Belki de Aras’la başlayan rönesansa yakın bir geçmiş aranacaksa, hikâyeyi 1970’te en yakın arkadaşlarıyla, Tıbrevank Mezunları Derneği çatısı altında hazırlayıp Şan Sineması’nda sergiledikleri gösterinin şaşırtıcı başarısına kadar götürmek mümkün. Bu gösteri, şiirlerle, müzikle, halk danslarıyla karma bir seyirci kitlesine ‘bir başka’ kültürün de mümkün olduğunu göstermesi açısından önemliydi. Tomo gecenin düzenlenmesinde yer almış, okuduğu şiirlerle de geceye renk katmıştı. Tabii, o günün birikimi daha gelişkin bir hamleye imkân vermiyordu ama 90’lı yıllar bu kuşağın olgunlaşmasıyla Aras’a ortam hazırlayacaktı.
Sarkis Seropyan’ın ardından yazdığı yazıda Tomo, kendini nasıl bir aynada gördüğünü anlatır gibiydi:
“Rupen Maşoyan, Hagop Ayvaz, Yervant Gobelyan’lar... Allaaah, şenliğe bak sen! Heyhat, hepsi de ayrı birer huysuz. Ben eksik kaldım. Bekleyin, geleceğim... Ama bilin ki gelene kadar çok çalışacağım, daha çok üreteceğim ki çantamı, torbamı yeni kitaplar, gazetelerle doldurup yüklü geleyim. Başka türlü ne konuşacağız, ne tartışacağız ki... Biz başka konu bilmiyoruz!”
Kendini üretmenin maddi koşullarının giderek daraldığı bir dünyada, kadim bir kültürün insanlığa armağanlarını derleyip onu hafızalara nakşetmeyi dert edinenlerin zorlu mücadelesinin özetidir bu sözler. Geriye bu kültürle hemhâl olmuş, bir elin parmakları kadar insan kaldı. Hazin olmasına hazin, lakin soylu bir uğraş.
İnsani hasletler zor zamanlarda belli olur ama insan hayatının daha nesnel bir değerlendirmesi kişinin ölümlü hayatına verdiği anlamda aranabilir. İnsani hasletlerin mihenk taşı aslında bu ‘anlam’da gizlidir. Genellikle kolektif bir emek söz konusu olsa da birçok faaliyetin bir direği bulunur. Yetvart Tovmasyan, Aras Yayınlarının çadır direğiydi, dostlarının hayatında ise insan sıcaklığının somut timsali.
Çölde bir vaha: Aras
Tomo’nun hayatı ‘Aras’tan önce’ ve ‘Aras’tan sonra’ diye ikiye ayrılabilir herhâlde. Aras elbette bir kolektifin ürünü olarak, el yordamıyla yola çıktıysa da otuz yıldır onun hayatının ayrılmaz bir parçasıydı. Aras’ın ne olduğunu anlamak için bir benzerini aramak boşuna olacaktır. Unutulmaya yüz tutmuş, sönümlenmekte olan bir dilin, kültürün müktesebatının ne olduğu bile bilinmezken el yordamıyla çıkılan bir çöl yolculuğunda keşiflerle koca bir külliyata yönelmek, büyük bir macera olduğu gibi alabildiğine külfetli bir işti. Batı Ermenicesinin kullanıldığı çeşitli ülkelerde çok daha elverişli maddi ve manevi imkânlar bulunurken bunun Aras’ta becerilebilmiş olmasında Tomo’nun inancı ve inadı büyük rol oynadı. Batı Ermenicesinin giderek daha az kullanıldığı bir dönemde böyle bir ‘mucize’, Ermenice bilenlerle sınırlı olmayan bir okur kitlesinin katkısıyla gerçekleştiyse, toplumsal bir ihtiyaca cevap verilmiş demektir. Bu yolculukta elbette diğer kurucuların, editörlerin emeği de önemlidir ama yolculuğun kesintiye uğramaması için inat, sanıldığından çok daha önemli bir ihtiyaçtır.
Amatör birikiminin yeterli olmadığı yerde çevresindeki herkesi tahrik etmeye çalışarak başlangıçta hiç de hesapta olmayan bir güzergâhın şekillenmesini sağladı. Böyle sindirilmiş ve örselenmiş bir birikimin yeniden keşfine başka örnekler de verilebilir. Zaven Biberyan’ın İkinci Dünya Savaşı sonrası gazetecilik macerası da çok sınırlı bir çevre hariç ne kadar biliniyordu ki?
