Fotoğrafçı Berge Arabian, Agos’un kültür sanat sayfalarında kaleme aldığı ‘Lensler konuşabilseydi’ başlıklı köşesinde, çektiği fotoğrafların hikâyelerini anlatıyor.
O gün ikindi vakti çok uzun bir yürüyüş yapmıştık. İstanbul’a taşınmamın üzerinden henüz iki hafta geçmişti. Eşim işten erken çıkmıştı, beni ertesi sabaha kadar sürecek Hıdrellez kutlamalarının yapılacağı bir parka götürüyordu. Büyük bir şenlik ateşi de yakılacaktı. Sultanahmet Tramvay Durağı’nda buluşmuş, ara yollardan, yokuşlardan, nihayet uzun bir sahil şeridinden ilerleyerek, neredeyse bir saat boyunca yürümüştük. Parka ulaştığımızda karşılaştığımız manzara muhteşemdi. Büyük bir kalabalık vardı, her yerden müzik sesleri geliyordu. Park alanında birçok Roman müzisyen, genellikle üçlü gruplar hâlinde, müthiş şarkılar çalıp söyleyerek dolaşıyor, gençler onlardan çalmalarını istedikleri şarkılar eşliğinde dans ediyorlardı. Onları ilk olarak orada görmüştüm; aynı yıl başka etkinliklerde ve protesto gösterilerinde de sık sık gördüm. Her zaman bir kutlama hâlindeydiler, dünyaya âşıklardı adeta. Müzisyenler, yeteneklerini sergileme biçimleri açısından da müthişti. Güzellerdi. Güzel gözler, güzel tenler, güzel yüzler… Hele yaşını almış olanlar... Onlar güldüğünde, dünya da onlarla birlikte gülüyordu. Çingeneleri ilk kez yakından görüyordum. Hatta, Toronto’da geçirdiğim son yıla kadar, herhangi bir Çingene’yle karşılaşmamıştım. Kamışlı’da, ben çok küçükken, büyüklerimiz ‘Çöl’e gitmemizi istemez, gidersek orada bizi Çingenelerin kaçıracağını söylerlerdi. Biz çocuklar ise, evimize birkaç yüz metre mesafede olan bu kıraç, açık alana gitmeye bayılırdık; orada çeşit çeşit oyunlar oynar, insanların attığı, alıp oyuncak yapabileceğimiz şeyler arardık. Çocukluğumda uzun süre, aklıma ne zaman Çingeneler gelse, beni kucağına almış, bir köye götüren bir kadın imgesi belirdi zihnimde. Kadın sakince yürüyordu, onun kucağında olmak beni hiç korkutmuyordu. Peki, bu imge neden bir kadındı? En ufak bir fikrim yok. Toronto’da yaşadığım dönemde, fotoğrafçılığa ciddi bir şekilde eğilmeye başladığımda, şehirdeki Roman topluluğuyla temas kurmaya çalıştım ama olmadı. Kapalı bir cemaat olarak, şehrin her tarafına dağılmış hâlde yaşıyorlardı. Çingeneleri fotoğraflama düşüncesi ilgimi çekiyordu. Ne de olsa, satın aldığım ilk fotoğraf kitabı, Kudelka’nın efsanevi ‘Çingeneler’iydi. Fakat nihayetinde onları aramaktan vazgeçtim. İstanbul’a taşınmadan birkaç ay önce Sırpların yeni yıl kutlamasına davet edilmiştim. Eğlencede, üç kişilik bir Çingene grubu canlı müzik yapıyordu. Hayatımda bir Roman’la ilk olarak orada konuştum. Portrelerini çekmek için bir gün ayarlamak istedim ama ayarlayamadım. İstanbul’a taşınma işini organize etmeye başlamam gerekiyordu, vaktim kalmamıştı. Yani, İstanbul’a yerleşene kadar Romanlarla yalnızca filmler, kitaplar ve müzik üzerinden temasım olmuştu.
Hıdrellez kutlaması gece geç saatlere kadar devam etti. Çok keyif alarak çalıştım, müzisyenlerin ve dans eden kalabalıkların fotoğraflarını çektim. İnsanlar mutlu olduklarında onları fotoğraflamak bana büyük bir zevk veriyor. İzlediğim Hıdrellez kutlamalarının hiçbiri, o ilk seferki gibi olmadı. Ertesi yıl, büyük beklentilerle Ahırkapı’daki parka gittim; kimse yoktu, tek bir kişi bile. Sonradan, parkta Hıdrellez kutlamalarına artık izin verilmediğini öğrendim.
İngilizceden çeviren: Altuğ Yılmaz