Tomo Abi’yi tanıyan herkesin çok iyi bildiği gibi, Tomo sözünü tutar, yapacağını söylediği şeyi illa yapar. Bazen siz unutursunuz, o unutmaz ve yapar. Çeşitli aksaklıklar yüzünden iş geciktiğinde, eski zamanlarda kalmış bir incelikle size işin geciktiğini haber verir, sizden biraz daha zaman rica eder ama mutlaka yapar. O işin yapılamaz olduğunu fark ederse, yine eski zamanlarda kalmış bir mahcubiyetle size bunu açıklar.
Kanser olduğumu öğrenmemin üzerinden herhâlde bir hafta geçmişti, Tomo Abi ve Oryort Payline bu haberi alıp beni aradıklarında. “Haydi Oryort, arayalım şu kızı” demişti belki Tomo, Oryort da çevirmişti numaramı. Oryort her zamanki şefkatli sesiyle her şeyin iyi olacağına dair birkaç şey söyledikten sonra telefonu Tomo’ya vermişti.
Tomo Abi’den bir şey isteyin veya bir sorunu çözmesini rica edin, size hemen şöyle der: “Tamam be (oryort), yaparız, khıntir çiga!” Türkçesi, mealen “Tamam be (kızım), yaparız, dert etme!” Teşekkür etmeye yeltendiğinizde izin vermez, lafınızı keser: “Ya tamam, hadi, khıntir çiga dedik ya!” Tomo’nun ilk ‘khintir çiga’sı ihtiyacınızın giderileceğine dair bir teminattır, ikincisi ise yaptığı yardımın karşısında ezilmeyesiniz diye gösterdiği iyilik.
Tomo Abi’yi tanıyan herkesin çok iyi bildiği gibi, Tomo sözünü tutar, yapacağını söylediği şeyi illa yapar. Bazen siz unutursunuz, o unutmaz ve yapar. Çeşitli aksaklıklar yüzünden iş geciktiğinde, eski zamanlarda kalmış bir incelikle size işin geciktiğini haber verir, sizden biraz daha zaman rica eder ama mutlaka yapar. O işin yapılamaz olduğunu fark ederse, yine eski zamanlarda kalmış bir mahcubiyetle size bunu açıklar. Demem şu ki, kimsenin –bırakın tanımadığı insanları– yakın arkadaşlarına bile omuz vermediği, destek ricalarını sevimsiz bir ‘hâllederizcilik’le geçiştirmekten başka bir şey yapmadığı bir zamanda, Tomo Abi hakikaten yardım eden, meseleleri ‘hâlleden’ biriydi. Kendisinden rica edilen iş için canla başla çalışırdı. Bu hali sırf iyiliğinden, yardımseverliğinden de gelmiyordu; Tomo Abi hayatta her şeyin hâlledilebilir olduğuna yürekten inanıyordu.
Çözüm gerektiren herhangi bir meseleyi ele alırken mutlaka onun hâlledilebilir olduğu fikriyle yola çıkar, kolayıyla zoruyla, mümkün olan her seçeneği deneyerek sonuca varmaya çalışırdı. Karşısına hâlledilemez şeyler çıktığında ise durumu belki biraz hayal kırıklığıyla ama bolca metanetle kabul ederdi. Tomo Abi’yle tanışmış olan herkes onu neyin bu kadar özel kıldığı sorusuna farklı yanıtlar verebilir; beni en çok, onun –çok az kişide görülen– şu üç özelliği etkiledi: Hâlledilemez olduğu kanıtlanana kadar her şeyin hâlledilebilir olduğuna dair, insanı müthiş yüreklendiren bir önkabul; ilerlediği yolda tökezleyip düştüğünde onu ayağa kaldıran bir kararlılık; hâlledilemez olanla karşılaştığında bunu kabullenip önündeki diğer işlere bakmasını mümkün kılan bir irade. Kanserini de bu özellikleriyle, bu Tomo olarak yaşadı. Hastalığını inatla, hâlledilmesi gereken onlarca işinden biri olarak gördü ve uzun süre, diğer her şey gibi, kanserini de güzelce hâlletti.
Tomo Abi, Oryort’un elinden telefonu alır almaz, benim kanserimin de hâlledilecek olduğunu söyledi. Bense o sıralar endişeden çok kafa karışıklığı yaşıyor, kendimi kötü hissetmiyor, karamsarlığa düşmüyor, gündelik hayatıma eskiden olduğu gibi devam ediyordum. Tomo Abi’ye bunun tuhaf olup olmadığını sordum; bana şu cevabı verdi: “Hepimiz neysek hastalıkları da o insanlar olarak yaşıyoruz. Hastalandın diye bir günde bambaşka bir insan mı olacaktın?” Bu sözleri tedavim boyunca düşünüp güç buldum, tedavim bittikten sonra kanserin nüksetmesinden endişe duyarken yine bu cümleleri hatırlayıp rahatladım. Sonraları ona birkaç kez, sözlerinin benim için ne kadar kurtarıcı olduğunu söyleyerek teşekkür etmeye kalkıştım, hep sözümü kesti: “Ya tamam, hadi, khıntir çiga dedik ya!”
Tomo Abi’nin kendi kanserine yaklaşımında ‘hâllederiz’ düşüncesinin yanı sıra, çok ciddiye almama da vardı. Kanser olduğunu nasıl öğrendiğini, biraz da hikâyeyi sulandırarak, kahkahalarla anlatırdı. Ben de kanserime hep böyle yaklaştım ve eminim ki bu hafiflikte, yaradılışım kadar Tomo Abi’nin de bir rolü var. Ama Tomo Abi’den miras aldığım en güzel şey bu değil.
Tomo Abi’yle meyhanede rakı masasına oturmuş olan herkes, onun tabağının değiştirilmesine kesinlikle izin vermediğini görmüştür. Mezelerinin artıkları salataya, salatanın suyu karidese, karidesin yağı ciğere karışır, o sırada tabağı zorla değiştirmeye kalkan garsonlar da azarı yerdi. Masaya yeni gelen yiyecekleri başkalarına bırakır, diğerlerinin tabaklarında kalan artıkları kendi tabağına alarak karnını doyurmayı tercih ederdi. Masadakilere, tabak değiştirmenin boş bir iş olduğunu, bunu sevmediğini söylediğine birkaç kez tanık oldum. Biz masadakiler, buna Tomo’ca bir eksantriklik olarak bakıp gülüyorduk. Ama şimdi baktığımda, hayatını hâlledilmeyi bekleyen işlere adamış bir insanın, daha fazla bulaşık çıkarmaktan başka bir işe yaramayan bu âdete neden karşı çıktığını anlıyorum. Ve ben de, Tomo Abi’yle meyhane masasında oturduğum ilk günden beri, tabağımın değiştirilmesine izin vermiyorum.
Her meselenin hâlledilebilir olduğuna dair inancı, kararlılığı ve iradesi kadar, tabak hikâyesinde öne çıkan başına buyrukluğu sayesinde de sayısız iş yaptı Tomo Abi. Çok ama çok iş hâlletti. Kendininkileri de, bizimkileri de.
Ve nihayet, artık sözüm de kesilmeyeceğine göre, gönlümce teşekkür edebilirim ona, hâllettiği ve hâlletmeye çalıştığı her şey için.