Can Öktemer, 85. Oscar ödül töreninde en iyi film ödülünü alan Argo filmini, ödülü bizzat First Lady Michelle Obama'nın takdimiyle alan filmin yönetmeni Ben Affleck'in filmdeki şaşırtmacaları, açıkça verdiği mesajlar, oryantalizmi ve şovenizmi üzerine yazdı.
Can Öktemer
temercan.ktemer7@gmail.com
Geçtiğimiz hafta düzenlenen 85. Oscar ödül töreninde en iyi film ödülünü Ben Affleck’in Argo adlı filmi kazandı ve Affleck, ödülü bizzat First Lady Michelle Obama'nın takdimiyle aldı. Oyunculuk kariyeri pek de iyi olmayan Ben Affleck, Kızımı Kurtarın (Gone Baby Gone) ve Hırsızlar-Şehir (The Town) filmlerindeki yönetmenlik performansıyla sinema dünyasını şaşırtmıştı. Oscar ödüllerinde kazandığı ödül ile bu alandaki becerisi bir nevi tescillenmiş oldu. Fakat filminin Oscar’da ödül kazanması barındırdığı oryantalizm ve şovenizm söylemlerini ne kadar örtebiliyor?
Film, İran Devrimi’ni takip eden aylarda İranlı öğrenciler tarafından işgal edilen ABD Tahran Büyükelçiliği’nden kaçarak Kanada Elçiliği’ne sığınan altı Amerikalı diplomatın bir CIA operasyonuyla İran’dan kaçırılmalarını konu alıyor. Filmin senaryosu o dönemde operasyonu yöneten CIA ajanı Tony Mendez’in anılarından yola çıkılarak hazırlanmış. Filmin başında gerçek görüntü ve fotoğraflardan oluşan kısa bir İran tarihi de var.
Ben Affleck burada şaşırtıcı bir şey yaparak Mussaddık’ın yerine CIA’in örgütlediği bir darbeyle başa getirelen Şah’ın, İran halkını canından bezdirdiğini, kendisinin zenginlik içerisinde yaşarken halkın sefalet içerisinde yaşadığını açık bir şekilde gösteriyor. Affleck, Amerikan yakın tarihine getirmiş olduğu bu eleştiriyi filmin ilerleyen bölümlerinde ve özellikle de finalinde toparlayarak 'kahraman Amerikalı' imajını gözümüze sokmayı başarıyor.
Amerikan sinema tarihi boyunca İran ve Ortadoğu ülkerinin temsillerinin ne kadar gerçekdışı ve sıkıntılı olduğu bilenen bir gerçek. Argo’da da bu bakış açısı değişmiyor. Tony Mendez, Kanada Elçiliği’ne sığınan Amerikalı diplomatları kurtarma planını o sırada televizyonda izledikleri Maymunlar Cehennemi’nden Kaçış filminden esinlenerek yapmasını ne kadar masum görebiliriz? Amerikan bayrağının yakılışının gösterdikten sonra Kentucky Fried Chicken’da yemek yiyen kadınları göstermesi nasıl bir vurguya işaret ediyor? Kapalıçarşı sahnesinde geçen sakallı, durduk yere öfkelenen ve bağıran İranlı temsillerinin de abartalı ve sorunlu olduğunu söylemek gerek.
Bir kısmı İstanbul’da çekilen filmde İstanbul temsilinin de İran temsilinden çok farklı olduğunu söylemek güç. Kulaklara çalınan ezan sesi ve cami görüntüleri Amerikan sinemasının Ortadoğu'ya dair barındırdığı oryantalist bakış açısının hâlâ değişmediğinin açık bir göstergesi.
Ben Affleck her ne kadar açık bir politik söylemden kaçınsa da, karakterlerine ne İran hakkında ne de mevcut politik atmosfer hakkında derin analiz yaptırmasa da, dönemin politik atmosferini yansıtmak için gerçek haber ve görüntülerden faydalanmış. Affleck olabilidiğince objektif ve nesnel olmaya çalışsa da filmin finalinde dalgalanan Amerikan bayrağıyla, fedakâr baba imajıyla aslında ne tür bir politik söyleme sahip olduğunu belli etmiş oluyor.
Affleck için filmi çekici yapan hikâyenin bardındırdığı absürdlük gibi görünüyor. Özellikle filmin Hollywood’da geçen Alan Arkın ve John Goodman’lı sahnelerinde mizah dozunun yükselmesi, filmi asık suratlı bir hal almaktan kurtarıyor. Belki de filmin en iyi kısmı bu...
Ben Affleck’in filminde hiçbir karakteri tam olarak tanıyamıyoruz. Eşiyle ciddi sorunlar yaşayan Tony karakterinin bile iç dünyasından bihaberiz.
Sonuç olarak bu filmin ödülünün bizzat Michelle Obama tarafından verilmesi, Amerikan seyircisinin filmi delicesine sahiplenmesi ve hâlâ bu gibi söylemlere sahip filmlerinin baş tacı edilmesi sinema adına düşündürücü...