Babamın babası Tatyos da elleriyle çalışan bir insan, bir kundura ustasıymış. Ben doğduğumda emekli olmuş. O yüzden çalıştığı yeri hiç göremedim ama ellerini iyi hatırlarım. Başparmağı geniş ve güçlüydü. Çok sigara içerdi, tırnakları sigaradan sararmıştı. Ellerini kullanarak konuşan biriydi.
AYLİN VARTANYAN
Çocukken babamın ne iş yaptığını bilmezdim. Akşam eve geldiği zaman eğer uyanıksam onu karşılamak, kucaklamak, üzerine sinmiş iş kokusunu içime çekmek pek hoşuma giderdi. Babam eve girer girmez önce ayakkabılarını, sonra paltosunu ve kıyafetlerini teker teker çıkarıp ev kıyafetlerini giyerdi. Sıra ellerini ve yüzünü yıkamaya geldiğinde beni asistanıymışım gibi yanına çağırır, makine yağına bulanmış simsiyah elleri ten rengine dönüşene kadar yanı başında durmamı ve azar azar eline çamaşır tozu dökmemi isterdi. Normal sabun bu yağı çıkarmada yetersiz kalırdı. Küçük bir çocuk için büyüleyici bir dönüşümdü bu; simsiyah ellerin üzerinden kapkara yağ, is, toz, ellerimden babamın eline dökülen deterjan taneciklerinin marifetiyle kayıp giderdi. Babamla bu ritüelimiz yıllar boyu devam etti. Dolapdere’de çalıştığını biliyordum, elleriyle çalıştığını anlamıştım ama işinin tam olarak ne içerdiğini anlamakta zorlanıyordum. Tornacı, cıvata üreticisi, otomotiv yan sanayii, hepsi... ‘Piyasaya çıkmak’ terimin kullanırdı sık sık. Cuma günleri alacak toplama günüydü. Sıklıkla eve yüzü asık gelirdi. Ellerini kullanarak çalıştığı günlerin aksine, emeğinin karşılığını almak için kapı kapı dolaşmak, sevdiği bir iş değildi. Tüm bu çıkarımları babamın ellerini ve yüz ifadelerini gözlemleyerek yapabilmiştim. Yıllar içinde onun mesleğini anlayabilecek, on bir yaşında başladığı Dolapdere yolculuğunun Kartal’da bir sanayi ortamına nasıl evrildiğini bölük pörçük hikâyeler üzerinden takip edebilecektim. Hatta küçük yaşta elini tornaya kaptırdığını, bir parmağının koptuğunu, yere düşen parmak parçasını alıp hastaneye koştuğunu da duyacaktım kendisinden. Babamın ellerini çok incelerdim. O kopan parmağındaki hafif iz hâlâ gözümün önünde. O zamanlar tanışamadığım, ona ait Dolapdere dünyasından bugün bu kadar az hikâyeye vâkıf olduğum için hayıflanır dururum.
Babamın babası Tatyos da elleriyle çalışan bir insan, bir kundura ustasıymış. Ben doğduğumda emekli olmuş. O yüzden çalıştığı yeri hiç göremedim ama ellerini iyi hatırlarım. Başparmağı geniş ve güçlüydü. Çok sigara içerdi, tırnakları sigaradan sararmıştı. Ellerini kullanarak konuşan biriydi.
Annemin babası ise sobacıydı. Birkaç kere gitmişliğim vardır Dolapdere’deki dükkânına. Dışarıdan baktığınızda kolayca kaçırabileceğiniz bir kapısı vardı, çünkü yer altında bir atölyeydi. Sonraki yıllarda soba kullanımı azalınca lokantalar için havalandırma sistemleri üretmeye başladı. Kendi evine geçmeden mutlaka bizim eve uğrar, müşterisi olan lokantalardan sevebileceğimi düşündüğü yemekler getirirdi. Zare dedemin de elleri ve tırnaklarının etrafı hep siyahtı. Babamın her akşam yaptığı gibi, ellerini deterjanla yıkamasını içimden teklif etmek ister ama bunu söylemeye cesaret edemezdim. Kiliseye veya özel bir ziyarete gideceği günlerde gıcır gıcır bir palto ve tertemiz ellerle onu görmek beni mutlu ederdi.
Ailemdeki erkekler izbe atölyelerde el emeğiyle ekmeklerini kazanmaya çalışırken, eşleri, annem, anneannem ve babaannem elleriyle leziz yemekler pişirmekle, evlerini derleyip düzenlemekle, dikiş nakış işleriyle uğraşmışlar. Varlık Vergisi, Nafıa Askerliği zamanlarında babaannem ve anneannem dikiş nakış işleriyle ev geçindirmişler. Ellerinden birbirinden güzel işler çıkmış. Bereket yaratan ve dağıtan ellerinden.
