İstanbul Resim ve Heykel Müzesi hafızasını arıyor

Yaz sezonunda çoğu sanat mekânında yeni sergi açılmadığı ve sıcaklarda bebekle dolaşmak zor olduğu için bir süredir sadece ulaşımı kolay olan, klimalı müzeleri ziyaret ediyorduk. Yıllarca Anadolu tarafında yaşadıktan sonra Avrupa yakasına taşınmanın en büyük avantajı sanat mekânlarına yakınlaşmak oldu. Avrupa yakasındaki bu bariz yoğunlaşmayı, sanatın merkezileşmesi, çoğu müzenin bu yakada bulunması ve yerli-yabancı turistler için bu yakanın daha güçlü bir çekim merkezi olmasıyla açıklanabilir. Bu yazıda, yıllarını ‘var ama yok’ olarak geçiren, ‘hafızasızlaştırma’ mağduru İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ile, onu Dolmabahçe Sarayı’ndaki yerinden ederek açılan Millî Saraylar Resim Müzesi’nden bahsedeceğim.

Sanat eğitimi aldığım dönemde kapalı olan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi hakkında o kadar az şey biliyordum ki... O zamanlar müzenin yokluğunun öğrenci çevresinde kanıksanmış olduğunu, hatta birçoklarının böyle bir müzenin varlığından bihaber olduğunu şimdi fark ediyorum. Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde yer alan müzenin eski yerinin önünden geçerken, kullanılmamaktan görünmez olmuş bir kapısı olduğunu hayal meyal hatırlıyorum. Bir sanat öğrencisinin Türkiye sanat tarihinden eserleri, yaşadığı şehrin müzesinde yakından inceleme şansı varken bu işleri sadece ekrandan görebildiğini, bu eserlerin orijinallerinin ise, kamusal olması gerektiği hâlde karanlıkta, gizli tutulan bir müze koleksiyonunda beklediğini düşünün…

Niye kapalı bekliyor, neden kimse bu müzeden bahsetmiyor, koleksiyonlarında neler var, hangi koşullarda saklanıyorlar gibi soruları o zamanlar sormamış olmamız, ‘gençlerin ilgisizliği’nden öte, bir hafızasızlaştırma projesinin neticesi. (Aslında bu sorular sanat çevrelerince sorulmuş, biz öğrencilik döneminde uzak kalmışız.) Müzenin geçirdiği badireleri, unutulduğu yılları, 1937’de Dolmabahçe Sarayı’ndaki Veliaht Dairesi’nden Meclis Başkanlık Divanı tarafından 2012’de neden ve nasıl atıldığını, Akademi’nin ‘koleksiyonu koruma’ bahanesiyle erişime kapalı tuttuğu, yılan hikâyesine dönen tarihini netlikle aktaran, Ayşe H. Köksal’ın ‘Resim Heykel Müzesi: Bir Varoluş Öyküsü’ başlıklı kitabını (İletişim Yay., 2021), konuyu merak edenlere şiddetle öneririm. Müze-devlet-ulus ilişkisinin yanı sıra, müzenin kapatılmasının ve yerinden edilmesinin nelere yol açtığının anlatıldığı kitapta, benim burada kısaca değineceğim meseleler ayrıntılı şekilde sorgulanıyor.

“Derin uykularında yatan sanat eserleri”Resim ve Heykel Müzesi Veliaht Dairesi’ndeyken çekilmiş bir fotoğraf. Tabelada “Atatürk’ün emriyle 1937’de tesis edilmiştir” yazıyor. Fotoğraf: Wikipedia

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin (İRHM), Osmanlı Sarayı’nın nadire kabinelerine (padişahlarının savaş ganimeti olarak, hediye olarak veya satın alarak edindiği zırhlar, silahlar, değerli eşyalar, doldurulmuş kuşlar, hayvan boynuzları nesnelerin kategorize edilmeden saklandığı odacıklar) dayanan hikâyesi, Avrupa’daki öncüllerinde olduğu gibi ulus-devlet inşası sürecinde başlıyor. Tarihyazımında ve modernliğin inşasında önemli rol oynayan, kurulduğu 1937 yılından itibaren farklı nedenlerle defalarca kapatılan, bulunduğu Veliaht Dairesi’ndeki restorasyon çalışmaları nedeniyle uzun yıllar kapalı bekleyen müze, yerinden edildikten sonra, 2021’in Aralık ayında, Karaköy Limanı’ndaki 5 numaralı Antrepo binasında tekrar açıldı. Bina, bir kentsel dönüşüm projesi olan Galataport’un bir parçası olarak, müzeye dönüştürülmüştü.

