkının sözlerinde Avrupalıların hatırında kalması için bir takım tadilatlar yapılmıştı. Hani kelimesi fonetik olarak İngilizce’de honey okunuşuna denk geldiği için bolca “hani, hani” deniyordu. “Nerde hani, orda hani, burda hani, şurda hani. Dereceye girecektik, nerde hani?” 15. olmuştuk!

Şimdiye kadar hep alaya alınan ama Batı’ya yaranmanın en uç noktalarında gezinen rahmetli Çetin Alp’in seslendirdiği Opera ise zirve yapmıştı. Sıfır puanla sonuncu olunan 1983 yılında, İspanya da çıplak ayaklı bir şarkıcıyla yerel motifleri yansıtan bir şarkıyla katılmış dipte beraberliğimizi paylaşmıştı. Fakat olan Çetin Alp’e olmuştu. “Beşiktaş’ın maçlarına gidiyorum, millet maçı bırakıp bana laf söylüyor” diyen Alp bu yenilginin tüm ceremesini üstlendi. Sanki bir suçu vardı da. Alt tarafı şarkıyı icra etmişti. Belki 2000’lerde katılsaydı, marjinalliğin prim yaptığı yıllarda derece bile yapardı. Ama delilerle alay etmenin milli eğlence sayıldığı güzide ülkemizde Çetin Alp’in de payına düşen ezbere dalga geçilmekti. Dıştan onay almanın, Batı’ya, “Bakın biz de pop müzik yapıyoruz, n’olur aranıza alın” ezikliğini sorgulamanın yerine Çetin Alp günah keçisi ilan edildi.

1984’te “Beş Yıl Önce On yıl Sonra”nın “Halay”ı ve 1985’te “MFÖ”nün “Diday Diday”ı yerel sosa batırılmış ortalama eserlerdi ama 1986’da “Klips ve Onlar”ın Halley’i tam yarışmanın ruhuna uygun bir besteydi. Akılda kalıcı, yormayan ama aranje açısından ilginç bir besteydi. Dokuzuncu oldular ki, bu o zaman için memlekette başarı olarak addedildi. En yüksek derecemizdi neticede. Ancak 1987’de Seyyal Taner’le yine sıfır çekince, 1988’de MFÖ’nün “Sufi”si de bir umut vermekten yoksundu. Sufi, sufi, sufi, sufi, sufi, sufi nidalarının haricinde dönemin siyasi tartışmalarına denk düşen bize özgü garip bir çekişme aklımda kalmış. Mazhar Alanson’un yeleğindeki işareti bir takım kişiler tarikat işaretine benzetmiş ve ufak çapta gazetelerde bununla ilgili bir komplo teorisi çıkmıştı. 80’li ve 90’lı yıllarda birçok şeyde tarikat simgesi arayanlar, günümüzde illuminati işaretleri olarak yorumlanan ve bilerek yapılan bir takım şaklabanlıkları ve şovları görünce bilmem kendi yetersizliklerinin ve yaratıcı kabızlıklarının farkına varıyorlar mıdır? Kim bilir...

Türkiye 1989’da yarışmaya Timur Selçuk’un iddiacı karakterini yansıtan son derece kuvvetli ritimli ve senfonik esintili “Bana Bana” adlı şarkıyla katıldı. Düşünce güzeldi aslında. Fakat ne yazık ki, o da yanlış zamanda yarışıyordu. Daha çok dönemin post-disko dediğimiz oldukça hafif eserlerinin yanında bizim şarkı biraz ağır kaçıyordu doğrusu. Dönemin konseptini iyi sezen İrlanda ise beş sene içinde tam dört birincilik kazanacaktı. Belki de bizim gözümüzü açan da o oldu. İlle de yerel motifler, ille de halk müziğinden esintiler düşüncesi, 90’larla birlikte yerini gerçekten hafif müzik diyebileceğimiz eserlere bıraktı. 1997’de Şebnem Paker’in üçüncülüğü de bu yolla geldi. Flüt soloları, sade bir kıyafet, “ille de size yerelimi sunacağım” demeyen kararında tavırlar ve sade bir sahne şovuyla üçüncülük geldi. Ve yıl 2003… Madem yapıyoruz, kuralına tam uyalım mottosuyla ik defa İngilizce sözlerle yarışıldı. İyi çalışılmış bir sahne şovu eşliğinde tam bir Eurovision şarkısı olan “Everyway that I can” birinci geldi. Gerçi birileri Avrupa’dan ve Kıbrıs’tan puan gelmesini o günlerdeki dış siyasete bağlamışlardı ama o kadarı da olsun artık. Sonuçta aranan formül bulunmuştu.

