Bir Parça Aşk

Ebru Gedik Askan, Sinan Sülün’ün Karahindiba’sındaki Mavi Pelikan öyküsünün çağrıştırdıklarıyla, “aşk kavramını, aşık olmaktan daha çok sevdiğimizi” yazdı.

“Kendilerine benzemeyenlere aşık olmaktan korkuyorlar. Oysa aşk kendine benzemeyeni sevmek değil midir?”

Sinan Sülün – Karahindiba

Ebru Gedik Askan

Tüm önyargılarımla okuyorum bu öyküyü, Sinan Sülün’ün Karahindiba kitabının ikinci öyküsü; pelikanla bir adamın aşkı. Öyle ki, birbirlerini öpüp seviştiklerinin anlatıldığı yerde bildiğin irite oluyorum. Yok diyorum; bunu anlatmasın, bu kadar ileri gitmesin, buna dayanamam. 

Sonra öykü bitiyor, aşkına sahip çıkamayan, onun ardında duramayan ve bu korkaklığının çok fena sonuçlarına bile isteye karşı koyamayan bir “kahraman”la baş başa kalıyorum. Öyküyü anlamak istiyorum, kendimce sağaltıyorum. Pelikanı unutsak mesela…

Belli bir yaşa gelmiş pek çoğumuzun böyle bir aşk hikayesi yok mudur? Hayatımızın bir döneminde bir pelikan kadar “öteki” bulunmadık mı hiç? İlk başta bizi o tüm farklılığımızla, diğerleri gibi olmayışımızla sevmiş kişinin bir süre sonra tam da bizi biz yapan, tam da bizi sevdiği şeyler yüzünden bizden vazgeçtiğini, artık sevmediğini ya da sevse bile bu ağır yükü taşımak istemediğini yaşayıp görmedik mi?

Peki, bir de herşeyi tersine çevirsek? En keskin uçlu iğneyi (çuvaldız demeye dilim varmadı) kendimize batırsak… Kaç mutluluğu, kaç gerçek sevgiyi sırf korkaklığımız ya da bencilliğimiz yüzünden heder ettik? “Diğerleri gibi olmalısın!”, “sürüden kopmamalısın!” düsturu bangır bangır bağırırken, herkesi karşımıza alıp, “seviyorum uleeen!” diyebilmek ne yazık ki kahramanlık, kimine –çoğuna- göre ise aptallık oldu çok uzun zaman önce.

Gerçek dünyaya, hani şu postmodern olanına, hani şu her tarafın sanallaştığı, sanalı gerçek sanıp gerçeği görmezden geldiğimiz elimizdeki biricik hayatımıza döndüğümüzde… Çok seviyoruz ya aşka dair güzel sözler etmeyi, asla tamamını bilmediğimiz bir şiirden iki mısra (140 karakter kadarlık) yazmayı, hiç alıp okumadığımız bir kitaptan üç-beş cümle alıntılamayı... Aşkı, aşık olmaktan daha çok seviyor, aşk hakkında aşık olmadan ne de çok konuşuyoruz. Çünkü artık böyle kahramanlık ya da korkaklık hikayeleri için bile vaktimiz yok. Yanımızdakini duyacak, anlayacak ve aslında ne hissettiğimizi fark edecek halde değiliz. Yani değil farklı olanı sevmeyi, “bizden” dediğimiz, aynı telden çaldığımızı düşündüğümüz insanlarla bile gerçek bir hasbihale nicedir halimiz yok. Şimdilerde hikayelerin parçaları çokça eksik ve hissiz.

Sanki birileri bizi şöyle bir etrafımızda çevirmiş, bu çevirme o kadar hızlı olmuş ki savruluvermişiz havaya doğru, bir türlü de duramaz olmuşuz. Belki hemen yanı başımızdakinin elini tutsak, son bir umut tekrar görür, duyar, hisseder, anlar oluruz.

Ne diyordum, nereye geldim, önceden de söylediğim gibi bunlar hep yaşlılık alametleri. Affola…

Kategoriler

Şapgir