Kürt sorununun en karanlık dönemlerinde türküleri kardeş kılmaya başlayıp, kardeşliğin inadıyla 20 senedir yan yana duran, bugün yaklaşık otuz dilde şarkıların olduğu bir repertuara sahip bir proje Kardeş Türküler…
Ayşe Akdeniz
aysheakdeniz@gmail.com
Şarkılar, türküler sadece eğlenmek, birlikte oynamak için değil, aynı zamanda da birlikte yas tutup birbirimizin halinden anlamanın da araçları. Bu hafta Haller Durağı’nda, Kardeş Türküler’den Feryal Öney, Fehmiye Çelik ve Vedat Yıldırım’la projelerinin 1993’te gerçekleşen ilk konserinden bugüne gelen süreçteki çeşitli hallerini konuştuk.
- 93’te bir konser projesi için bir araya geliyor sonrasında BGST ile birlikte yola devam ediyorsunuz. 97’de de ilk albümünüzü çıkartıyorsunuz. Bugüne kadar da yedi tane albüm çıkarttınız. Nasıl bir araya geldiniz? Oradan başlayalım…
Vedat: Boğaziçi Üniversitesi’ne okumaya geldik. Orada kulüp geleneği biraz güçlüdür. Kimimiz şarkı söylemek, kimimiz bir enstrüman öğrenmek için Folklor Kulübü’ne girdik. Kulübe girerken daha çok hobi olarak, gitar çalalım şarkı söyleyelim düşüncesindeydik. Ama oraya girince gördük ki, orada baya ciddi işler yapılıyor. Yeni bir anlayış gelmiş. Hobi mantığından çıkartıp dünyadaki iş bölümü anlayışını kıran bir anlayış... Örneğin mühendisler vardır, sadece o işlerle uğraşırlar. Müzisyenler vardır, para kazananlar vardır, onları eğlendirenler vardır vs. Böylesi ayrımları kaldıran, daha katılımcı, bilim, kültür, sanatın entelektüellikle birlikte yürümesi gerektiğini düşünen ve üniversitede yapılan kültür&sanat çalışmalarının günü geçirmek için olmadığını, kalıcı bir şeylerin de yapılabileceğini düşünen bir yapı vardı. Biz oraya gittiğimizde kulübün dergisi Folklor’a Doğru, 60. sayısına gelmişti. Güzel, entelektüel bir dergiydi. Robert Koleji geleneğinden geldikleri için süreklilik oluşturma, kültürel dergiler çıkarmak gibi becerileri vardı. Böylesi bir ortamda kafalarımız yavaş yavaş çark etti. Ben işletme bölümünde okuyordum, arkadaşlar başka bölümlerde okuyorlardı ama yavaş yavaş o dünyadan koptuk. Okulu bitirdik ama Kardeş Türküler’le birlikte profesyonel müzik hayatımız başladı.
- O günden bugüne çok dilli müzik yapıyorsunuz. Oraya nasıl geldiniz? Korkunç tabuların olduğu bir ortamda, 90’ların Türkiyesi’nde, Kürt sorunun en yakıcı olduğu bir zamanda – ki bu Ermeni meselesinin hiç konuşulmadığı bir zaman dilimi - Kürtçe, Ermenice şarkılar söylüyorsunuz.
