Boks, dans ve Çingenelik: Leipzig’de sıradışı bir film deneyimi

“Dans, ruhun, bedenin gizli dilidir.” Martha Graham

Yaklaşık 10 ay önce geldiğim Leipzig’e yavaş yavaş alışmaya başlıyorum. İlkin biraz sendeledim, yabancılık çektim, yalnız hissettim. Ne de olsa burası ne bir Berlin, ne Köln ne de Hamburg’du. Aynı şehirde master eğitimi almaya karar veren bir arkadaşım dışında, 700 bin kişilik nüfusa sahip bu görece küçük şehirde tanıdığım kimse yoktu. Sanki şikâyet ediyormuşum gibi anlaşılabilir, fakat söylemeliyim ki İstanbul’dan ‘kaçma’ sebeplerim tam olarak sendelemek istemem; yaşadığım yere yabancılık çekmeye ve yalnız hissetmeye ihtiyaç duymamdı.

Dediğim gibi, Leipzig’de yaşamaya yavaş yavaş alışıyorum. Hemen her diaspora gibi Leipzig’de yaşayan Türkiyelilerin de oluşturduğu bir iletişim ağı var. Burada, Türkiyelilerin kurduğu Kültür Kollektiv Leipzig (KÜKO) platformundan haberdar oldum. Çeşitli kültür sanat etkinlikleri düzenleyen KÜKO, hem şehre alışma sürecime yardımcı oluyor hem de geldiğim ülkeden daha önce bilmediğim kültür sanat içeriklerini bambaşka bir yerde takip etmeme vesile oluyor.

Bir süredir, Türkiye’den LGBTİ+’ları odağına alan filmlerin gösterimlerini yapan KÜKO, 21 Eylül Cumartesi akşamı, Leipzig’in çokkültürlü semtlerinden biri olan Connewitz’de, şehrin en eski sinema salonu olan UT Connewitz’de bir film daha gösterdi. Bir süre önce Berlin’e göç eden dansçı Gizem Aksu’nun yönettiği ‘9/8Fight41’ filmini izlemek için 100’e yakın kişi, bu tarihî salondaydık. Gecenin sunucuları Aslı Koruyucu ile Mavi Kotan, film ve gösterim sonrası yapılacak etkinlik hakkında bilgi verdikten sonra, yaklaşık yarım saat süren ve daha önce adını hiç duymadığım bir boksörün hikâyesini İstanbul’daki kentsel dönüşüme bağlayan filmi izlemeye başladık.

Johann Trollmann, namı diğer ‘Rukeli’

Daha önce adını hiç duymadığım boksör, Johann Trollmann -veya yazıda da sıkça okuyacağımız ismiyle ‘Rukeli’. Hafif sıklet boksör, kendi yarattığı ‘dans’ stiliyle dövüşürken, 1920’lerin sonlarına doğru ülke genelinde popüler bir figür oluyor. 9 Haziran 1933’te, Alman hafif ağır sıklet unvanı için dövüştü ve rakibi Adolf Witt’e karşı bariz puan farkıyla önde olmasına rağmen, dövüş ‘sonuçsuz’ olarak değerlendirildi. Seyircilerin isyanı sonrası, Nazi yetkilileri Rukeli’yi galip olarak kabul etmek zorunda kalsalar da, boksörün unvanı altı gün sonra elinden alındı. 21 Temmuz’da Rukeli’nin rakibi Gustav Eder ile yeni bir dövüş planlandı ve boksöre ‘dans’ stilini değiştirmesi veya lisansını kaybetmesi gerektiği tehdidinde bulunuldu. Rukeli, kendine ‘Aryan’ bir görünüm kazandırmak için maç günü saçlarını sarıya boyamış ve yüzünü unla beyazlatmıştı. Burada hem Rukeli’nin hem filmin en önemli detayını vermem gerekiyor: Rukeli bir Çingeneydi ve bu yüzden boks stilini dansla özdeşleştirmiş ve bu yüzden Nazi Almanya’sı tarafından ‘cezalandırılmıştı’.

Rukeli'nin fotoğrafı İstanbul sokaklarında. Fotoğraf: Ece LatifaoğluSinti ve Çingenelere yönelik zulüm, Almanya’da sonraki yıllarda önemli ölçüde artmıştı. Rukeli de, diğerleri gibi toplama kamplarına gönderilmelerinden önce kısırlaştırmaya maruz kaldı. Haziran 1942’de tutuklanıp Neuengamme’deki toplama kampına gönderilen boksör, düşük profilli olmaya çalıştı, ancak kamp komutanı savaştan önce bir boks görevlisiydi ve onu tanıdı. Rukeli’yi geceleri askerlerine eğitmen olarak kullandı, daha sonra esirler komitesi, sağlığı kötüleştiği için harekete geçmeye karar verdi. Boksör hakkında sahte bir ölüm düzenlendi ve onu sahte bir kimlikle bitişikteki Wittenberge kampına aktarıldı. Rukeli, orada da kısa süre içinde tanındı. Mahkûmlar Rukeli’yle, eski bir suçlu ve Kapo’dan (kampta sorumluluk aldığı için ayrıcalıklar verilen, genellikle cezasının azaltılması veya şartlı tahliye için çalışan bir mahkûm) nefret eden Emil Cornelius arasında bir kavga düzenlediler. Kavgayı Rukeli kazansa da, Cornelius aşağılanmasının intikamını almaya çalıştı ve onu bitkin düşene kadar bütün gün çalışmaya zorladı, ardından ona saldırdı ve onu kürekle öldürdü. Çingene olmasının ‘cezasını’ 36 yaşında öldürülerek ödeyen Rukeli’nin Neuengamme toplama kampında kaçırıldıktan sonra aldığı mahkûm numarası, filmin adında da kendine yer bulan 9841.

