İnternetin akıbetine ve dijital özgürlüklerimize ilişkin tartışma başladı, hükümetler ve şirketlerden gelen karmaşık mesajlar dikkatli bir incelemeyi ve eleştiriyi gerektiriyor. Kirsty Hughes, “ama”sız bir şekilde dijital özgürlüklerimizi savunuyor ve bu özgürlükleri bekleyen tehlikeleri anlatıyor. Halit Yerlikhan çevirdi.
Kirsty Hughes
İnternete erişimi olan insan sayısı hızla artarken ve ilerleyen yıllarda milyonlarca insanın akıllı cep telefonlarıyla dijital dünyaya bağlanabilecek olması kuvvetle muhtemel iken, dijital özgürlüğe dönük tehditler giderek büyüyor.
Karşı karşıya olduğumuz meydan okumalar muhtelif, sayıca fazla: Güvenlik duvarları ve ülke sathında hayata geçirilebilir ağ filtrelerini de içerecek şekilde devlet sansürü; hükümetlere, şirketlere ve bireylere dönük, sayısı giderek artan site kapatma talepleri; şirketlerin çok sayıda insanın şahsi bilgilerine erişebilmeleri; sosyal medyadaki hukuki müeyyide doğrucu ifadeler; elektronik iletişimin artan gözetimi… Gerek demokrasilerde, gerekse otoriter rejimler altında gelişen dijital hürriyetimize dönük tehditlerin hızla yoğunlaşıyor olması, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde vuku bulacak gelişmelerin, internetin özgür bir alan olarak kalıp kalamayacağı hususunda had safhada belirleyici olacağı anlamına geliyor. Özgürlüğümüzü müdafaa etmek için şimdiden eyleme geçmemiz gerekmekte- tabi önce karşımızda duran tehditlerin doğası ve bu tehditlerin ardında kimlerin olduğu hakkında yeterli düzeyde bilgi sahibi olmalıyız.
Hükümetler karmaşık sinyaller yolluyor
Birleşik Devletler, İngiltere, İsveç, Hindistan ve Brezilya gibi demokrasilerde hükümetler ve politikacılar, sıklıkla ifade ve mahremiyet, hak ve hürriyetlerinin gerçek dünyada olduğu gibi, onun sanal muadilinde de geçerli olması gerektiği vurgusuyla beraber, dijital özgürlüğün savunusuna dönük coşkulu açıklamalarda bulunuyor. Ancak -cep telefonlarından internet kullanımı, web aramaları ve sosyal medyadaki sohbetlere kadar- kitlesel denetimi mümkün kılan yeni teknolojik gelişmelerin cazibesine kapılan pek çok demokratik hükümet, eskiden yalnızca otoriter rejimlerin tevessül ettiği, kitlesel iletişim datalarını toplayıp, depolamanın yeni olanakları üzerine kafa yoruyor.
Bu, hükümetlerin siyasi tutum alışlarında çelişkiler doğmasına sebep oluyor. İngiltere’de hükümet, internet korsanlığına ilişkin teklif ettiği iletişim verileri yasasını, bir milletvekilinin inceleme komisyonunda serdetmiş olduğu ağır eleştiriler ve sivil toplumdan gelen tepkiler sonucu geçici olarak geri çekti. Yasa, herhangi bir demokraside şimdiye dek önerilmiş en kapsamlı kitlesel gözetim tedbirlerini içeriyordu.
Lakin bir yandan da İngiltere, Amerika, Almanya ve diğer pek çok Avrupa ülkesiyle birlikte, Çin ve Rusya’nın, diğer bir takım ülkelerin de yardımıyla internet üstünde yukarıdan aşağı küresel bir kontrol tesis edilmesi önerileri karşısında sert bir muhalefet yürütüyor. Bunun yerine İngiltere, pek çok demokratik ülkenin de içerisinde yer aldığı geniş bir ülkeler koalisyonunun parçası olarak, internetin hiçbir ülke, grup yahut kurumsal odağın kontrolünde olmadığı cari “çok paydaşlı” modeli savunuyor. Hindistan hükümeti, geçtiğimiz Aralık ayında gerçekleşen Dubai’deki Uluslararası Telekom Zirvesi’nde Rusya ve Çin’in yukarıdan aşağı kontrol önerisini reddetmezden evvel, rahatsız edici ölçüde mütereddit bir politika izlemekteydi.
