Kur savaşları yeniden gündemde

2012, ekonomi açısından iki farklı yarıdan oluşan bir yıl olarak hatırlanacak. Yılın ilk yarısında para birliğinin dağılma ihtimaliyle Avrupa’daki kriz bir dönüm noktasına ulaştı.

TÜRKER HAMZAOĞLU

2012, ekonomi açısından iki farklı yarıdan oluşan bir yıl olarak hatırlanacak. Yılın ilk yarısında para birliğinin dağılma ihtimaliyle Avrupa’daki kriz bir dönüm noktasına ulaştı. Avrupalı siyasetçiler ve bürokratlar para birliğinin dağılmaması yönünde bir tercih yaparken, yapısal sorunlara karşı çözüm için büyük ölçüde Avrupa Merkez Bankası’nın parasal genişlemesine bel bağladılar. Bu da, Avrupa’nın Japonya gibi çok uzun sürecek bir nekahet döneminde, düşük büyüme hızına mahkûm olma riskini de beraberinde getirdi. Buna, başta Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkelerde yaşanan ekonomik yavaşlama da eklendi. Böylece Avrupa ve ABD’nin büyümekte zorlandığı bir ortamda küresel ekonomi tek motorla – yani gelişmekte olan ülkelerle – uçmakta zorlandı.

Yılın ikinci yarısında ise ABD Merkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası krizden çıkana kadar bilançolarını genişletme konusunda kararlı bir tutum takındılar. Bollaşan global likidite, ağrı kesici/sakinleştirici etkisi yaparak finansal piyasalardaki oynaklığı azalttı ve gelir etkisi yarattı. Büyümekte zorlanan gelişmiş ekonomilerin büyük ölçüde bozulan kamu maliyeleri düşünüldüğünde, bu düşük reel faiz ortamının bir süre daha devam ettirilmesi gerekiyor.

‘Gaza basmak’ mecburi

2013’te gelişmiş ekonomiler, büyüme hızı tekrar kriz öncesi seviyelere yükselene ve işsizlik oranları kriz öncesi seviyelere inene kadar ‘gaza basmak’ zorundalar. Kısa vadede, yapısal reformlar ve borç yükünü tekrar sürdürülebilir seviyelere döndürmek için gereken kemer sıkma politikaları geçici olarak büyümeyi baskı altına aldığından, bunu telafi etmek için para politikasına tam gaz devam ediliyor.

Merkezdeki bu agresif tutumun gelişmekte olan ekonomilere yan etkileri de söz konusu. Yoğun sermaye gi-rişleri ve düşük faizler, varlık fiyatlarında şişme ve aşırı borçlanma gibi kanallardan finansal istikrarı tehdit ediyor. Büyümenin ve enflasyonun küresel ölçekte düşük olduğu bir ortamda, gelişmekte olan ülke ekonomilerin para birimlerinde değerlenmeye de tahammülleri azalmış durumda.

Bu çerçevede, 2013’ün küresel ölçekte faizlerin düşük kaldığı, gelişmekte olan ülkelerde kur savaşlarının tekrar gündeme geldiği ve büyümenin toparlandığı bir yıl olması beklenmeli. Yılın bitmesine günler kalmışken, ABD’de ‘mali uçurum’ konusunda henüz bir anlaşmaya varılamamış olması şu an için küresel ekonomi üzerindeki en büyük risk unsuru.

Türkiye’de iyileşme var

Küresel krizden çıkışta, gelişmekte olan ülkeler büyümenin temel iticisi oldular. Ancak, ilginç olan, kriz öncesi dönemle karşılaştırıldığında gelişmekte olan büyük ekonomilerin potansiyel büyüme oranlarında bir düşüş yaşanırken, Güney Kore, Meksika ve Türkiye’de kriz öncesine göre iyileşme var. Türkiye şu an Avrupa’da kredi notu görünümü pozitif olan nadir ülkelerden ve finansal piyasalar da yatırımcıların Türkiye’ye olan bu artan güvenini yansıtıyor. ümenin kıt, faizlerin düşük ve sistemik risklerin azaldığı bir dünyada iç talebe dayalı Türkiye’nin sorunu nasıl olup da büyüyeceği değil, büyümeyi nasıl kontrol altında tutacağı. Şayet, ekonomi yönetimi 2013’te temkinli bir duruşla büyümeyi yüzde 4 civarında tutar, finansal riskleri kontrol altına alabilirse, 2013 Türkiye’nin yatırım yapılabilir bir ülke haline geleceği yıl olacak. Bu da, orta vadeli hedeflere ulaşılması açısından 2013’ün önemli bir dönüm noktası olacağı anlamına geliyor. 

Kategoriler

Güncel Dünya

Etiketler

FED