2004’te Athena’nın “For Real”i ise yerinde bir seçimdi. Ska türünde ve bir kere dinlemeyle bile insanın diline dolanan bu şarkı da başarılıydı ve dördüncü oldu. 2005’teki “Rimi Rimi Ley” ve 2006’daki “Süper Star” hangi akla hizmet seçilmişlerdi bilmiyorum ama “Rimi Rimi Ley”deki ablanın şuh bir hareketle üzerindeki ceketi çıkarıp sallaması ve Sibel Tüzün’ün Orhan Boran’ın Yuki’sini andıran bir ses tonuyla “süperstar” çığırışı aklımda kalmış. Elbette her sene dereceye girecek değildik. Katılmak da bir eylemlilikti ve katılmıştık sonuçta. Kenan Doğulu’nun kırmızı kostümü ve fidan boylu dansçı kızların arasında epey güdük kaldığı sahne şovuyla bezeli yarı Türkçe yarı İngilizce “Shake it up Şekerim”in dördüncülüğüne ise akıl sır erdiremedim. Belki oy verenlerin bir bildiği vardı ama ben bilemiyordum. Ya da şarkının ne kastettiğini ben anlamıyordum.

2008’deki Mor ve Ötesi’nin “Deli” şarkısı ise belki de Eurovision’da yarışmaması, daha doğrusu heba edilmemesi gereken kalitede bir parçaydı. Yedinci olmuştuk ama başarının dereceye girmekle eş değer tutulduğu bu yarışmada Mor ve Ötesi’ne yazık olmuştu. Ama 2010’da Manga onlar kadar şanssız değildi. İyi bir koreografiye sahip sahne gösterileriyle ikinciliği yakaladılar. Fakat 2009’da bir Hadise olayı vardı ki, bizim tüm ikiyüzlülüğümüzü gösterir nitelikteydi. Göbek dansının sürekli küçümsenip avam işi olarak algılandığı ülkemizde söz konusu Eurovision olunca o kadar aşırıya kaçan bir sahne gösterimiz vardı ki. Kızcağızın o hareketli koreografinin hakkından gelip şarkısını başarıyla icra etmesine o kadar inanmıştık ki, bir takım aksaklıklarda, “Ama bizim şarkıya sıra gelince sesi kıstılar” ucuzluğuna soyunmuş ve Hadise’ye de yazık etmiştik. Ama bizim memleket böyle çelişkiler ülkesiydi. Travestiler, transseksüeller, eşcinseller toplumda öcü gösterilip Bülent Ersoy söz konusu olunca onaylayan, muhafazakar değerleri savunup dansözlüğü “tu kaka” gösterip iş Avrupa arenasına çıkmaya gelince “Kıvırabildiğin kadar kıvır kızım” demek para etmemişti. Göbek dansı ve adaleli gençler sonuç vermeyince tekrardan rock iyidir düşüncesiyle Yüksek Sadakat ve Can Bonomo’dan da sonuç alınamayınca, sanırım biraz ara verilmesi, durup düşünmemiz için iyi bir mola oldu. Artık gelecek seneki yarışmaya katılırsak kim bilir nasıl arayışlara gireriz?

Kategoriler

Şapgir