Edebî ve siyasal bir literatür unutulmaya mahkûm edilmişti. Bir arkeolog titizliğiyle bu geçmişi hatırlamak, tazelemek ve canlandırmak, ayrıntıya müthiş meraklı Tomo için büyük keyifti. Ne de olsa üniversitede Latince-Grekçe okumuştu, arkeoloji yakın komşusu sayılırdı!
Artık Aras’ın temelleri oturmuştur – diziler, ilişkiler, meraklı bir okur kitlesi... Ancak bu da yeni ihtiyaçları zorlamaktadır. Tıpkı Agos gibi Aras da kendi çapında bir mucizedir, yani olamaz deneni olur kılmışlardır.
“Bu macera nerede başladı?” diye soranlar belki de bir gençlik heyecanına dönüp bakmalıdır. Kapalı bir cemaati açmak, yeşertmek, içinde yaşadığı toplumun sorunlarıyla hemhâl olmak, aynı zamanda o toplumu da kendisiyle yüzleştirmek, o toprağın insanlarının geçmişiyle tanışmak ve elbette kendini eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden inşa etmek için, tüm önyargılardan arınmış, hümanist bir kültürün vazgeçilmez gerekleri vardır. Aras bu alanda çok zor koşullarda bir güzergâh inşa etmişse, kabul etmek gerekir ki bu yolculuk Tomo’suz mümkün olmazdı. Hayat hikâyesini merak edenlere boşuna “68’liyiz” demiyordu. Direnmek hamurunda vardı.
Belki de Aras’la başlayan rönesansa yakın bir geçmiş aranacaksa, hikâyeyi 1970’te en yakın arkadaşlarıyla, Tıbrevank Mezunları Derneği çatısı altında hazırlayıp Şan Sineması’nda sergiledikleri gösterinin şaşırtıcı başarısına kadar götürmek mümkün. Bu gösteri, şiirlerle, müzikle, halk danslarıyla karma bir seyirci kitlesine ‘bir başka’ kültürün de mümkün olduğunu göstermesi açısından önemliydi. Tomo gecenin düzenlenmesinde yer almış, okuduğu şiirlerle de geceye renk katmıştı. Tabii, o günün birikimi daha gelişkin bir hamleye imkân vermiyordu ama 90’lı yıllar bu kuşağın olgunlaşmasıyla Aras’a ortam hazırlayacaktı.
Aras olmasaydı...
“Aras olmasa” demek zor, zira öyle bir hayat yaşadı ki Tomo, sonunda kendini böyle bir şeye –mecbur demesek de– sevdalı kıldı. Sofra sohbeti onun hayat tarzının ayrılmaz bir parçasıydı. Sofrası herkese açıktı. Onun sohbetinin müdavimleri mürit gibi değil, şenliğin bir parçası olarak kâh en ciddi konulara dalar, kâh türküler terennüm ederlerdi. Zulada her daim en beklenmedik misafiri ağırlayacak bir şeyler bulunurdu. Kitap fuarlarında okurlarla hasbihâl etmekten büyük keyif alırdı; her biri Tomo’nun özel müşterisiydi sanki!
Aras’ın bir özelliği, bu zorlu işe yatkın insan yetiştirmekti. Denebilir ki artık onsuz da varlığını sürdürebilecek Aras yeni isimlere imkân sağladı ve bir sonraki hamle olarak Yesayan Derneği’nin kuruluşuna girişti. Aslında bu da namüsait ahval ve şartlarda başlatılan bir işti. Olmayacak bir şey daha! Tomo’nun son torunu da o oldu. Yetvart Tovmasyan, her yaştan dostunun ‘Tomo’su yaşamanın, ama hakkını vererek yaşamanın, umudu diri tutmanın güzel bir şey olduğunu gösteren ender insanlardandı. İyimserliği, yaşama sevinci bulaşıcıydı. Böylesine rezilleşen bir dünyada direnmenin vazgeçilmez unsurlarından olan müthiş kahkahaları belleklerimizde daima canlı kalacak.