Bir önceki yazımda, Resim Heykel Müzesi ve müzenin eski yerinde açılan Millî Saraylar Resim Müzesi hakkında kısaca bilgi vermiş, günümüze hangi yollardan geçerek geldiklerinden bahsetmiştim.
1937’de, eski tabelasında belirtildiğine göre “Atatürk’ün emriyle” kurulan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, 2012’de Dolmabahçe Sarayı’ndaki Veliaht Dairesi’nden, Meclis Başkanlık Divanı tarafından çıkarıldı; dokuz yıl kapalı kaldıktan sonra, 2021 yılı sonunda Karaköy’deki yeni binasında açıldı. Müze 1937’de açıldığından beri çeşitli nedenlerle birçok kez kapandı. Ancak dokuz yıl, bir müzenin yeri olmadan, kapalı beklemesi için uzun bir süre; bu sürede izleyiciyle etkileşimde, canlı kalmak yoğun kurumsal çaba gerektiriyor. Taşınırken büyük kısmı müzenin şimdiki yerinde inşa edilen bir depoya kaldırılan koleksiyon, deponun yanına yeni bir binanın inşa edilmesinin ardından müze tekrar açıldı, ancak yeniden kamuya açılma süreci gerekli şeffaflıkla yürütülmedi. Gölgede kalan bu sürece ışık tutmak, müzeciliği ve ‘üniversite müzesi’ kavramını irdelemek için, Resim Heykel Müzesi’nin danışmanlığından kuruluş sürecinde istifa eden küratör Vasıf Kortun ile konuşacağız.
Resim Heykel Müzesi ile Akademi arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?
Müzenin 1937 kuruluş belgesinde dört temel ilke var: Toplama, sergileme, araştırma ve eğitime katkı sağlama. Bunlardan son ikisi Akademi ile örtüşüyor. Belgede, müzenin kurulmasının amacı “Şimdiye kadar dağınık bir hâlde bulunan Resim ve Heykel eserleriyle, muhtelif sergilerde yeniden alınacak sanat eserlerini bir araya toplamak, Bu eserleri daimi surette teşhir ederek halkın sanat terbiyesine hizmet etmek, Resim ve Heykel tarihine ve bilhassa Türk ve Resim Heykel tarihine ait tetkikleri kolaylaştırmak, Güzel Sanatlar Akademisi Resim ve Heykel tedrisatına yardımda bulunmak” şeklinde ifade ediliyor. Dolayısıyla, prensipte müzenin Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı olması, etkin bir eğitim aracı olarak akademik bir kapasiteden beslenmesi gayet olumlu. Her ne şekilde olursa olsun, müzenin açılmış olması, eserlerin sonunda gün yüzüne çıkmış olması önemli. Bunu dert edinmiş bir rektör var. Ama, müze ile üniversite arasındaki ilişki henüz sorgulanmadı. Müzenin, üniversiteye bağlı ama üniversiteden bağımsız bir yapıya kavuşması gerekiyor.
Üniversite müzesinin diğer müzelerden farkı nedir? Sizce Türkiye’de iyi üniversite müzesi örneği var mı?
Hayır, Türkiye’de üniversite müzesinin nasıl olması gerektiğini idrak eden bir kurum da yok. Mimar Sinan Üniversitesi bağlamında, istatistik çalışan öğrencilerin, örneğin izleyici katılımı üzerinden neyi eksik yaptığımızı analiz etmeleri; felsefe, sosyoloji, edebiyat gibi bölümlerin farklı okumalar getirmesi; tarih ve sanat tarihi öğrencilerinin bizzat orada eğitim görmesi ve koleksiyonun eğitsel envanter olarak değerlendirilmesi; tasarım, mimari, iç mimari bölümlerinin sergileme yöntemleri ve mekanizmaları geliştirerek, sinema-TV öğrencileriyle birlikte görsel tasarım ve iletişim bağlamında katkı vermeleri — tüm bunların, müzenin hakiki bir bilgi üretim ortamı olmasına, öğrencilerin pratik ve teorik eğitimlerine muazzam yararı olabilir. Sanat, fotoğraf bölümlerini saymıyorum bile, zira bunlar doğal işbirliği özneleri.
Müzeyi öncelikle içeriden canlandırmak, öğrenmeye vesile olan, yaşayan bir yer olarak biçimlendirmek gerekiyor. Koleksiyon bu eğitimin tam da merkezinde. Sanat tarihini dar bir okumayla bir resim ve heykel silsilesi olarak değerlendirmeyip, sanatın, ona eşlik eden toplumsal ve diğer ilişkilerin eşliğinde okunmasını sağlarsanız, tüm bölümlerin çorbaya katkısı net olarak beliriyor. İkinci katman, müzenin kamu programları, enformel eğitim fırsatları oluşturması. Burada üniversitenin kapasitesinden yararlanmamak müsriflik olur. Üçüncüsü, kamuyu müzenin parçası hâline getirecek modellemeler yapmak. Bu da bir süreç ve devamlılık talep ediyor, bu modellerin bazıları karşılık bulmayabilir ki bu çok doğal. ‘İzleyici’ beklemek yeterli değil. İzleyicinin katılımcıya, katılımcıların müze elçilerine, ardından müze bileşenlerine dönüşmesine vesile olmamız lazım. Bu karşılıklı bir ilişkidir, kamusallığı insanların zihninde kurmanız lazım. Programlarınızı eleştirecek, onlara iştirak edecek açıklığı görmeliler. Eleştiri teşvik edilmeli. Başka türlü kurumsallaşılamaz. Kime hizmet verdiğimiz, nelerden sorumlu olduğumuz gayet net olmalı.
Türkiye Modern Sanat Müzesi’nin Dolmabahçe Sarayı’nda bulunması ne ifade ediyor(du)? Türkiye modern sanatı
Müzen
Günümüze gelecek olursak, sizce Türkiye’de çağdaş sanat aktörlerinin Resim Heykel Müzesi ile ilişkisi nasıl, ve nasıl olmalı? Bu ilişkinin geliştirilmesi için neler yapılabilir?
Bir ilişki olduğunu sanmıyorum. Dediğim gibi, bu inşa edilmesi gereken bir bağlantıdır ve bu bağlantıyı başarılı ve sürekli kılacak çok yöntem var. Yalnız, şunu unutmayalım, bu aslen Türkiye modernine dair bir koleksiyondur. İstanbul’da birçok güncel sanat müzesinin ve kurumunun neredeyse yirmi yıldır
Resim Heykel Müzesi’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
İyi kötü bir mekân var ve müze artık açık. Bu yer İstanbul’un kültür hattında, kamu erişimi kolay bir yerde; İstanbul Modern’e, Salt Galata’ya, Galata Rum Okulu’na, galerilere iki adım. Eğer yeni bir yapılandırmayla özerkleşir, bürokratik engeller aşılır, kamu yararı gözetilerek şekillendirilirse bir geleceği var. Orada geçirdiğim altı ay içinde öyle garabetlere şahit olduk, Kafkaesk şeyler gördük ki umudumu kaybetmiştim. Bunların kimilerinin giderildiğini sanıyorum ama sıkıntı kaynağında çözülemediği için kişilerin iyi niyetine bağlı bir operasyon sürüyor. Bu da kurumun geleceği için yeterli bir güvence değil.