Heidegger düşüncesine farklı bir giriş

Zamanın en garip ve anlaşılmaz(!) filozoflarından Martin Heidegger, yeni bir bakışla tekrar keşfediliyor. arbara Bolt'un yazdığı kitabı Onur Koçyiğit okurlar için değerlendiriyor.

ONUR KOÇYİĞİT

Martin Heidegger, zamanın en garip ve anlaşılmaz(!) filozoflarından birisi olarak yıllarca tartışıldı. Nazizm ile olan dirsek teması; NAZİ Partisi’ne üyeliği, üyelikten kısa bir zaman sonra Freiburg Üniversitesi’ne rektör olarak atanması, üniversitedeki Yahudilere karşı ırkçı yaklaşımları, Hitler ile mektuplaşması gibi nedenlerden ötürü akademisyenler eserleriyle ilgilenmeyerek onu cezalandırdı. Türkiye’deki akademik çevreler de bu tür nedenlere sığınarak bir tür ‘yok sayma’ eylemine giriştiler. Nietzsche’den etkilenmesi, Edmund Husserl ile yakın oluşu da bu fikri destekleyen ‘nedenler’ olarak öne sürüldü. Haklı olarak da akademiden uzak tutulmak istendi ve öyle de oldu. Daha sonraları Foucault, Derrida, Sartre gibi felsefecilerin, özellikle varoluşçuların kendisiyle ilgilenmeye başlaması onu tekrar akademinin sorunlarından biri haline getirdi.

Yeni Bir Bakışla Heidegger

Barbara Bolt
Çeviri: Murat Özbank
Kolektif Kitap
176 s.

Sorulması gereken asıl soru

Barbara Bolt, ‘Yeni Bir Bakışla Heidegger’ kitabında bu sorunun üzerinde duruyor ve onu Dasein ile yani, dünya-içinde-varolan ile tekrar yorumlamaya çalışıyor. Heidegger’in ‘Varlık ve Zaman’ı yazdıktan sonraki fikirlerinin sanat objesiyle ne tür bir hesaplaşmaya gitmesi gerektiğini de kendince bir yol açarak çözümlüyor. Açıkçası bu çaba Barbara Bolt’un da kitapta yazdığı gibi Heidegger’in Nazi kimliğinden ayrı olarak incelenemez ancak birlikte incelemek de bu denli bir çözümlemeyi zorlaştırır. Heidegger’in sanat işi ve şeylerle olan bağı bu ikircikli durumu yaratıyor ve bir önkabul gerektiriyor. Peki, neden Heidegger gibi geçmişi karanlık ve karmaşayla dolu bir Nazi’nin eserlerine eğilmek ve sanat hakkındaki fikrini almak gerekiyor? Barbara Bolt bu soruyu, Heidegger’in yazılarından kaçmak yerine onları anlamaya çalışmanın daha önemli olduğu fikriyle cevaplıyor.

Yazar, kitap boyunca Heidegger’den aldığı referans noktalarına odaklanmış ve bahsettiğim çözümlemeleri de bu yönde yapıyor. Geworfenheit, yani (dünyaya) fırlatılmışlık ile ilgili bölümde de bu çözümlemeler ile ilintili olarak açıklamalar yapıyor.

“Yaşamın ortasına fırlatılmışızdır ve onun gelgitleri, akıntıları ve çalkantılarıyla sürükleniriz. Daha doğduğumuz andan, yani dışarı atılıp, biz çığlıklar ve tekmeler atarken, bir doktorun ya da ebenin bizi aldığı ve bizim kontrol edemediğimiz bir ortamda, bize sorulmamış bir zamanda, bizi seçmediğimiz bir anneye teslim ettiği andan itibaren, kendi irademiz dışında, geleceğe doğru fırlatılırız. Heidegger buna Dasein’in fırlatılmışlığı (Geworfenheit) der.”

Yaşam ile nesneler arasındaki bağın, şeyler ile sanat işi arasındaki bağlamda değerlendirilmesi gerektiği de kitabın neredeyse tamamına hâkim bir bakış açısı olarak görülüyor. Heidegger’in ‘şeylere uyum sağlama’ terimini de açıklamaya çalışıyor. “Yeni bir gereç, süreç ya da malzeme ile çalışırken, gerekli olan alışverişe, yani adaptasyona dikkatimizi çekmek için kullanılır” diye açıkladığı -ki sanırım yapılabilecek en iyi tanımlama budur- kavram bütünsel anlamda kitabın başarısını ortaya koyuyor. Bir şeyin ne işe yaradığı ve şeyle pratikte neler yapılabileceği bugün insani bir sorun olarak görünse de çağdaş sanat işinin de temel sorunlarından birisidir ve bu türden bir açıklamanın/çözümlemenin gerekliliği de ortadadır.

Dasein’ın temel sorunu

Bolt, Varlık ve Zaman’dan başladığı ve el-altında-olana dek sürdürdüğü bu kitapta açıkçası ‘Heidegger’in derdi’ üzerine kafa yoruyor.  Bu dert konusunu biraz daha açmak gerektiğini düşünüyorum. Heidegger’e göre ‘sorge’, yani ‘dert’ Dasein’in  temel sorunu/durumudur. Ayrıca Dasein’in dünya ile olan bağının da temel özelliğidir. Buradan hareketle ‘Heidegger’in derdi’ üzerine konuşmak, Barbara Bolt için daha doğru ve anlamlı bir tutum olmuş. Yazının başında belirttiğim nedenler üzerinden yok sayılan filozofun varoluşçu tarafının öne çıkarılmasının gerekliliği de kitaba yön veren esaslardan biri haline gelmiş. Bu ‘haline gelme’ meselesi daha uzun bir yazının konusu olsa da Bolt için Heidegger’i anlamaya çalışmanın temel nesnesi ve/veya öznesi yine Heidegger’in ta kendisidir. Sanatın ve sanat işinin bu temel kavramlar üzerinden yorumlanmasının gerekliliği üzerinden başlatılacak bir tartışma bu kitabın okur tarafından anlaşılmasını daha kolay ve mümkün kılacaktır diye düşünüyorum. ‘Yeni Bir Bakışla Heidegger’ de akademinin keskin kılıcından kurtulamamış Heidegger’i anlamak isteyenlere bir tür başlangıç niteliği taşıyor. Açıkçası Heidegger’in üzerine yapışmış ve hiçbir zaman çıkmayacak olan Nazi kimliğine tahammül edilebilirse sanat hakkındaki radikal fikirleri pek fazla yol gösterici olabilir; buna gerçekten inanıyorum.

 

AGOS kitapkirk 52 (Şubat 2013)

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