2023 yılının Ocak ayında kurulan Bolis Lusadu Kolektifi’nin 29 Mayıs’ta DEPO’da açtığı, 27 Temmuz’da sona erecek olan ‘Usta Ellerin Sihri’ başlıklı sergisini gezmeye başladığım an, ellerini yakından tanıdığım aile büyüklerimin hikâyeleriyle yeniden buluştum. Önce çırak, sonra usta olan babam, ellerine yapışmış makine yağının izlerini her akşam dakikalarca yıkadığını görmemi boşuna istemiyordu diye düşündüm. Çocuk aklıyla büyülenerek seyrettiğim ellerini temizleme süreci, babamın hayatta kalmak ve ailesini hayatta tutabilmek için verdiği mücadelenin sessiz bir anlatısı gibiydi. Elleriyle konuşur gibiydi hep; bir de tenine, paltosuna ve iş kıyafetlerine sinmiş metalle karışık yağ kokusuyla. İşyerini görmesem de olurmuş. Ellerinin görüntüsü, hikâyesini aktarmak için yeterliydi.
Fotoğraf sanatı, hikâyelerin yüksek sesle anlatılmasının zor olduğu ortamlarda sessizliği veya kelimelere sığmayan anlatıları özenle karelere sığdırırken, izleyiciyi de fragmanlar hâlinde beliren hikâyeleri tamamlamak için bir içsel sürece davet eder. Bolis Lusadu Kolektifi’nin üyeleri Arman Camgözoğlu, Berge Arabian, Dikran Dülgeryan, Edmon Sefer, Garo Miloşyan, Mıgırdiç Arzivyan, Nuran Akkaya ve Sarkis Baharoğlu sergiye ve bu kitaba taşıdıkları siyah beyaz fotoğraflar üzerinden, bizleri elleriyle çalışıp üreten ustaların, emekçilerin karanlıkta kalmış dünyasına bakmaya davet ediyor. ‘Lusadu’, ‘ışık veren, ışığın kaynağı olan’ demek. Ustaların çoğunlukla karanlık atölyelerde, el emeğiyle ortaya çıkardıkları işler Bolis Lusadu fotoğrafçıları aracılığıyla gün yüzüne ulaşıyor. Hayata tutunmanın neye tekabül ettiğini çok iyi bilen eller, ‘ışık’la buluşuyor. Bu fotoğraf seçkisiyle sadece ustaları ve yılların emeğiyle devam ettirdikleri atölyeleri değil, unutulmanın boşluğuna düşmekte olan meslekleri de yeniden hatırlıyoruz. Kuyumcu, gümüşçü, cilacı, tabelacı, tornacı, demirci, terzi, saat tamircisi, dökümcü, balıkçı, kitap restoratörü, diş teknisyeni, berber, marangoz, kaligrafi ustası, kamacı, yay ustası, döşemeci, manken imalatçısı, çinici, çantacı, bobinaj imalatçısı, kakmacı, kunduracı, vitrinci, şapka imalatçısı, nakış ustası, vana imalatçısı, otomobil tamircisi, kırktan fazla ustayı, adını ve varlığını neredeyse unuttuğumuz mesleklerini icra ederken verdikleri görüntülerle peş peşe izlemek, çocukluğumdan beri hep merak ettiğim ama ziyaret etme şansını pek bulamadığım atölyelerde gezdiriyor beni. Kâh ellerindeki işe odaklanmış şekilde, kâh elleriyle ürettiği ürününü gururla sergilerken görülüyorlar bu karelerde. Sanki bazısı ellerini kameradan kaçırmayı tercih etmiş. Çoğunluğu erkek olan ustalardan oluşan seçkide diş teknisyeni, nakışçı, terzi ve şapkacı, dört kadın ustaya da rast geliyoruz. Ermeni toplumunda ustalık kadınlara pek atfedilen bir unvan değil. Zanaatını ev emeğinin ötesine taşımış dört değerli kadın ustayı iş başında görmenin ayrı bir etkisi var. Kaybolmakta olanı korumaya çabalamanın ne anlama geldiğini iyi bilen Ermeni ustaların karelerdeki genel yalnızlığı karşısında hüzünlenmemek, mesleklerinin son icracıları olabilecekleri düşüncesine kuvvetli bir itiraz duymamak çok zor. Bir yandan da sergiyi gezecek veya bu kitabı okuyacak genç kuşakların bu meslekleri devam ettirmeye özenebilecekleri ihtimali aklıma düşüyor. Benim gibi bir sürü izleyenin iç dünyasında, ailelerinde ellerinin bereketiyle hayatlarını idame ettiren üyelerle ilgili farklı çağrışımlar açığa çıkabileceğini de hayal ediyorum.
Zanaat yoluyla, görünmeyen görünür hâle gelir. Ellere atfedilen sihir belki bununla da ilgilidir. Kolektif üyelerinin dikkatli ve yargısız bakan gözleri ve elleriyle ortaya çıkan bu fotoğraf kareleri Ermeni toplumunun belleğinde zamansız bir görsel arşiv olarak çok değerli bir yere oturacak.
Gündelik hayatın akışında varlığını hep bildiğimiz ama yeteri kadar değer atfetmediğimiz ustalarla işlerinin başında buluşup onları seyirciyle buluşturdukları için Bolis Lusadu Kolektifi’nin fotoğraf ustalarına çok teşekkürler.