Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
Yeni tanıştığım Hollandalı fotoğrafçı Arjen’le birlikte, Edirnekapı’daki kuş pazarındaydık. İki saat çalışmış, iyi kareler yakalamıştık. Oradan ayrılmaya hazırlanırken, uzaklardan korna ve zayıf davul-zurna sesleri duyduk. “Yakınlarda bir düğün var herhalde” diye düşündüm. O günlerde, fotoğraf makinemle bu büyüleyici şehrin ruhunu yakalama konusunda öyle hevesliydim ki, fotoğrafını çekebileceğim bir şeyler bulabilmek için her yere koşturuyordum. O gün de, sesleri duyunca pazarın çıkışına koştum ve seslerin nereden geldiğini anlamaya çalışırken müzisyenleri gördüm. Yolun ilerisinde, üzerlerinde normal beyaz gömlek ve siyah yelek, altlarına ise uzun etekler giymiş iki adam dans ediyordu. Parmak zili çalıyor, önce sola, sonra sağa doğru, kendi etraflarında dönüyorlardı. Eteklerin dansçıların etrafında dalgalanması, sonra bacaklarına dolanması, ardından yine serbest şekilde, bu kez ters yönde dalgalanması güzel bir görüntüydü. Hemen yanlarına gidip fotoğraflarını çekmeye başladım. Art arda, kurdelelerle süslenmiş arabalar korna çalarak geçiyor, onları sokak köpekleri havlayarak takip ediyordu. Köpekler, hızlı giden arabaların ardından koşarlar hep böyle. Kim bilir, belki çılgın şoförlerin adrenalini paylaşmaktan zevk aldıkları, belki de gürültücü insanlardan nefret ettikleri için... Her neyse; arabalarla aynı yönde ilerleyen dansçıların peşine takıldım. Evlerin olduğu, dar bir alana girdik. İnsanlar balkonlara, pencerelere çıkmış, tantanayı izliyorlardı.
Çocukluğumda, Kamışlı’da süslü arabalar korna çalarak şehri dolaştıklarında bir düğün olduğunu anlardık. Sokakta durur ya da evlerimizin damına çıkar, “Aaruus, aaaruus” (Arapçada ‘gelin’) diye bağırırdık. Düğünleri ve insanların neşeli hâllerini izlemeyi her zaman çok sevmişimdir. O gün Edirnekapı’da da o neşeyi gördüm. Gelin evden çıkacaktı, bütün mahalle izliyordu. Çöp toplayıcısı bir kadın da el arabasıyla durmuş, müziğin ritmiyle kalçalarını sallıyordu. Davul-zurnaya kim karşı koyabilir ki? Davul-zurnasız düğüne de düğün denmez zaten.
Kanada’dayken birinden bir hikâye dinlemiştim. Sanırım 1985 yılıydı, Toronto’ya Ermenistan’dan Tatul Altunyan Dans ve Müzik Topluluğu gelmiş, iki akşam üst üste sahne almıştı. Gösterilerin ardından, birkaç gün, müzisyenleri ve dansçıları şehir ve çevresinde küçük gezilere çıkarmışlar. Bir gün de, Toronto’ya birkaç saat mesafede bulunan, turistik bir kasabaya gitmişler. Kasabanın merkezinde, kilisenin önünde bir yerel düğüne denk gelmişler. Çok sessiz bir düğünmüş; gelin ve damat el ele yürüyor, az sayıda davetli ve aile fertleri de onları takip ediyormuş. Müzisyenler ve dansçılar kimsenin şarkı söylememesine, kısacık da olsa eğlenceli bir şeyler çalan kimsenin olmamasına şaşırmış, “Bir düğün nasıl bu kadar neşesiz olur” demişler. Ekibin müzisyenlerinden birkaçı hemen otobüse gidip iki zurna, iki de davul getirmiş, neşeli bir dans ezgisi çalarak yeni evlilerin ardından yürümeye başlamışlar. Tabii, bazıları da dans etmeye başlamış. Hâlâ ne olup bittiğini anlayamayan, utangaç yeni evli çifti de dansa katmalarıyla, gerçek bir kutlama havası oluşmuş. Ermeniler durmadan “Düğün dediğin böyle olur, böyle yapılır” diye bağırıyormuş.
Umarım o çiftin mutluluğu daim olmuştur.