Açıl susam açıl

Konjonktürel Analitik Strateji Sağlama Merkezi ya da kamuoyunda bilinen ismiyle Kassam Strateji’nin değerli hocalarından Ord. Doç. Dr. Kimil Koretürk, Türklerin ‘para’ya bakış açılarını ve Osmanlı’dan günümüze karnımızda ağrı yaratan ‘milli burjuvazi’ sevdasının altında yatanları şapgir için anlattı.

Ord. Doç. Dr. Kimil Koretürk

18. yy'da kutsal Anadolumuz ne zaman hak vaki olup kodaman bir Müslümanı bağrına almaya karar verse, Payitaht-ı Asitanemiz’den hızlı bir at çıkardı yola, üstünde pembe incili kaftanlı binicisiyle ve zamana karşı bir yarış başlardı.

Yasal olarak meşhur Tanzimat Fermanı ile kaldırılan ‘müsadere’ kelimesi zihne otomatikman ‘katl’ kelimesini de konduruyor ve ‘müsadere’ denilen şey genelde hep ‘katl’en müsadere’ sanılıyor. Katl’en müsadere; yani kişinin devlet otoritesince öldürülüp mal varlığına el konulması. Şimdi aklıma geldi, o tarihten 50-60 yıl sonrasında yaşanan katl’en müsadereler acaba yasal olarak kaldırılan bir geleneğin devlet kültüründeki var kalma çırpınışları mıydı?

Neyse... Oysa müsadere Osmanlıda salt katl ile birlikte uygulanan bir mekanizma değildi. Öyle olsa 18. yy'da devletin başlıca finansman yöntemlerinden biri haline geldiğinde buna can dayanmazdı. Müsaderenin en tatlısı ölü müsaderesiydi. O yüzdendir ki, Payitaht’a yerel bir kodamanın ölüm haberi geldiğinde, bir çavuş hemen en hızlı devlet atlarından birine atlar ve cebinde padişah fermanı ölünün memleketine yollanırdı. Zira ölüyü yerel eşraf veya ailesinden önce soyabilmesi için mallar yağmalanmadan yetmesi lazım gelirdi.

Ondan sonrası kıran kırana pazarlık… Kimi kez padişah, ‘Nuh der, peygamber demez’ ve malı mülkü sattırırdı. Kimi kez ise mirasçılarla pazarlığa oturur ve ‘200 bin kuruş ver, mala mülke dokunmayayım’ derdi. Kadı vekillerinin eşek sırtında diyar diyar gezip yeni ölü gömülmüş mezarlara musallat olduğu ve ‘bunun miras davasını kim gördü ülen, çıkarın ölüyü yeni baştan mirasını taksim edeceğiz’ deyu haraç kestiği bir dönemde daha centilmence bir pazarlıktı en azından.

İlk yerleşik komşularımız ve öğretmenlerimiz Çinliler, para kullanmadığı için olacak, biz Türkler oldum olası para kavramından pek anlamadık sanki. İki fiziksel meta arasındaki değiş tokuşa aracılık eden üçüncü bir meta gibi değil de, ‘vardan yok, yoktan var’ olan metafizik bir şey gibi gördük. Hangi ideolojiden olursak olalım, milli burjuvazi lafını duyunca sakinleşip munis bir Vecdi Gönül'e dönüşmemiz, sessizce bir hmmm dememiz ondan belki de. Ali Baba bizsek, o da Kırk Haramiler Mağarası'nın kapısını açan ‘açıl susam açıl’ımız, paracıklarımızı yoktan var eden metafizik tılsımımız. Çünkü bizim fakirliğimiz herhangi bir maddi temele değil; Kırk Haramiler’in, hırsızlık ve ihanetten başka bir şekilde açıklanamayacak servetlerinin esas sahibi bizken, servetin onlarda olmasına dayanıyordu. Eh bu durumda açıl susam açıl ile rollerin değişmesi de gayet adil bir hmmm oluyor.

Osmanlı’yı anlatan tarih kitapları çok şükür hep siyasi vekayiyi hikâye eder. Şu çiğetyiyici Fransızlardan meşhur Braudel'e uyup sosyal ve toplumsal tarihi inceleyenler de, hep Müslümanların sosyalliğini anlamaya-anlatmaya uğraşır. Böylece nüfusunun hemen hemen yarısı gayrimüslimlerden oluşan bir imparatorlukta, gayrimüslimler önce kitabından, sonra da tarihin bizzat kendisinden usul usul yok olur ve bu, kimsenin dikkatini de çekmez onca siyasi-askeri hengâmede. Aslına bakılırsa tüm yumoşlama gayretlerine rağmen bir 'İslam' imparatorluğu olan ‘Ottoman and Sons’ta İslam olmayanın iktidarda hiçbir payı da yoktur zaten. Çarpmadaki birdir, bici bici zenginliğimizdir o.

Non-müslimlerin, 19. yy'da ülkeye akın eden dindaşları yabancılar sayesinde zenginleşmesi maddi temelleri olan bildik bir burjuvalaşma değil de, hırsızlık, yanında da promosyon olarak aynı zamanda ihanettir. Çünkü bize göre para ve onun birikmiş hali servet, iktisadi ilişkiler sonucunda oluşan somut bir 'şey'den ziyade, metafizik bir yoktan var oluştur. Asla ve kat'a ülkeyi yüzyıllarca yöneten Müslüman oligarşinin, kendilerince gayet mantıklı bir seçimle, herhangi bir Müslüman iktidar alternatifinin ortaya çıkmaması için, gerekirse kendi içinde dahi, sermaye birikimini engellemesi, biriken servetleri tekrar ve tekrar müsadere etmesi ihanet değildir. Fakirliğimizin sırrı o payitahttan haldır haldır çıkış yapan muhallefatçı çavuşta değil, ‘gayrimüslimist’ düzenbazlıktadır.

O yüzden bitmeyen iktisadi dertlerimizi say desen, dıgıdık dıgıdık tozlu yollarda at koşturan çavuşa inat, ilki nasıl olup da “esas burjuvazi, can burjuvazi, Müslüman burjuvazi” olamadık koskoca Osmanlı İmparatorluğu'ndadır çoğumuzun halen karnında. Sonuçta bütün 100 yılımız onun derdiyle geçti, cumhuriyetten bile eski. Bugün bile “gavur”ları bizle eşit kılacak -yasalar değil elbet, malum Islahat Fermanımız’ı 1856'da çıkardık daha da gelme üstümüze Avrupa :/- uygulamalar yapmaya niyetlensek bu yüzyıl bir heyula olur dikilir başımıza. “Fonda boşuna mı çekildi bu acılar, boşuna mı sürüldü yok edildi insanlar” şarkısı, dilimizde ‘açıl susam açıl’lar eşliğinde.

Kategoriler

Şapgir