Çin ve İran gibi ülkeler, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde güvenlik duvarları inşa etme ve site kapatma dâhil pek çok yolla halklarının internet kullanımlarını sınırlamaya çalışan ülkeler cephesinde ön sırayı teşkil ediyor. Bununla birlikte son yıllarda internet kullanımını şu veya bu yol ve ölçüde sınırlayan ülkelerin sayısında keskin bir artış yaşandı. Bu yasakların bir kısmı, mesela Danimarka hükümetinin -sansür maksadı ve merakıyla değil, fakat ülkenin bu kârlı sektörde sahip olduğu tekeli muhafaza edebilmesi için yürürlüğe soktuğu- başka ülkelerdeki kumar sitelerine dönük ülke sathında uygulamaya koyduğu erişim yasağı gibi, önemsiz görülebilir. Ancak internet ağlar ve ülkeler düzeyinde filtrelendikçe, daha az özgür bir mekân haline geliyor.
Şu veya bu erişim yasağının gerekli olduğunu savunan argümanlar daima mevcut olacaktır -çocuk pornosuyla mücadele, çocukları ve gençleri pornodan koruma, suç ve terörizmle, başkalarının şahsi kişilik ve haklarına dönük tahkir ve tezyifle mücadele gibi. Siteleri filtrelemek ve erişime engellemek, daima hedeflenenden daha çok sayıda siteye erişimin engellenmesi anlamına gelir; gizlemek bir problemi ortadan kaldırmak değildir; üstelik erişim yasakları burada ifade edilen gerekçeler dışında da kullanılabilir.
Hükümetler ifade özgürlüğünden yana durmadıkça, temel bir hak olan ifade özgürlüğünün kısıtlanmasını savunan halk kesimleri daima olacaktır. Bunun net bir örneği çok sayıda insanın provokasyon ve tahrike karşı artan hassasiyetidir. Ancak ifade edilmelidir ki, tahrik edilmeme hakkı diye bir hak yoktur; bir insanı provoke eden şey, bir başkası için masum bir argüman yahut yaratıcı bir sanat eseri olabilir. Son dönemde İngiltere ve Hindistan’da -her iki ülkenin ceza yasalarının da, ‘ağır tahrik unsuru’ sayılan telefon görüşmelerini, sonrasındaysa elektronik iletişimi cezalandıran 1930’lu yılların İngiliz Ceza Kanunu’na dayandığını not edelim- provoke edici yorum, fotoğraf ve sosyal medya paylaşımlarından ötürü artan sayıda insanın suçlanması ve tutuklanmasına şahit oluyoruz. Çoğu zararsız sosyal medya yorumlarına yönelik bu tür suç isnatlarına ilişkin kamuoyu ilgisi artıyor, tartışma büyümekte. İngiltere’de kamu davalarından sorumlu Başsavcı Keir Starmer, sanal suçlara ilişkin -kurumlarına yapılan- artan başvuruların akıbeti için yasal bir çerçeve tesis etmeye dönük yönergeler içeren hukuki bir talimatname yayınladı.
Şirketler de sansürcü
İnternet erişim özgürlüğümüze dönük artan tehditlerin rahatsız edici bir bölümü de şirketlerden kaynaklanıyor. Pek çok web hosting firması ve internet servis sağlayıcısı, bir yandan ifade özgürlüğü dâhil en temel hak ve özgürlüklere yönelik desteğini ifade ederken, diğer yandan bulundukları ülkenin kanunlarına uymak zorunda olduklarını vurguluyor. Google ve Twitter, kendilerine devletlerden gelen site kapatma ve kullanıcı veri bilgisi taleplerinin sayısını ihtiva eden şeffaflık raporları yayınlama işinde öncü oldular.
