8 Kasım’da başlayan Çin Komünist Partisi 18. Ulusal Kongresi’nde belirlenecek Çin’in yeni liderliği, halkın kontrolü ve sahip olunan siyasi erkin muhafazasını mümkün kılmak için inşa edilmiş, muazzam kaynaklara mal olan bir sistemi idare edecek. Ancak Kerry Brown’a göre gelecek, Çin yönetiminden başkaca bir siyasal yönelim ve bu yönelimi somutlayacak farklı vasıtalar talep ediyor. Halit Yerlikhan çevirdi.
Kerry Brown
Çin’de devlet, menkul kıymetler piyasasından dış yatırımlara, iktisadi kalkınmadan toplumsal dönüşümlere kadar ülkeyi ilgilendiren hemen bütün önemli sorunların asli bir parçası. Bu sorunlardan herhangi biri hakkında detaylıca bir araştırmada bulunmanın, ister istemez devlet politikalarının bu sorunların teşekkülü ve evrimindeki belirleyici rolüne odaklanmayı gerektireceği açık. Fakat tam da bu noktada mesele, kafa karıştırıcı bir hal almakta: Çin devleti derken tam olarak ne kastediliyor?
Başkent Pekin’deki bir grup kuvvetli insanın ülkenin tüm iç ve dış politikalarını belirlediğini düşünmek münasip görünebilir; ancak bu tür bir kavrayışın devlet politikalarındaki çelişkileri açıklaması oldukça zor: Devlet aygıtının bir kanadı, Diaoyu (Senkaku) adalarına yönelik Japonya’yla yaşanan anlaşmazlık karşısında agresif, şahin bir yaklaşım geliştirmekteyken, aynı aygıtın başkaca bir kanadı mutedil, teskin edici bir tutum takınabilmekte. Bu muamma, Çin’in hayli merkezileşmiş bir yönetsel ağ yahut hükümranlık telakkisince idare edildiği kanaatiyle nasıl uzlaştırılabilir? Bu tür çelişkileri merkezi idari yapının ayak oyunları veya kafa karıştırmaya yönelik hamleler olarak görmek, ya da olan biteni dışarıdan takip edenlerin derinlerde yatan bir takım maksatları algılamak ve anlamaktaki kifayetsizliğine yormak mümkün müdür?
Bu soruya dönük nispeten yavan bir yanıt, devletin Çin Komünist Partisi’nde, ya da netleştirmek gerekirse, partinin dokuz kişiden oluşan merkez komitesinde somutlandığı yönünde. Komitedeki bu dokuz adamın şahsiyetlerinde devleti sembolize ettiklerini ve -bir şekilde- ülkeyi idare ettiklerini biliyoruz. Ancak onların devleti tam olarak nasıl idare ettiklerini bilmiyoruz: Mesela hükümeti ve muhtelif idari organları nasıl yönetip yönlendirdiklerinden haberdar değiliz; fakat etraflarında koparılan gürültü ve kendilerine duyulan hürmetten, devletin idaresinde birincil bir rol ve sorumluluğa sahip olduklarını anlıyoruz. Etraflarını çevreleyen gölgelerden yola çıkarak bir fikir edinmeye çalışabiliriz- ancak elimizde yalnızca gölgeler varken, spekülasyondan gayrısını elde etmemiz mümkün olmaz.
Çin’in parti-devletinin idari mahiyeti, onun adına çalışanlar için de gizemini koruyor: İnsanlar, en yakınlarının bile sırrına eremedikleri gerekçe ve vasıtalarla ödüllendirilip taltif ediliyor veya ayakları kaydırılıyor. Onlar da mevcut yahut değişmek üzere olan koşullara ilişkin spekülasyonlarda bulunmak ve havayı koklamasını bilmek durumundalar. Yıllar yılı Çin siyasetinin kudretli figürlerinden biri olagelmiş Bo Xilai, günün birinde solumakta olduğu havanın zehirlenmeye yüz tuttuğuna ve senelerce arkasında durmuş olan devlet aygıtının kendisine sırt çevirdiğine şahit olabiliyor: Tıpkı kapıların, liderlerinin kendilerini affetmesi için ricacı olan gözden çıkarılmış, umutsuz devlet görevlilerinin yüzlerine kapandığı Mao Zedung döneminde olduğu gibi... Ancak o günlerde herkes, başkasının değil, Mao’nun devlet demek olduğunu biliyordu. Bugünlerdeyse devletin kim yahut kimler olduğu, tabi olunması gereken kayda geçirilmemiş kuralların mahiyeti, yahut hata yaptığınız vakit kimlerin affına sığınmanız gerektiği mutlak bir belirsizlik taşıyor. Bu yüzden, bugün Çin’i idare edecek olan çağdaş bir liderin önündeki en büyük görev, işlerin yürütülüşünü açık ve net kaidelere dayandırmaktır.
Meşruiyet Sorunu
Bugünlerde Pekin’de gerçekleşen parti kongresiyle birlikte, birkaç yıldır ülke gündemini meşgul eden, lider kadronun değişmesi anlamına gelecek yetki devri süreci doruğuna ulaşacak. Lobicilik faaliyetleri, baskılar ve düşmanca çekişmelerle şekillenecek olan bu süreç, partinin ileri gelenleri açısından, süreci dışarıdan takip eden bizlerin tahmin ettiğinden muhtemelen daha zorlu geçecek: Yine de Bo Xilai vakıası bizlere bir fikir veriyor. Süreç, merkezden tertip olunan kitle mitingleri, (pek az düzenlenen) halka açık toplantılar ve kamuoyuna yansıyan açıklamaların yarattığı sis bulutunun ötesinde, kapalı kapılar ardında gerçekleşen müzakereler tarafından şekillendirilecek.