Vedat: 90’ların başında kimlik meselelerine dair bir kıpırdanma vardı. Üniversitede de bu etkiler görülüyor, Kürt meselesi dile getiriliyordu. Ulusalcı bakanlar daha çok yüksek siyasetin dilinden konuşup olayı daha çok sınıf siyaseti ekseninden yorumluyorlardı. Daha çok o tür eylemler yapıyorlardı. YÖK meselesiyle ilgili etkinlikleri daha ağırlıklıydı. Kürt meselesi üniversitede daha çok yer almaya başladı. Onlarla dönem dönem karşı karşıya da geldik. Bir de bu sanat alanına Türkiye’de tırnak içinde daha çok “feminen” bakılır. Siz bunlarla uğraşın, aktif siyaset alanı bizimdir gibi yaklaşımlar da vardı. Biz böyle bir ortamda Türkiye’deki halk müziğini öğrenmek için yola çıktık ve bir baktık ki, en başta halk müziğinin tanımının değişmesi gerekiyor. Adı “Türk Halk Müziği”, bizim kulübün adı eskiden “Türk Folklor Kulübü” ymüş. Bunlar değişti ve o çokkültürlülük yavaş yavaş gelmeye başladı. O dönem Gazi Mahallesi gibi Alevilere dair olayların da olduğu bir dönemdi. Robert Koleji eskiden daha çok Ermenilerin, Yahudilerin geldiği bir okulmuş. Amerikan geleneğinden geldiği için daha rahat, liberal bir ortamı var. Mesela bizim okulun kütüphanesinde Ermenice plaklar vardı. İlk onlarla tanıştık.
- Bir yandan sizin hayatınızda olmayan şeyleri keşfediyorsunuz…
Vedat: Bizim bir çalışma odamız vardı. O plaklardan duyduğumuz gibi kendi kendimize çalışıyorduk. Bir Ermeni arkadaşımız vardı, Raffi. Bir gün bizi pencereden izliyordu. Geldi, “Galiba Ermenice söylüyorsunuz. Çok emin değilim, çok eski bir Ermenice olabilir” dedi. Bizi de bozmuyor bir yandan. “ Sizi cemaatle tanıştırayım” dedi. Cemaat lafı iyi bir laf değil biliyorum da, o zamanlar öyle deniliyordu. Şimdi “toplum” diyorlar.
Fehmiye: Bir de dil kimlik meselelerinde çok önemli bir yerde duruyor. İnsanlar kimliklerini tanımlarken, daha çok dil üzerinden bir yaklaşım geliştiriyorlar. Bu da bizim için çok önemli bir yerde duruyordu. Örneğin adı “Yurttan Sesler Korosu” ama bir bakıyorsun bütün şarkılar Türkçe. Sürekli Türkleştirme, tektipleştirme üzerine işleyen bir süreç var. Bir yanda da Kürt kimlik mücadelesi var, demokratik bir hak talebi var. Biz bu nedenle de dil üzerine gittik. Bir savaş ortamının içinde yaşıyorduk, bir de Ermeniler ve Azeriler arasındaki savaş vardı. Azerice de o zamanlar çok söylenen bir dildi ama Ermenice hiç duyulmazdı.
Vedat: Azerice’nin 1980 sonrası Türki bir dünya yaratma çabası içerisinde de bir yeri, rolü vardı. Milliyetçiler çok sahip çıkarlardı. Söyleşilerde hep söylerim, ben tanımadığım için de aynı zamanda Azeri müziğini hiç sevmezdim. Üniversitede, İran Azerilerinden Behzat Doletabadi gelmişti. Daha yakından tanımaya başladım ve bambaşka bir müzik olduğunu o şekilde gördüm. Kürt olduğum için de, o üstünlük kurma halinden rahatsız oluyordum ama önemli olan tanımak. Bu önyargılar hepimizde var. Bilgi kanallarımızı geniş tutmamız gerekiyor. Öteki türlü gazetede, internette dönen o bilgi ağından etkileniyoruz. Bilgi adaleti çok önemli bir şey. Birisi bir şey söylerken “Peki öbürü ne diyor?” diye bakmalıyız.
- Şarkıları nasıl belirlemeye başladınız? Repertuarlarınız nasıl oluşuyordu? El yordamıyla mı yapıyordunuz, yoksa daha organize bir haliniz mi vardı? Bir de hikayeler var tabi. Her türkünün bir anlatısı da var. Bir yandan da bunu çokdilli, çokkültürlü yapıyorsunuz… Bütün bunları nasıl seçiyor ve en nihayetinde “Tamam, budur!” diyorsunuz?