Dresden’den Sulukule’ye

Fotoğraf: Ece LatifaoğluPeki ama film hani queer temalıydı? Hani İstanbul’daki kentsel dönüşümlerle ilgiliydi? Gizem Aksu dışında üç dansçıyı daha izlediğimiz film Dresden’deki bir boks ringinde başlıyor. Kardeş Türküler’in yorumladığı, Roman havası olan ‘Şukar Şukar’ı da sık sık dinlediğimiz filmde Aksu, Rukeli’den ilhamla boks ringinde dans ediyor ve orada Rukeli’nin hikâyesi anlatılıyor. Daha sonra Berlin’e geçiyoruz. Aksu’nun bir yandan karlarla bezenmiş bir parkta sergilediği dans performansını izlerken, diğer yandan dansın kendi göç hikâyesine nasıl etki ettiğini dinliyoruz. Aksu, ‘Roman havası’ olarak bilinen dans ritminin 9/8’lik olduğunu, Rukeli’nin mahkûm numarasının ise 9 ve 8 barındırdığını hatırlatarak, filmin adına böyle karar verdiğini söylüyor.

Daha sonra İstanbul’a, Sulukule’ye geçiyoruz. Rukeli’nin büyük bir fotoğrafının şehrin sokaklarında gezdiği görüntünün ardından, İstanbul’un Çingene mahallelerindeki kentsel dönüşümleri anlatan dansçı Gizem Nalbant’ı izliyoruz. Nalbant, hem kentsel dönüşüme dair tanıklıklarını anlatıyor hem de dans ederek bu yıkıma nasıl ‘direndiklerini’ söylüyor.

Sema Semih ise trans kimliğini keşfediş sürecinde yaşadıklarını anlattığı bölümde, ‘normal’ yürüdüğünü sanırken aslında ‘kırıttığını’ ifade ediyor. Sema Semih de, tıpkı Aksu ve Nalbant gibi protest bir motivasyonla dansa tutunduğunu söylüyor.

Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü’nden tanıdığım, dansçı Banu Açıkdeniz de Türkiye’de kadınlara yönelik uygulanan şiddet ve baskıyı hatırlatıyor; dansını kadın ve LGBTİ+ karşıtı politikalara isyan niteliğinde ediyor.

Rukeli’nin hikâyesinden yola çıkarak dansın nasıl bir direniş aracı olarak kullanıldığını, yazının başında alıntıladığım Graham’in sözünü de teyit edercesine gösteren filmi bu kadar geç izlediğim için pişman, nihayet izlediğim içinse mutluyum. Film, yıl sonuna dek Mubi Türkiye’den izlenebilir, izlenmeli.

Filmden partiye

Soldan sağa: Ilgaz Yalçınoğlu, Tafida Galagel, Aslı Koruyucu ve Gizem AksuFilmin ardından Aslı Koruyucu moderatörlüğünde bir söyleşi de yapıldı. Filmin yönetmeni Gizem Aksu’nun yanı sıra Leipzig’de yaşayan oryantal dansçı Tafida Galagel ve DJ performanslarıyla bilinen, Berlin merkezli KUDUR organizasyonunun kurucu ortaklarından Ilgaz Yalçınoğlu, göç, dans ve LGBTİ+ ekseninde konuştular. Daha sonra, Tafida, o gece için hazırladığı özel bir performansla sahne aldı. Tafida’dan sonra ise KUDUR DJ’leri Ilgaz Yalçınoğlu ile Ari Kozanoğlu, hazırladıkları setle hem katılımcıları ‘kurtlarını dökmeye’ davet etti hem de dansın en kuvvetli isyan araçlarından biri olduğunu hatırlattılar.

KÜKO’nun sonraki filmi ise Burcu Melekoğlu ve Vuslat Karan imzalı ‘Mavi Kimlik’ (Blue ID). Film, 24 Ekim’de Leipzig Üniversitesi’nde, 25 Ekim’de Luru Kino Spinnerei’da, 26 Ekim’de ise Cine Ding’de izleyiciyle buluşacak.

Leipzig’e taşınmamın üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. KÜKO, Gizem Aksu, Tafida, KUDUR ve Rukeli sayesinde bu şehre biraz daha alıştım.

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema Dans



Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.