Bu olgu, sürecin niteliği ve doğacak olan sonuçlara dair ciddi bir meşruiyet sorunu yaratıyor. Demokratik ülkelerde gerçekleşen seçimler, karmaşık, hatta can sıkıcı olan bir takım soru ve sorunların çözümünün kolay bir yoludur: En çok oyu alan, seçimi kazanır. Çin’deki mezkûr durumsa, iş başına geçecek yeni lider kadrosunun belirlenişine ilişkin, yanıtlarını herkesin merak ettiği bazı sorular doğuruyor: Adaylarla, göreve layık görülenleri kimler, nasıl belirliyor, bu kişilerde ne gibi vasıflar aranıyor?
Parti, bir yandan, iktidar tekelini elinde tutabilmek adına etrafında bir gizlilik hâlesi oluşturmaya çalışırken; diğer yandan, yeni liderlerin seçildikleri göreve layık olduklarını gösterir nitelikte bir hikaye anlatma ihtiyacı hissediyor. Parti içinde en çok sayıda bağlantıya sahip olanın, yahut şu veya bu fraksiyonun desteklediği adayın göreve seçildiğini ifade etmek, elbette partinin önde gelenlerinin işine gelmiyor. Neticede parti-devletinin, yeni liderlerin sadece parti ve onun ileri gelenlerine değil, ülkesi ve bütün bir halkı adına hizmet edecekleri anlayışını hakim kılması lüzumu bulunuyor.
Büyük Meydan Okuma
Karl Popper’ın Açık ve Toplum Düşmanları adlı çalışmasının yayımlanmasından bu yana yaklaşık yetmiş yıl geçti. Çin’deki parti-devletinin mevcut işleyişi, kabaca bu kitabın temasının bir örneklemesi addedilebilir. Modern Çin, denetim ve kontrolün üstüne bir de mücadeleyle karakterize oluyor: Bilginin, toplumun ve siyasi alanın kontrolü. Komünist Parti, mücadeleyi, tüm bu alanlarda kontrolü elinde tutmak için muazzam kaynaklar harcamak suretiyle kazandı, kazanıyor. Bunu, ülkenin büyümesini sürdüren gayrisafi milli hasılası sayesinde, devlete özgü daha başka faaliyetleri aksatmadan gerçekleştirebiliyor.
Büyüme, artan verimlilik anlamına geldiği için, bu tür bir politikayı sürdürmenin sınırları bulunuyor: Verimlilik, daha iyi bir yönetişim ve akıllıca tespit edilmiş bir takım temel siyasi değerleri gerektiriyor; yalnızca siyasi elitler değil, bütün bir toplum nezdinde daha geniş bir uylaşmayı zorunlu kılıyor. Anlaşmazlık ve protestoları şiddet yoluyla bastırmak bu amaca hizmet etmeyecektir. Partinin insanlarını kalplerini ve zihinlerini kazanması gerekiyor. Çin devleti de, gelişmiş ülkelerin karşı karşıya olduğu anlama, değerlere, hayat tarzlarına ve beklentilere yönelik sorunlarla cebelleşiyor. Elde edilen iktisadi başarıların ötesinde, insana dair bir takım temel nitelikteki sorunlara yönelik yeni bir siyasi dağarcık geliştirilmesi zorunluluğu bulunuyor. Devletin ve partinin, gayrisafi milli hasılanın ötesinde, vatandaş odaklı bir siyasayı benimsemesi gerekiyor.
Çin Komünist Partisi’nin, şimdiye dek karşısına çıkmış olan sorunlardan daha büyük olduğu söylenebilecek ciddi problemlerle mücadele etmesi gerekecek. Kasımın ortalarında halkın karşısına çıkarılacak yeni lider kadrosunun yeterince cesur veya bu sorunları göğüslemek için gereken donanıma sahip olacağını tasavvur etmek güç. Ancak sahip olduğu enerji, dinamizm ve karmaşıklıkla bu büyük ülkenin geleceği, azametine yaraşır ölçekte bir gayretkeşlik talebinde bulunuyor.
Nihayetinde Çin insanı, tıpkı dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan insanlar gibi güvende, huzurlu ve de mutlu hissedeceği, daha iyi bir dünyanın hayalini kurabileceği ve bu dünya için mücadele edebileceği bir ülkede yaşamayı arzu ediyor. Bugün için detaylı bir plan ve program tasvirinde bulunmak mümkün olmasa da, bu toplumun daha az denetim, kontrol ve kısıtlamaya sahip, açık bir toplum olacağını söyleyebiliriz: Zira ancak böylesi bir toplum, Çin insanın hülyalarını gerçeğe dönüştürebilir. Bu açıdan Çin’in geleceği, insanlığın açıklık, adalet ve eşitliğe yönelik arzusuyla şekillenen evrensel hikayesinin kritik bir parçasını teşkil ediyor.
İngilizceden çeviren Halit Yerlikhan. Yazının orijinali için tıklayın
Kerry Brown, Çin siyaseti profesörü ve Sydney Üniversitesi Çin Çalışmaları Merkezi’nin direktörü. Ayrıca Avrupa-Çin Araştırma ve Danışma Ağı’nda aktif olarak görev alıyor. Bir süre ünlü Chatham House’un Asya programında araştırmacılık da yaptı. Çin’le ilgili yayınlanmış 7 kitabı bulunuyor, son kitabı ise Hu Jintao: China’s Silent Ruler (Hu Jintao: Çin’in Sessiz Hükümdarı).