Fehmiye: İlk repertuarı oluştururken bizden önce de bu alanda müzik yapanlara da baktık. Mesela Kürtçe müzikte, Metin&Kemal Kahramanlar vardı o dönemde. Onların albümlerinden epeyce bir etkilenilmişti. Nizamettin Ariç, Şiwan Perver, dengbejlerden de etkilenilmişti. Türkçede de mesela özellikle Aşık Ali İzzet Özkan’ın şarkılarından seçmiştik. 60’lı yıllarda Aşık Veysel de çok popüler ama mesela Ali İzzet Özkan sesini çok duyuramamış, daha muhalif bir çizgide kalmış. Daha dar bir kesim tarafından dinleniyormuş. Onun daha protest deyişleri vardır. Ermenice olarak da Sarı Gelin’i seçmiştik, aynı zamanda Türkçesinin de olması etkili olmuştu. Daha çok halkların kardeşliğine vurgu yapan seçimler yapıyorduk. Zaman içerisinde bu diller çoğaldı tabi. Şu anda otuza yakın dilde söylüyoruz. Repertuarımızda yaklaşık bu sayıda dil var.
Feryal: Bir de o zaman sadece Kardeş Türküler gibi müzikal projeler yoktu. Bir yandan da yayın hayatında da bir hareketlenme vardı. Yayınevlerinin, dergilerin kimliğini farklı yollarla araması, edebiyatla yeşillenmek gibi haller de vardı. Cemaatler, topluluklar, derneklerle ilişkimiz çok aktifti. Gelip bizi buluyorlardı. Onlardan olmayıp da onların dilinde şarkı söylüyor olmamız, özellikle o yıllarda onlara enteresan geliyordu. Üniversiteye kadar gelip bizi bulan Kafkas dernekleri vardı. Onların gecelerine gider olduk.
- Bu çok ilginç aslında. Önemli bir noktayı kırmışsınız. Kafkaslar sizin Kürtçe ya da Ermenice söylemeniz dışında bir şeyle ilgileniyorlarmış. Nihayetinde Kafkas toplumunda da milliyetçi bir damar var.
Vedat: Esasında problem de orada. Mesela son albümde Çeçence bir şarkı okuduk. Bir takım meseleler çağın, Türk-İslamcı dünyanın eline bırakılmış. Mesela sen Kafkas Dernekleri denince sağcı bir yapıyı anlıyorsun ama aslında orada da özgürlükçü bir damar var. Solcular gelip bizi buluyorlardı. Geçen sene onlar da “Anadilimizde eğitim istiyoruz” diye yürüyüş yaptılar. Rusya, bir Çeçen imgesi yaratıyor ve bu algı, bir şekliyle size de sızıyor. Algımız da “Onlar teröristler, radikal İslamcılar” şeklinde oluyor.
Feryal: Fenerbahçe’deki Çeçen kampından İbrahim diye bir çocukla tanışmıştık ve ilk dediği “Bizi Rusya’daki o katliamla ilgili hatırlıyorsunuz değil mi?” olmuştu.
- Türküler bir yandan resmi algının dışına çıkmanın bir yolu mu?
Vedat: Evet. Bizim böyle bir şansımız, buluşma kanallarımız var. Peki ya buluşma kanalları olmayanlar ne yapacak?
Fehmiye: 93 yılındaki konserden sonra Ermenice, Kürtçe şarkılar söylüyoruz. Mıhitaryan Yetişenler Derneği’ndeki konsere biraz çekinerek gittiğimizi hatırlıyorum. Azerice de söylediğimiz için korkmuştuk. Onlar davet etmişlerdi bizi. Kendi kültürlerinden olmayan bir halkın çocukları kendi şarkılarını söylüyor diye çok heyecanlanmışlardı. Ama “Azerice şarkı söylüyoruz. Nasıl bir tepki alacağız?” diye baya çekinmiştik. Ama çok güzel bir tepki vermişlerdi. Bir yandan bu tarz buluşmalara da kapı aralıyor olmak da sevindirici.
