Jon Burnett, İngiltere’de 1995 yılında ‘ırkçı’ saiklerle işlenen Stephen Lawrence cinayetinden bu yana, ‘çokkültürlülük’ iddiasının aslında nasıl da altının doldurulamadığını ve o günden bugüne nasıl da hiçbir şeyin değişmediğini anlatıyor. Halit Yerlikhan çevirdi.
Jon Burnett
20 yıl önce bugün, arkadaşıyla beraber otobüs bekleyen 18 yaşındaki bir genç, ırkçı sloganlar atan beyaz gençlerden müteşekkil bir çete tarafından hunharca katledildi.
Stephen Lawrence’in öldürülmesinden bu yana tam 106 kişi, ırkçı olduğu kesinleşmiş yahut öyle olduğundan şüphelenilen saldırılarda hayatını kaybetti- Her sene ortalama beş kişiye tekabül eden bir sayı. Siyahların yolda yürürken bir polis tarafından durdurulup aranması ihtimali, ceza yasasındaki 60’ıncı madde sağ olsun, beyazlarınkinden 28 kat fazla.
2009-2010 yılları itibariyle siyahların gözaltına alınmaları ihtimali, beyazlarınkinin üç katıydı. Siyahların ve melez bir etnik kimliğe sahip olanların işsiz kalmaları, beyazlarınkinden üç kat daha muhtemel. 7 yaşındaki Bangladeşli ve Pakistanlı çocukların dörtte üçü yoksulluk içinde yaşarken, beyaz çocukların dörtte biri fakirlikle karşı karşıya. Kendilerini ‘Afrikalı yahut Karayipli olmayan siyahi’ olarak niteleyenlerin bir akıl hastanesinde yatılı tedavi görmeleri ihtimali ortalamanın altı kat üstünde.
Lakin toplum olarak bir ırkçılık sorunumuz olduğunu inkar etmekteyiz. Lawrance’ın ölümü ve onu müteakip gerçekleşen polis soruşturmasıyla ilgili 1999 tarihli Macpherson raporuyla birlikte, Londra polis teşkilâtındaki kökleşmiş, kurumsal ırkçılık ilk kez tasdik edilmiş oldu. Etnik İlişkiler İyileştirme Yasası çıkarıldı. Pek çok politikacı için bu kadarı yeterliydi. Mesele hallolunmuş sayıldı, ‘etnisite-sonrası’ bir toplum olduğumuz ifade edilir oldu. Mekanistik, formaliteci eşitlik tedbirleri uygulanırken, ayrımcı yasalara dokunulmadı. Medyanın nefreti körükleyen ve yaygınlaştıran diline ilişkin düzenlemeler yapılmadı.
Daha da kötüsü, çokkültürcülük etnik gerilimden sorumlu tutulmaya başlanır oldu; düşünce kuruluşları ‘problemi’ bireysel davranışlar, kimlik ve aidiyet hissiyle ilişkilendirerek yeniden tanımlama eğilimi içerisine girdi. Yerel ırkçılık karşıtı yapılar ortadan kaldırıldı. Etnik İlişkiler Enstitüsü’nün yaptığı bir araştırma gösterdi ki, etnik şiddet tüm mahal ve topluluklar üzerinde eşit bir tesirde bulunmuyor. Dışarıda askeri müdahalelerin vuku bulması, içerdeyse yerlici bir siyasete ricat etme ve kemer sıkma tedbirlerinin gündeme getirilişiyle ırkçılığın doğası ve kendini kent ve kasabalarda ortaya koyma biçimleri, gerçekleşen kuvvetli demografik dönüşümle ilişkili olarak başkalaşım geçirmekte.
Stephen Lawrance’ın nedensiz ve izansızca katledilişinden bu yana geçen 20 yılda ırkçılık ortadan kalkmış değil: Bilakis ırkçılığın sonsuz bir şekil değiştirme kabiliyetine sahip ve toplumsal dokunun derinlerine kök salmış olduğu açığa çıkmış durumda. Kemer sıkma tedbirlerinin arttırılması ve politikacıların göçü ve göçmenlerin sahip olduğu hakları kısıtlamakta birbiriyle rekabet ediyor olmaları, ırkçı saldırı ve haksızlıkların daha da artmasına sebebiyet verebilir.
İngilizceden çeviren Halit Yerlikhan. Yazının orijinali için tıklayın
Dr. Jon Burnett, İngiltere’de ırkçı şiddet, yerel etnik siyasa ve göç ekonomisi üzerine çalışma yapan Etnik İlişkiler Enstitüsü’nde çalışıyor.