Başörtülü kadınların “28 Şubat mesaisi”

Deniz Işıker Bedir, başörtülü kadınlara “öğrenilmiş çaresizliği” miras bırakan, onlara engellenme hissini, yalnız bırakılma halini yaşatan 28 Şubat darbesini yazdı: ' Psikolojik olarak yas süreci, eğer acı yaşanmazsa ve paylaşılmazsa devam eder. Bir yakınını kaybeden insanlar, o kaybın ardından uzun süre gözyaşı dökmezse, uzamış bir yas onlara sürekli eşlik eder, o ölümü bir türlü kabul edemezler.'

Deniz Işıker Bedir
denizisiker@gmail.com

Yine bir 28 Şubat geldi. İki hafta öncesinden başlayan paneller, konferanslar, köşe yazıları, hesaplaşma toplantılarıyla beraber…

28 Şubat’ı konuşmak hesaplaşmayı, özeleştiriyi, bundan sonra ne yapmalıyız diye konuşulan yol haritalarını da beraberinde getiriyor. İslamcılar yaşadıkları acı deneyimleri son 3-4 yıldır yoğun bir şekilde paylaşarak bu konuda mesafe kat etmeye çalışıyorlar. Peki, acılar konuşuluyor mu gerçekten? Kadınların yaşadığı acılar hissedilebiliyor mu?

Bu sene, “artık acıları konuşmayalım” itirazları yükseliyor, İslamcı muhalefeti yeniden diriltme söylemleri baş gösteriyor. Acılarda takılı kalırsak ilerleme kaydedemeyeceğimiz söyleniyor. Ama kısmen haklı bu eleştiriler bir şeyi kaçırıyor. Başörtülü kadınlar yaşadıkları acıları, hissettiklerini anlatmadılar çünkü anlatamadılar, çünkü anlatmak istemiyorlar, çünkü hâlâ yasları devam ediyor.

Psikolojik olarak yas süreci, eğer acı yaşanmazsa ve paylaşılmazsa devam eder. Bir yakınını kaybeden insanlar, o kaybın ardından uzun süre gözyaşı dökmezse, uzamış bir yas onlara sürekli eşlik eder, o ölümü bir türlü kabul edemezler.

Delirsem sanki kurtulacağım, bu şeyin içinden çıkamıyorum. Delirdiğim zaman her şey bitecek sanki …” diyordu bir kadın yaşadıklarını anlatırken, delirmek dışarıdan bir şeydi çünkü, unutmanın ölümden sonraki en iyi yoluydu.

28 Şubat’ta yaşanan acılar, kadınların kaybettikleri okullarından, işlerinden ibaret değil. Bu acılar, engellenme hissini, arkadaşların tarafından sırt çevrilmeyi, ailenin seni yok saymasını, herkesin senin hayatın hakkında bir şeyler söyleme hakkını kendinde görmesini, korkuyu ama en önemlisi yalnız bırakılma halini barındırıyor.

Bunun yanında bir de görmezden gelme var, yok sayma… Kadınlar yokmuş gibi davranma... Bunun en iyi örneklerinden birini bu yılki 19 Ocak anmasındaki konuşmacılardan biri olan Hidayet Şefkatli Tuksal’ın konuşmasının medya tarafından sansüre uğramasında, bazı gazetelerde adının bile geçmemiş olmasında gördük. 28 Şubat süreci yeni yeni yaşanırken, okullara hasbelkader girebilen kadınların yoklama esnasında adlarının atlanarak okunduğunu ya da yoklama kâğıdının onlar atlanarak dolaştırıldığını çok kereler duyduk.