Feryal: Hatta sonrasında Azerice ve Ermenice şarkılar söylediğimiz bir konser de vermiştik.
- Aynı dönemde bir yandan da resmi devlet inkarı var. Kürtlerin dillerini vs reddeden bir ortamda çıkıp Kürtçe söylüyorsunuz. Devletle ilişkiniz nasıldı? Konser iptalleri vs. gibi durumlarla karşılaşıyor muydunuz?
Vedat: Kardeş Türküler bir yönüyle daha şanslı bir proje. Öyle bir repertuar yelpazemiz var ki, Türkiye’deki her dili kuşatan, hakkaniyetli olmaya çalışan bir ekibiz. Konserlere polisler gelir, konuşmaların falan tutanaklarını tutarlardı. Ama çok da bir şey yapamıyorlardı, çünkü biz her şeyi yapıyorduk. Oyun havası çaldığımızda oynuyorlardı ama Kürtçe girince yine bir rahatsız oluyorlardı. Sadece Kürtçe, sadece Ermenice vs. söyleyenlerin işleri daha zor.
- O zaman sizin projenizde hakkaniyet kilit bir mesele.
Vedat: Biz konser iptalleri, kliplerin yayınlanmaması gibi durumlarla çok karşılaştık. Kara Üzüm Habbesi’ne klip yapmıştık, sözlerinin Türkçesini RTÜK istemişti bizden, ki söylediğimiz aşk şarkısı. Keçe Kurdan’ın da sözlerini istemişlerdi, ki o zaman davalıydı o şarkı. Esas olan aslında görünmeyen baskı. Sahnede olan değil. Görünmeyen baskı nedir? Mesela biz üniversitelere kısmen gidebiliyoruz. Bir de bunlar özgürlükçü alanlar! Yıllarca televizyonlarda görünmedik, çok davet etmezler. Belediyelerin düzenlediği festivallere çağırmazlar. Çağırırlarsa da, daha çok seçim dönemlerinde Kürtlere biraz hoş görünmek için yaparlar.
Feryal: Zaten klibi de sadece bir kanal yayınlamıştı. Acayip bir otosansür uygulandı.
- Resmi sansürden geçebildiniz yani? RTÜK nasıl izin verdi?
Feryal: Resmi bir yasak yoktu. Otosansür vardı. Ahmet Kaya’nın söylemeye çalıştığı buydu. Benim Kürtçe şarkı söylemeye, klip çekmeye hakkım var ama gösterecek kanal çok az var. Hatta ikinci klibin hepsi Kürtçeydi. Yine Ezel Akay icra etmişti. Sanatsal olarak da değerli kliplerdi onlar. “Tamam, ne istiyorlarsa yapalım” deyip Türkçe altyazılarını falan da yaptık. O zaman Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık gazetelere tam sayfa “Klip yaptık, yayınlayacak televizyon arıyoruz” diye ilan vermişti. Ahmet Kaya’yla aynı şeyi söyledi. Aslında televizyonları rezil etti. Öyle süreçlerden geçildi. Şu, tabi ki insanları şaşırtıyor: Aynı dönemleri yaşıyorsun, aynı süreçlerden geçiyorsun, bir gün geliyor birisi linç ediliyor ama sen sıyırıyor musun? Aslında sıyırmıyorsun. Sadece görünmezken, görünmemeye devam ediyorsun. Birisi çıkıp klip yapacağım diyor, bir diğeri gazetelere ilan veriyor. Aynı şeyi söyleyip restleşiyorsun. Türkiye’de bazı şeyler bu anlamıyla tesadüf. Bazı insanlar maalesef kurban olarak seçiliyor. Kimin ne zaman seçileceği belli olmuyor. O yüzden belli isimler var. Hrant Ağabey, Ahmet Kaya. Sivas’ta ölenler var. Hepsi aynı şeyi söylerken, barış için konuşurken seçilmiş kurbanlar. Bazen baktığımda bu projenin bu kadar uzun sürmesinin bir tesadüf olduğunu düşünüyorum.
