Orkun Saka, parasal birlik teorisinin en önemli düşünür ve yorumcularından biri olan, Londra Ekonomi Okulu'ndan (LSE) Politik Ekonomi Profesörü Paul De Grauwe ile Euro bölgesindeki son durumu, Kuzey ülkelerini ve Türkiye’yi konuştu.
Orkun Saka
orkunsaka@yahoo.com
Krizin etkilerinin hâlâ devam ettiği ve çift dipli bir resesyona doğru yavaş yavaş sürüklenen Euro bölgesinin son durumunu konuşmak için Londra Ekonomi Okulu'ndan (LSE) Politik Ekonomi Profesörü Paul De Grauwe ile buluştuk bu hafta. Kendisi parasal birlik teorisinin en önemli düşünür ve yorumcularından biri. Yazdıkları, çizdikleri ve çalışmaları özellikle son iki-üç senedir Avrupa'da krize karşı alınan önlemlerin ana hattını oluşturdu. Diğer bir yandan da kendisi henüz krizden önce Euro'nun tasarım hatalarını ortaya çıkarmasıyla ve bugünkü mali krizlere benzer problemlerle karşılaşılabilme ihtimaline karşı çok önceden yaptığı uyarılarla biliniyor. Biz de onu yakalamışken bütçe disiplinini obsesyon haline getiren Kuzey ülkelerinden tutun da 'Türkiye Euro kullansaydi ne olurdu'ya kadar geniş bir yelpazede konuşalım istedik.
Öncelikle Agos gazetesi ve haftasonu eki şapgir adına röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için size teşekkür etmek istiyorum.
Rica ederim.
- İsterseniz Euro bölgesindeki son durumu konuşarak başlayalım. Avrupa Merkez Bankası (AMB) başkanı Mario Draghi'nin geçtiğimiz Temmuz ayında yaptığı 'güven' konuşması sonrasında sizce Euro bölgesinde kriz sona ermiş mi görünüyor? Sizin de önceki demeçlerinizde bahsettiğiniz 'varoluşsal korku' bölgeyi artık terk etti diyebilir miyiz?
Evet, sanırım bunu söyleyebiliriz. Draghi'nin AMB'nin devlet tahvili piyasasına müdahale edeceğini ve 'ne pahasına olursa olsun' Euro'yu savunacağını açıklaması piyasalar için bir rejim değişikliği manasına geliyor. Böylece daha önceleri tahvil piyasasını istikrarsızlaştıran 'varoluşsal kaygı' ortadan kalkmış görünüyor. Piyasa oyuncuları artık 'Euro iki-üç ay sonrasına hâlâ ortalıklarda olur mu?' diye sormuyorlar. Hemen hemen herkes en azından önümüzdeki birkaç yıl daha Euro'nun şu anki kapsama alanıyla beraber yoluna devam edeceğine inanıyor. Uzun dönem dinamikleri hâlâ belirsizliğini koruyor tabi; ama kısa vadede bu 'korku' halini atlattık diyebiliriz. Bu iyi bir gelişme. Daha az iyi olan bir gelişme ise bölgenin çift dipli bir durgunluğa girdiğine şahit olmamız. Bu da büyük ölçüde uygulanan asimetrik makroekonomi politikalarının bir sonucu. Bütçe ve cari açıkları yüksek Güney ülkeleri haddinden fazla sert kemer sıkma politikalarına mecbur bırakılırken bütçe ve dış ticaret fazlası veren Kuzey ülkeleri bunu dengeleyecek bir harcama rejiminden kaçınmaktalar. Aksine, Avrupa Komisyonu'nun baskısı üzerine bu ülkeler dahi kemer sıkma politikaları başlatmış durumda. Bana kalırsa bu dengesiz politika en kısa zamanda terk edilmeli. Aynı argümanı Keynes'in tasarruf paradoksundan yardım alarak daha iyi açıklayabiliriz belki. Güney'de hem kamu hem özel sektör borç yükünü azaltmaya çalışıyor. Bunun için de daha fazla tasarruf etmek zorundalar. Ancak bunu başarabilmeleri için 'diğerleri'nin (Kuzey'in) tam tersi yönde hareket edip daha fazla borçlanması gerekiyor. Makroekonomi politikalarına bu dengeyi getirecek görüş birliği sağlanamazsa bölgenin bütününün bir deflasyon sarmalına düşeceğini öngörebiliriz ki şu anki durum da bu gidişatı işaret ediyor.