Başörtülü kadınların, kullanılan ve emirleri uygulayan birer “nesne” olduğu söylemi de hız kesmeden devam ediyor. İsimleri tedavülden kalkmış, eski popülerliğini yitirmiş tiyatrocu, oyuncu ve yazarların da başörtülülere hakaret ederek tekrar popüler olmaya çalıştıklarına da şahit oluyoruz. Geçen günlerde Gülriz Sururi’nin söylediği “Bakın, insanlar hür iradeleriyle kapanabilir. Bunu kabul ediyorum. Ancak 10-12 yıl önce bunlar neredeydi? Sistematik olarak geldiler. Nişantaşı kafelerinde oturmaları emredildi, oralarda oturdular. En beklenmedik restoranlara, en beklenmedik kafelere, sinemalara, tiyatrolara her yere yayıldılar. Örtünmek çok kolaydır, giyinmek zor. Onları giydiremiyorsan sokarsın bir çarşafın içine, her açıdan susturursun, erkek karşısında da yok edersin” açıklaması bu anlamda en iyi örneklerden biri. 10-12 yıl öncesine kadar Türkiye’de yaşayan kadınların yarısından fazlasını görmeyen bu zihniyet, onların “kendi” mekânlarında görünmelerini, sistematik olarak yerleştirilmeye bağlayabiliyor. Yaşadığı şaşkınlığı açıklamanın başka bir yolunu bulamıyor çünkü.

Bu açıklamaları gündelik hayatta, “burada ne işiniz var”, “gidin buradan” had bildirmeleriyle ve hakaretlerle duyan başörtülü kadınların sayısı o kadar çoktur ki…

28 Şubat, diğer darbelerden farklı olarak birebir ve özellikle kadınları hedef alan bir darbe. Kadınların ayrımcılıkların ve yok sayılmaların sonsuz çeşitlerine maruz kaldığı bir darbe. “Bu mağazadan alışveriş yapamazsın, bizim otelimizde kalamazsın, hastanemde tedavi olamazsın”a kadar varan ayrımcılık biçimleri bunlar. Yasak adeta kontrol edilmişlik ve ‘haddini bil’ emrinin değişik yerlerde ses bulan bir sloganı haline geldi.

‘28 Şubat bitti’ söylemlerinin yoğun olduğu bir dönemde, kadınların hâlâ kamuda çalışamadığını, meclise giremediğini, özel sektörde görünür yerlerde ve iyi pozisyonlarda çalıştırılmadığını, üniversitelerde serbesti olmasına rağmen bazı hocaları tarafından tacizlere maruz kaldıklarını ve tehdit edildiklerini biliyoruz. Memur-Sen’in kamuda kılık-kıyafet özgürlüğü için düzenlediği “özgürlük için 10 milyon imza” kampanyasında, 12 milyon 300 bin imza toplanmasına rağmen hâlâ bu yasak ortadan kaldırılamıyorsa, umudumuzu canlı tutmanın nasıl bir yolunu bulmalıyız?

28 Şubat en çok vazgeçmeyi ya da daha bilimsel bir tabirle “öğrenilmiş çaresizliği” miras bıraktı bize. Başörtülü kadınlar, birçok yere sırf alınmayacaklarını düşünerek başvurmuyorlar. Mücadele etme gücü kalmadı çünkü mücadele etmek de, sorunun çözülmesini beklemek de hiçbir şeyi değiştirmedi. Bu bir kördüğüm sanki…

Başörtülü kadınlar artık 28 Şubat’la anılmak, 28 Şubat mesaileri yapmak istemiyor. Bu yazıyı yazarken aslında ne kadar çok düşündüğümü, ne kadar yoğun şeyler hissettiğimi, ancak ifade etmem istendiğinde ne kadar zorlandığımı bir kez daha fark ettim. Yazı da zihnim gibi bölük pörçük oldu, tekrar gözden geçirip bir bağlam oluşturmaya çalışsam da başarılı olamadım. Çünkü bu bölünmüşlük, parçalanmışlık hissi canlı bir şekilde hayatımın birçok alanında etkisini sürdürüyor.

Başörtüsü yasakları tamamen ortadan kalkarsa ne mi olacak? Takılıp kaldığımız engellenmişlik hissi nispeten azalmış olacak, bir şeyler yapabilmek için, 'acaba burada neyle karşılaşırım' korkusu yaşamayacağız. Tamamen “iyileşmemiz” mümkün olmasa da, engellenmenin yaşattığı olumsuz duyguları unutmaya çalışacağız. Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’nun tabiri ile “yaşamıyor gibi yaşama”yı birazcık da olsun kenarda bırakmaya ve belki umut etmeyi tekrardan hatırlamaya çabalayacağız.

Kategoriler

Şapgir