- 93’te verdiğiniz konserle başlayıp bugüne kadar devam eden o sürece geriye dönüp baktığınızda, o gün ve bugün arasındaki değişim, dönüşüme baktığınızda ne görüyorsunuz? Bu Türkiye için de geçerli tabi…
Fehmiye: Esasında istikrarlı bir süreçten bahsedemeyiz. Memleketteki dalgalanmalar bizim de dalgalanmalarımız oldu. Ama her zaman bizim arayışımız samimiyet arayışı oldu. 20 yıl içerisinde samimi bir adım atıldı mı konusunda şahsen benim kafam net değil. Şu anda da bir süreç işliyor ve inşallah bir netice alınır. Ama bunu insanların gerçekten istemesi, içselleştirmesi gerekiyor. Bunun Türkiye için yapılması gerekiyor. Bu silahlar bırakılacak, her şey düzelecek demek değil ki. Türkiye’nin demokratikleşme tarihinde bir süreç. Kürtlerin haklarını alması demek demokratikleşmede çok ciddi bir mesafe alınacağı anlamına gelir ki bundan bütün halklar kazançlı çıkacaklar. Özgürlükler adına bir ilerleme kaydetmiş olacağız. Her şey çok daha güzel olacak. Ama maalesef bir yerde gelip tıkanıyor bu süreçler. Bizim yirmi yıl boyunca tanık olduğumuz böyle şeyler oldu. Biraz umutlanma, o umudun ardından bizim de, proje olarak elimizi taşın altına koyup gerekli her türlü katkıyı vermemiz ama sonrasında gelen yine o hüsran hali… Ciddi kırılmalara tanık olduk. Linçler, cinayetler, katliamlar,… Olumlu bir süreç giderken, hemen akabinde bir şey oluyor. Madımak Katliamı, Hrant Dink cinayeti, son olarak Roboski, çok ciddi kırılmalar. Hepsi ardı ardına geliyor ve yine umutsuzluğa kapılıyorsunuz. Ama umutsuzluğa da kapılmamak gerek. Son süreçte de herkesin her türlü katkıyı sunması lazım.
Feryal: Çok söylenen bir şey ama tekrar söylemek gerekir. Her şeyi yönetenlere bırakmamak lazım. İktidara kim gelirse gelsin, öldürerek bu işleri çözeceklerini düşündü. Şu andaki görüşmelerden umutla bahsetmek gerekir diyoruz ama açılım dönemini düşününce çok da rahat konuşamıyoruz. Herkes şüpheli ama bir yandan da herkes “Lütfen bir şey yapın artık!” diye bekliyor. Eğer bu otuz yıl sadece yönetenlere bırakılsaydı, her halde bugün burada hiçbirimiz kalmazdık. Herkes terk ederdi bu memleketi. Kimsenin umudu kalmazdı. Sezen Aksu, Kardeş Türküler projesi için “İnatla kardeşlik olmalı” dedi. Bazen barış, kardeşlik laflarının içi boşaltıldı diyoruz ya, kullanırken çok rahatsız oluyoruz. “Biz de acaba boş kelimelerden mi bahsediyoruz? İnsanlara çok klişe gelen cümleler mi kuruyoruz?” diyoruz ama gerçekten biz inandık. İnanmasak, niye o kadar sene aynı şeyi yapalım? Farklı dillerde şarkılar söyleyip farklı kimlikleri tanımaya çalışalım? Merakla başladık ama gerçekten “Memlekete barışı getirmek için hepimiz neler yapabiliriz”in yollarını aradık. Politikacılara bırakmadık, iyi de yaptık. Birbirimizi Twitter dünyasından da tanıyoruz. O dünya olmasa, birbirimize destek olmasak çok yalnızlaşacağız. En azından – birçok insan mı, bir avuç insan mı bilmiyorum ama – insanlar farklı alanlarda bir şeyler yaparak bu ülkede yaşamaya, umudu da yaşatmaya çalışıyoruz.
