İki ustanın, yani Tomo ile Sarkis’in tanışması, sonraki yıllarda pek çok meyve verdi. Derin bir dostluk kurdular. Tomo ve çalışma arkadaşları, Sarkis Usta’yla dayanışmanın kıymetli örneklerini verdiler, işyerleri onun ikinci adresi gibi oldu. Yıllar sonra bir sohbet esnasında, Tomo ile Sarkis Usta’nın ailelerinin, 50’li yıllarda, 6-7 Eylül olaylarının yaşandığı dönemde Yedikule’de aynı binada oturdukları ortaya çıktı.
Tam olarak ne yazacağımı bilmiyorum. Ruhum altüst olmuş durumda. Bir duraksamadan sonra, aklım bir anda gerilere, elli-altmış sene öncesine gitti. O kadar çok şey birbirini iterek sıraya girdi ki... Bunları ileride dile getirmeye, kâğıda dökmeye söz verip, duygularımı birkaç satırla ifade etmeye çalışacağım.
Ustalar
Mimarlık eğitimi ağırdır. Günler, geceler boyu çizer, ödevleri zar zor yetiştirirdik. Hele yıl sonu projeleri... Jüriye teslim ettikten sonra sürünerek eve döner, kendimizi yatağa atar, iki gün boyunca uyurduk.
Anam, babam ve kız kardeşlerim, köle gibi çalışarak Samatya’da bir ev almış, öğrenciliğimde zorluk çekmeyeyim diye bana tahsis etmişlerdi. O evde onlarca kişi saklandı, konakladı, hatıralar bırakarak gelip geçti. 12 Mart günlerinde küçük bir koloni gibiydik. Dayanışmanın, paylaşmanın, didişmenin çok yoğun yaşandığı günlerdi. El yordamıyla bir şeyler öğrenmeye, hayata geçirmeye çalışıyorduk. Sözde başarı ve başarısızlıklar birbirini takip ediyordu.
Mesleki eğitimim sıkıntıyla ama başarılı geçti. En zor günlerde iki usta ve Samatya’nın Ermeni gençleri imdadıma yetişirdi. Usta denince, aklımıza ilk olarak Sarkis Çerkezyan gelir. Babamın sırdaşıydı. Bizlerle konuşmaya çekindikleri pek çok konuyu fısıldayarak birbirlerine anlatırlardı. Sarkis Usta proje teslim sürecinde, bir koruyucu gibi sabaha kadar başımızda durur, maket altlığının ölçülerini alır, evimize elli metre mesafede bulunan atölyesinde hazırlardı.
İkinci ustam ise Yetvart Tomasyan yani Tomo’ydu. Tomo, hazırlanacak maketin ince işlerini yapmamıza yardımcı olurdu. Yoktan var ederdi; bizim aklımıza gelmeyen, satın alınamayacak, ‘sıradan’ malzemelerle çıkagelirdi. Çok tutumluydu, hiçbir şeyin ziyan olmasını istemezdi. Arta kalan malzemeleri bir kuyumcu titizliğiyle ölçüp biçer, birbirine ekler, her artığa bir yer bulurdu. Birkaç gün süren o çalışmalarımıza anam lojistik destek sağlar, evde pişirdiklerini bize taşırdı. O iki üç gün içinde aile gibi olurduk.
Ben de Tomasyan ailesinin fertlerinden biri sayardım kendimi. Tomo sık sık, çoğu Tıbrevanklı olan biz arkadaşlarını baba evinde toplardı; aileyle aynı masayı paylaşır, birlikte yer içerdik. Ben sadece eşsiz tatlarla değil, ailenin tarihiyle de o evde tanıştım. Bu nedenle, Takuhi Tomasyan’ın ‘Sofranız Şen Olsun’ kitabında anlattıkları, bana hiç yabancı gelmemişti.