Güney'in krizle imtihanı
- Bu durumun krizin yükünü en ağır hisseden üye ülkeler üzerinde gerek sosyal gerek politik sonuçları da olacaktır elbette.
Evet, Avrupa'nın Güney'inde önemli bir testle karşı karşıyayız. Bütün bu sert bütçe önlemlerinin zarar verdiği ve umutsuzluğa düşürdüğü çok geniş halk kitleleri bulunmakta. Yakın zamanda çok daha büyük politik ve sosyal başkaldırılarla karşılaşılabilir bazı ülkelerde. Bir manada diyebiliriz ki yakın zamandaki finansal risk şimdi yerini daha ciddi politik ve sosyal risklere bırakmış durumda.
- Güney ülkelerinde radikal sağ partilere verilen desteğin de arttığını gözlemliyoruz. Sizce bu geçici bir eğilim mi yoksa Avrupa Birliği'nin varlığını tehdit edecek kalıcı bir etmene dönüşebilir mi?
Bunun Euro bölgesi için en önemli risklerden biri olduğunu düşünüyorum. Gelinen noktaya bakılırsa bu ülkeler deflasyon sarmalına itilmiş durumdalar ve bunun oradaki halkların lehine olmadığı açık. Ekonomik resesyon, harcamaların kesilmesi ve her geçen gün biraz daha aşikarlaşan sosyoekonomik sıkıntılar, aşırı sağ partilerin filizlenebilmesi için gerekli ortamı yaratmış durumda zaten. Sağ ya da sol kanattan olması çok önemli değil. Önemli olan bu aşırılık eğiliminin kendisinin bazı sosyal problemlerin sinyali durumuna gelmesi. Bu konuda ben şahsen epeyce kaygılıyım. Az önce de söylediğim gibi son dönemde finansal riskin yerini politik ve sosyal riskler almaya başladı.
- Peki tam da bu bağlamda bu sene kurum sıfatıyla Avrupa Birliği'ne layık görülen Nobel Barış ödülüyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Politik ve finansal aktörlerin beklentilerini pozitif tarafa çevirmek adına atılmış bir adım olarak okunabilir mi bu ödül? Bir itme kuvveti yaratmış mıdır?
Belki. Ödülün Nobel Barış Komitesi'nin Avrupa'daki entegrasyon uğraşlarını kutsayan ve bunlara sahip çıkan açık bir manifestosu olduğu söylenebilir. Ekonomik ve politik aktörler üzerinde ne kadar etkisi olduğu ise tartışılır tabii. Yine de bir miktar da olsa pozitif bir etki beklentisi gayet normal.
Güven krizi
- Peki. Tekrar Euro'nun ekonomik altyapısına dönebilirsek eğer size şunu sormak istiyorum: uzun bir süredir ortak paranın tasarımındaki hatalara dikkat çekmektesiniz. Hatta 'para birliği ekonomisi' adlı kitabınızın yeni baskısında tamamlanmış ve tamamlanmamış olarak ikiye ayırıyorsunuz para birliklerini. Sizce kriz başlangıcından beri Euro yönetimi parasal birliği tamamlayacak doğru adımları attı mı?
Biraz yol katedildiği söylenebilir elbette ama tabi ki yetersiz düzeyde. En büyük adım AMB'nin piyasalarda 'son kredi mercii' görevini kabul etmesi oldu. Sorun şu ki AMB bu görevi üstlenirken dahi yardım edeceği ülkelere karşı birçok şartı beraberinde getiriyor. Dolayısıyla bu kredi müdahalelerinin reelde gerçekleşmesi epeyce zorlaşıyor. Bugün AMB'nin müdahale sözü verdiğini ama hâlâ piyasalara etkin bir müdahaleden kaçındığını görüyoruz. Neyi bekliyor AMB? Yeni bir kriz dalgasını mı?
- Sıkıntıdaki ülkelerin kendisine başvurması gerekmiyor mu?