- Peki bu kadar uzun süredir nasıl yan yana durabiliyorsunuz?
Feryal: Yirminci yıl dolayısıyla televizyonlara çıkmaya başladık ve oralarda da soruyorlar. Burada da “Ay işte şöyle iyi” falan diye çok ezbere konuşmamak lazım.
Fehmiye: Üretim süreçleri çok sancılı süreçler. Bir araya geliyoruz, sanatsal bir şey üretmeye çalışıyoruz. Neticede onun da kendi içinde sıkıntıları oluyor. Tabi ki, çalışmalar esnasında gerginlikler oluyor, yorgunluklar oluyor. O yorgunlukları birbirine yansıtma durumları oluyor.
Feryal: Umutsuzluk dönemleri çok zor oluyor. O da asker ölümü haberleri geldiğinde, çatışmalar güçlendiğinde konserler duruyor. Konserleri durması açısından değil de konser vermek zor oluyor. 17 kişi öldü haberi geliyor, ertesi gün konser vermen gerekiyor. Genellikle hemen konserler iptal ediliyor. Ama Kardeş Türküler konser iptal etse, ortalık birbirine girer. İyice kararır ortalık. Şarkılar sadece göbek atıp halaya durmak için yoklar. Birlikte yas tutacağız, birlikte yeniden umut edeceğiz. Kardeş Türküler’in moralinin en çok bozulduğu dönemler böylesi dönemler oluyor. Bazen o kadar uzun zamanlar konser veremiyorsun ki, hayatını bu şekilde sürdüren insanlar için yine ümitsizliğe neden oluyor. “Türkiye’de sanat yapmak bu kadar mı zor?” duygusuna kapılıyoruz. Zor, onu biliyoruz ama bazen yollar o kadar tıkanıyor ki, böyle yaşamak mümkün hale gelmeyebiliyor.
Fehmiye: Bir yandan da yirmi yıldır birbirimizi tanıyor olmanın getirdiği çok avantaj da var. Aramıza yeni katılan arkadaşlarımız da oluyor. Geçen gün mesela Murat’la konuşuyorduk. “Ortam o kadar oturmuş bir ortam ki, yirmi yıldır insanlar birbirlerini o kadar iyi tanıyorlar ki, o anda tepkisel davranan birisine diğer insanlar tepkisel yanıt vermiyorlar” dedi. Murat, yeni bir arkadaşımız ve içimizdeki kavga gürültüyü de görüyor. Yirmi yılın getirdiği bir uyum var ve herkes birbirini o kadar iyi tanıyor ki, böyle durumlar kolay atlatılıyor.
Feryal: Biz bu işe başlarken biraz laylaylom başladık. Ciddi bir iş yaptığımızın farkındaydık ama “Hadi sahneye çıkalım, müzik yapalım, herkes müzik yapsın. Biraz alkışa doyalım” halindeydik. Fakat adını koyduğumuz projenin ne kadar ciddi bir şey olduğunu görünce “Ben 3 -5 sene sonra bırakıyorum” diyemiyorsun. Bazen öyle dönemler olabiliyor ki, “Yeter ya!” diyebilirsin ama diyemezsin. O gün bir ilan versen, “Kardeş Türküler son noktayı koydu” diye, bunun hesabını nasıl vereceksin? Dönen bir proje çünkü o. Ben değilim, Fehmiye değil, proje o. İnsanlara umut veren, morallerini düzelten, geleceğe biraz daha iyi bakmalarını sağlayan bir proje olduğunu fark ettik. Sonradan farkına vardık biz bunun. Çok çabuk oldu ama başlarken öyle düşünmüyorduk. Dolayısıyla “Biz bu işi nasıl devam ettireceğiz? Bunun yolları nedir?” diye projeyle gerçekten uğraşmak zorunda kaldık. Proje bazen bizi evirdi, çevirdi.