İki ustanın, yani Tomo ile Sarkis’in tanışması, sonraki yıllarda pek çok meyve verdi. Derin bir dostluk kurdular. Tomo ve çalışma arkadaşları, Sarkis Usta’yla dayanışmanın kıymetli örneklerini verdiler, işyerleri onun ikinci adresi gibi oldu. Yıllar sonra bir sohbet esnasında, Tomo ile Sarkis Usta’nın ailelerinin, 50’li yıllarda, 6-7 Eylül olaylarının yaşandığı dönemde Yedikule’de aynı binada oturdukları ortaya çıktı. Bu iki ustayı konuşmak tarihi konuşmaktır deyip, konuya başka zaman devam etmek üzere geçici bir nokta koyalım.
Bir mezar kitabesi
Tomo sadece benim değil pek çok meslektaşımın da ustası oldu. Üniversiteden sınıf arkadaşım Garabed Panos’a da (Masalcı Garo) el uzatmıştı. Kendi evindeki boya badana işini yarım bırakıp onun yardımına koşmuş, birkaç gün sabahlayarak, onun diploma projesinin maketini hazırlamasına yardım etmişti. Doğru düzgün Ermenice bilmeyen Garo’nun, pagan dönemi Ermeni tanrıları hakkındaki bitmez tükenmez sorularını, Takuhi’yle birlikte, büyük bir emek sarf ederek cevaplamıştı
Mimar olduk, Garo’yla Tokatlıyan Han’da bir odada bir büro açtık. Kapımızı ilk çalanlardan biri Tomo oldu; yanında, bize hep destek olan Arsin Arşık da vardı. Tomo, babası ve ustası Müsü Bedros’u kaybetmişti, onun için bir mezar yapmak istiyordu – doğal taş duvarla çevrelenmiş, basit, büyükçe bir mezar. Sohbet sırasında malzemeyi nereden, nasıl tedarik edeceklerini, nasıl taşıyacaklarını, imalatını nasıl yapacaklarını, her şeyi düşündüklerini anladım. Ona dokunanlar, onun sesini duyanlarla birlikte, bir dayanışma eseri yaratmak istiyordu. Mezara Ermenice bir kitabe yazılacaktı. Ustalar, yazının birebir ölçekte çizimini isteyince, “Zakar bunu hazırlar” diye düşünüp bana gelmişler. Masaya eskiz kağıdını serdim, Tomo kitabeye yazılacakları kâğıda döktü. Kitabenin eni boyu belli; harf başına ayrılacak alanın genişliğin tespit etmeye çalıştım. Beni hemen uyardı: “Dikkat et, her harfin genişliği aynı değildir.” Yazıyı titizlikle hazırladım; uygulamasını Tomo ve arkadaşları, elbirliğiyle yaptılar.
Hem destekçi hem öncü
Yıllar sonra, beni yazmaya teşvik eden de Tomo oldu; Aras Yayıncılık’tan iki çalışmamın yayımlanmasına destek verdi. Ermeni kültürünün Anadolu’daki izlerine dair sunumlarımın takipçisi oldu. Öneri ve eleştirilerini yapmaktan geri durmadı, motor gücü oldu. Ben de kitap fuarlarında Aras Yayıncılık standında sanki sahiplerinden biriymiş gibi görev aldım, gelenleri karşıladım.
Son olarak, hep hayalini kurduğumuz, Ermeni tarihi, edebiyatı, sanatına ilişkin Ermenice yayınları barındıran bir arşiv ve araştırma merkezi oluşturma çalışmasına katılmamı önerdiğinde tereddütsüz kabul ettim. Kutsal bir işe öncülük etti, beni de onurlandırdı.
Hayatlarımızda silinmeyecek izler bırakarak bize veda eden Tomo’yu Salı günü, yukarıda anlattığım mezarda toprağa verdik. Tomo bana dokundu, ben ona dokundum. Rakıyı severdi. Arzu edenler bir akşam onun anısına iki yudum içsinler.