Sorun da bu zaten. Bu ülkeler, AMB üzerlerinde daha fazla bütçe disiplini uygular diye yardım çağrısı dahi yapamıyorlar; çünkü AMB'ye güvenmiyorlar. AMB ise yardım çağrısı ve ekstra şartlar olmadan tahvil piyasasına müdahaleden kaçınıyor; çünkü bütçe disiplinini Avrupa Komisyonu veya Avrupa Parlamentosu gibi kurumlara bırakmak istemiyor, bu kurumlara güvenmiyor. Özetle, bu kilitlenmişliğin sebebi kurumlar arasındaki güven krizi diyebiliriz.
Parasal birliği tamamlamak
- Peki AMB'nin rolü dışında parasal birliğin tamamlanması hangi yapısal reformları gerektiriyor?
Daha önce de bahsettiğim gibi daha simetrik uygulanan makroekonomi politikaları ve uzun dönemde de mali birliğe geçiş, parasal birliğin tamamlanması için elzem. Bankacılık birliği de bunun bir parçası tabi.
- Bankacılık birliği demişken son zamanlarda bazı politik ekonomistler mali birliktense bankacılık birliğinin gerektiğini söylüyorlar. Örneğin Daniel Gros, mali birlik argümanı için ABD'nin durumunun yanlış yorumlandığını söylüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Yalnızca bankaların tek elden regüle ve standardize edilmesi bölgenin mali dertlerine derman olur mu?
Her şeyden önce buna katılmıyorum. Zaten bankacılık birliği dediğimiz şey de bir tür mali birlik demek. Bu yüzden Daniel Gros'un argümanı karşısında çokça şaşırdım diyebilirim. Çünkü bizzat kendisinin Amerika'nın Nevada eyaletini ve Euro üyesi İrlanda'yı karşılaştıran başarılı bir çalışması var. Orada Gros, Nevada eyalet bütçesinin bankacılık sektöründeki problemlerden bankacılık birliği sayesinde izole olduğu ve bunu başarırken federal bütçe transferlerinden ve federal bütçenin derinliğinden epeyce yararlanmış olduğunu anlatıyor. Benzer bir durumun ise İrlanda'yı büyük bir yıkımın kıyısına getirdiğini söylüyor. Nevada'yı İrlanda'dan ayıran ABD'nin merkezi bir bütçeye sahip olması ve federal hükümetin gerektiğinde devreye girebilmesi. Yani bankacılık birliği ve mali birlik birbirlerini tamamlayan şeyler olarak görülmeli, birbiri yerine geçen mekanizmalar olarak değil.
- Mali birlik olmazsa olmaz diyorsunuz?
Aynen öyle. Bu bütçenin büyüklüğü Amerika'daki gibi Gayri Safi Milli Hasıla'nın yüzde yirmi beşine kadar çıkacak diye bir kaide yok. Ancak bir şekilde var olmalı.
'Türkiye, Euro kullanıyor olsaydı...'
- Peki. Son olarak size Türkiye ekonomisinin Euro kullanmadığı için şanslı olup olmadığını sorayım. Eğer Türkiye, Euro kullanıyor olsaydı Yunanistan'dakine benzer bir senaryoyla burun buruna gelebilir miydi?
Benzer bir krizle karşılaşır mıydı bilemem tabi; ancak mutlaka bu riski taşırdı. O açıdan kendi para birimine sahip olması Türkiye'nin lehine tabi. Türkiye ekonomisi yapısal olarak Euro bölgesindeki akranlarından farklı ve ayrıksı bir kalkınma çizgisi sergiliyor. Krizin ortalarına kadar da epey yüksek büyüme oranlarıyla geldiğini hatırlayalım. Eğer Euro kullanıyor olsaydı, bu büyüme performansının sabit kurla beraber varlık fiyatlarında şişkinlikler yaratması oldukça olasıydı. Bu da Yunanistan'dansa Türkiye'nin durumunun İspanya'ya daha çok benzeyecek olması demek.
- Benim sorularım bu kadardı. Sizin eklemek istediğiniz birşey var mı?
Sanırım önemli noktaların hemen hemen hepsine değindik.
- Zaman ayırdığınız için çok teşekkürler o zaman.
Ben teşekkür ederim.