Fehmiye: Roboski’den sonra verdiğimiz bir konserden sonra, Evrensel’deydi galiba, bir yazı çıkmıştı, “Kardeş Türküler repertuardan öte, çok daha farklı. Oradan çıktıktan sonra insanlara umutla, inatla, yeniden mücadeleye devam hissi veriyor. Kardeş Türküler bir müzik topluluğu olmanın çok ötesinde. Türkiye’nin onlara çok ihtiyacı var” diye. Bunları okuduktan sonra hakikaten siz başka türlü davranamıyorsunuz.
Feryal: Harbiye gösterileri çok ağır geçer. Bir dört ay, çok sıkı çalışırız. Son provalarda herkesin ağzından şöyle şeyler çıkar: “Allah’ım bitsin artık şu ya!”, “Öleceğim ben ya!”, “Bir daha yapmayalım!”, “On senedir yapıyoruz. Ne bu ya? Bir yerde de bırakalım, başka konserler verelim.” Sonra Harbiye konseri biter, gece 12 olur, herkes “Çok iyi oluyor. Gelecek sene de yapalım” der ve bu diyaloglar her sene yaşanır.
- 1915’in 100. yılı geliyor. 2015’te yas tutmak, türkülerle halleşmek üzerinden herhangi bir şey yapmayı düşünüyor musunuz?
Feryal: Şu anda üzerine konuşulan bir proje yok ama mutlaka bir şey yapacağız. Bizim Türkiye’de en çok birlikte çalıştığımız topluluk İstanbul Ermenileri. En son Yerevan’da Anıt’a gittik birlikte. Buradan yüz kişi gidip orada konser verdik. Zaman çabuk geçiyor. 2015’e bir şey kalmadı ama yapacağımız şey ne ise onu, yine Agos’la, Aras Yayıncılık’la, Sayat Nova’yla konuşup yaparız.
- Bir sürü katliamlardan oluşan bir tarih ve bunların inkarını içeren bir resmi söylem var. Birbirini anlamaya da kapalı bir yapı var. Ve siz günlük hayatta bir araya gelemeyenlerin türkülerini yan yana koyup, “Bakın türküler yan yana gelebiliyor” diye adını koyarak bir şey yapıyorsunuz. Başka hangi duygular ve yöntemlerle, birbirimizle nasıl halleşeceğiz?
Feryal: Twitter gibi sosyal ortamlar, röportajlar, bir araya gelince yapılan muhabbetler yok sayılamayacak önemdeler. Ben, insanlara sirayet etmiş olan tepeden bakıştan çok korkuyorum. Bu Twitter ortamında “Ay kaybettiğimiz renkler!” gibi söylemler var ya, benim de ağzımdan öyle bir şey kaçacak diye o kadar tedirgin ediyor ki. İnandığım bir şey değil ama o kadar yaygın ki: “Ay Rumları, Ermenileri kaybettik.” Onlar, şu anda burada yaşıyor olsalardı öyle demeyeceklerdi. Kürtler için bunu bu kadar rahat söyleyemiyorlar. Böyle özür dilenmez. Bu şekilde yürüyüşe de katılsan, ben senin samimiyetine inanmam. Her şeyden önce eşit olduğunu kabul etmek, buna inanmak birçok şeyi değiştirecek olan. Belki yarın gerçekten İmralı’yla görüşmelerden dolayı pat diye bir barış gerçekleşecek. Bu barış değil ki! Bu devletin hallettiği bir mesele. Ama sokakta birbiriyle muhabbet eden insanlar önyargılarından arınmadıkça, gerçekten birbirleriyle barışamadıkça, yaptıklarından dolayı samimi olarak özür dilemedikçe, gerçek barış gelmeyecek tabi ki…
- Tabi bunun için bizim dışımızdaki, günlük kullandığımız araçları değiştirmek gerekiyor. Akıllara zarar bir eğitim sistemimiz var ve altı yaşındaki bir çocuğa varlığını bir şeye armağan ettiriyor. Bir yandan medya var…
Feryal: Demeye çalıştığım, sadece cümlelerimizden arınmak değil. Devlet yapacak anlaşmasını, ölümler sona erecek ama insanlara sadece öldürerek şiddet uygulanmıyor. Asıl mesele anlaşmadan sonra başlıyor.