Ancak haklarında dava açılması riskine karşı kendilerini güvenceye almak amacıyla, devletlerden gelen şikâyetler sonucu sunucularında barındırdıkları içeriği hızla erişime kapatan şirketler, devletlerin işlediği suça ortak oluyor. Facebook ve Twitter gibi şirketler, neyin kabul edilebilir olup, neyin olmadığını tanımlayan kendi hizmet sözleşmelerini hazırlıyor. Belki de bu çok normal. Üyelerinin davranış kurallarını belirleyen kulüpler gibi bu siteler de, kendi kurallarını koyuyor. Ancak böylesi bir kulüp, Facebook gibi bir milyarın üzerinde bir üye sayısına sahipse, ne tür imge ve ifadelerin kabul edilebilir olduğunu dikte eden bir hizmet sözleşmesi sunuyor ve anonimliği yasaklıyorsa, kullanıcılarına ancak mahkemeler, sivil toplum ve seçimler yoluyla vatandaşlarının denetimine açık ve onlara karşı sorumlu olan hükümetlerin getirebileceği türde yasaklar dayatıyor demektir.
Şahıslara ilişkin devasa ölçekteki verilerin hizmet sağlayıcıların sunucularında kaydedilmeleri ve bu verilerin ticari kullanımı da mahremiyete ilişkin yoğun ve hayati önemde bir tartışmanın fitilini ateşledi. Online mahremiyet meselesi, internette ifade özgürlüğüyle kuvvetli bir bağa sahiptir: Eğer birileri sizin ne yaptığınız yahut söylediğinizi izliyor, bu bilgileri topluyor ve ticari amaçlarla -kötüye- kullanıyorsa bu, ifade hürriyeti açısından önemli bir tehlikedir. ‘Unutulma hakkı’ diye bir hakkın olup olmadığı yahut ne ölçüde olduğu bu tartışmanın veçhelerinden birini teşkil ediyor. İnternetin hayli yaygın, nüfuzkâr yapısı, şahsi bir verinin ortadan kaldırılmasını artan ölçüde zorlaştırıyor. Örneğin kişisel bilgilerin haber niteliği taşıyan kayıtlardan çıkarılması isteğiyse, sansürün bariz, arzu edilmeyen bir formunu oluşturuyor.
Tehdit altındaki dijital özgürlüklerimiz
Dijital özgürlüklerimize yönelik çok sayıda ve giderek büyüyen bir takım tehditler var. Ancak pozitif trendlere işaret etmek de mümkün. Kapsamlı telif hakkı kontrolü dayatmalarına karşı hızla örgütlenen, şiddetli ve bugüne dek başarılı olmuş olan mücadele, gelişmelerin tek yönlü bir mahiyet taşımadığının açık bir emaresidir.
İran ve Çin gibi ülkelerde bile pek çok sıradan vatandaş, devlet sansürünü alt etmenin, iletişim kurma ve bilgiye erişmenin yollarını buluyor. Hükümetlere -en azından demokratik ülkelerde- sosyal medya yorumlarını kriminalize etme ve kitlesel denetim teknolojileri inşa etmeye yeltenmeleri halinde meydan okunabilir. Dijital özgürlüğümüzü savunmak aktif olmayı, tartışmaktan çekinmemeyi, mesajı yaygınlaştırmayı gerektirir: Kötü, yanlış kararlar ve yasalar durdurulabilir, sınırlandırılabilir yahut değiştirilebilir. Bu, hem ulusal hem de uluslararası bir meseledir- tartışma başladı bile.
İngilizceden çeviren Halit Yerlikhan. Yazının orijinali için tıklayın
Kristy Hughes, Index of Censorship’in (Sansür Endeksi) yöneticisi.