- Dinleyicilerinizle aranız nasıl? Sert milliyetçi tepkiler alıyor musunuz?
Feryal: Ülkücülerimiz de var. Kendine ‘ülkücü’ demiyor belki ama bazen bir yandan o kadar milliyetçi tepkiler gösteriyor ama diğer yandan da Kardeş Türküleri çok seviyor. Bu kimyayı çözemedim ben. Kardeş Türküler’den dolayı beni takip eden, bana Yılmaz Özdil yazıları falan gönderen takipçilerim var. “Seni çok seviyoruz ablacım ama burada senin kafan çok karışık” diyor. Yıllar önce BKM konserleri verirken biz, o zaman Kardeş Türküler sitesine yazılıyordu, ben de siteye gelen yorumlarla ilgileniyordum. Bir seyircimiz “ Abla ben MHP’liyim. Konserinize de hasta oldum. Tamam Kürtçe söylemenizi de, onu da, bunu da anlıyorum ama Ermenice nereden çıktı? Onu anlayamıyorum” yazmıştı. Bir yerde mutlaka “ama”ları olan ama kafası da karışık olan bir durum söz konusu. Milliyetçiliği de anlıyorum ama o zaman Kürtçeyi de kabul etme fakat orayı halletmiş. Hıristiyanlığından dolayı Ermenilerle ilgili şeyleri içine sindiremiyor.
- Kafası karışık milliyetçiler…
Fehmiye: Bir defasından Açıkhava konserinde özellikle yapılan Kürtçe, Ermenice konuşmaların Türkçesini vermedik. O zaman tepkiler geldi, “Biz o dilleri de bilmek zorunda mıyız?” diye. Ama herkes Türkçe biliyor, niye? Arto Tunçboyacıyan’la konserler verdiğimizde seyirciye birkaç kez “Parev!” diye seslenmişti. Seyirciden hiçbir tepki yok. O da seyirciye, “Ya işte, bin yıldır bir arada yaşadığımızı söylersiniz ama bir parev demeyi öğrenmediniz” demişti. Bir yurtdışı konserinde Rumca bir şarkımız vardı Panayır diye ve ona bir dans kareografisi yapılmıştı. İstanbul’da Panayır’ı kutlayan bir Tatavla grubu birden kabus gibi bir ortama dönen Panayır’dan valizlerini, çantalarını alıp terk ediyorlardı. Buralardan gitmek zorunda bırakılan Rumlardan bahsediyordu. Tepkiler geldi: “Vay işte, sanki biz onları kovmuşuz gibi gösterdiniz!” Öyle oldu! Öyle olmadı mı yani?
- Esas olarak da o “biz”in arkasında niye duruyorsun? Asıl onu kırmak lazım!
Fehmiye: Öyle. O katliamları, o vahşeti niye sahipleniyorsun? Sahiplenme! Asıl bu katliamı ötekileştir.
Feryal: Bunlar aklımızda kalan keskin örnekler. Biz yıllarca televizyonlara çıkamadık, ekranlarda görünemedik. Ama çok güvendiğimiz bir seyirci kitlemiz var. Biz sahnede kötü olsak bile bizi toparlayan, çekip çeviren bir seyirci kitlemiz var. Kitlemiz var, bizi takip edenler var diyebilmek çok önemli bir şey.