Sanatçı arkadaşlarımın çoğu, açılalı neredeyse iki yıl olmasına rağmen müzeye adım atmamış. Ben de ilk kez birkaç hafta önce gittim; koskoca müzede uzun süre sadece biz ve biletlere bizden iki kat fazla ücret ödeyen yabancı turist bir aile vardı. Özdemir Altan’ın, 1997’de ‘Sanat Çevresi’ dergisinin konuyla ilgili dosyası için kaleme aldığı yazıda yer alan, Köksal’ın kitabında alıntıladığı şu tanımlama maalesef hâlâ geçerli: “... ancak bir mezarlıkla kıyaslanabilecek sakinlikte, hareketsiz ve vakur bir mekânda, hûşû içinde, derin uykularında yatan sanat eserleri.” Hemen yanındaki İstanbul Modern ziyaretimizde büyük bir kalabalık gördükten sonra, müzede karşılaştığımız boşluk daha da çarpıcı oldu. Yazın ortasında üşümemize neden olan, belki eserlerin muhafazası için gereken soğuk hava, eserlerin ‘donmuş’ olduğu hissini güçlendiriyordu. Peki, bu müze neden hâlâ fark edilmiyor? Türkiye’deki çağdaş sanat ortamı kendi modern sanatını neden ‘sahiplenmiyor’? ‘Sahiplenmek’ten kastım olduğu gibi kabullenmek değil elbette; iletişimde kalmak, sorgulamak ve eleştirmek.

Müzenin açılmasının üzerinden neredeyse iki yıl geçmiş olmasına rağmen kurumsallaşmayla ilgili ciddi eksiklikleri olduğunu gördüm. Müze deneyimi, müzenin kapısından girmeden önce başlar ve içeride devam eder, pekişir. İRHM’de, bilet gişesine o an geçici olarak baktığını tahmin ettiğim bir görevli, talep etmemize rağmen bilet bile vermeden bizi boşluğa bıraktı. Daha önce herhangi bir müzeden, elimde yalnızca bir kasa fişiyle ayrıldığım olmamıştı. Hafıza nesnesi olarak sakladığım müze biletlerini düşününce, yerinden edilerek hafızasızlaştırılmış bir müzede böyle bir eksiklik olması bence talihsiz ama tutarlı bir durum. Hangi katta ne sergilendiğine dair yönlendirici bir bilgi bulunmaması da şaşırtıcıydı. Kattaki eserlerin güvenliğinden sorumlu bir görevli, tabela eksikliğine kendisinin de anlam veremediğini belirterek, işi olmamasına rağmen, bize diğer katlardaki sergiler hakkında bilgi verdi. Müzedeki eser aydınlatmaları duvarda asılı resimlerin parlamasına ve daha donuk görünmelerine neden oluyordu. Bu sorunların bir kısmı ödenek eksikliğinden kaynaklanıyor olabilir, ancak yönetimsel bir boşluk olduğu da aşikâr. Özel sektöre, bir aileye veya bankaya ait olmayan böyle bir koleksiyonun kamuya açık olması gayet olumlu bir durum ama müzenin çağa ayak uydurması için, sosyal medya hesabını aktif tutmanın ötesine geçip, düzeltmesi gereken çok şey var.

Hafızasızlaştırma darbesiMillî Saraylar Resim Müzesi. Fotoğraf: Neslihan Koyuncu Bali

Gelelim Millî Saraylar Resim Müzesi’ne... Buranın hikâyesi Osmanlı geleneğini savunan Millî Saraylar ile Atatürk’ün emriyle açılan modern sanat müzesini savunan Akademi arasındaki gerilime dayanıyor. 1980 sonrasında, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nin yönetimindeki İRHM, kurulduğundan beri bulunduğu Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi çökme nedeniyle onarıma ihtiyaç duyunca, bunun için yeterli ödeneği olmayan Akademi, Millî Saraylar Dairesi’nden destek bekliyor. Ancak müzenin koleksiyonunda yer alan modern işlerin tarihî Osmanlı sarayında sergilenmeye uygunluğuna dair endişeler, onarım işinin sürüncemede kalmasına neden oluyor, hatta defalarca, koleksiyonun başka bir yere taşınması ve müzenin bu yapıdan çıkarılması için girişimde bulunuluyor. Akademi ise Paris’teki Louvre ve Amsterdam’daki Rijksmuseum gibi, modern sanat müzelerine dönüştürülmüş tarihî binalara referansla, Dolmabahçe’de kalmak için uzun süre direniyor. Hatta 2006’da, ‘geçici bir süreyle’ kapatılıp restore edilmeye başlıyor. Fakat devletin kültür politikasındaki birtakım değişiklikler sonucunda, Millî Saraylar Dairesi, bitmek üzere olan restorasyonu onaylamıyor; bu iki yıllık sürüncemede, onarılan yerler bile tekrar çökmeye başlıyor. Ve Türkiye’de başka yerinden etme vakalarında da görüldüğü gibi, kötüleme ve protokole uydurarak el koyma yoluna gidiliyor. Bu çöküşün nedeni Millî Saraylar’ın bitmek üzere olan işi tamamlamaması değilmiş gibi, Milliyet gazetesinde, bakımsızlıktan Akademi’yi sorumlu tutan bir haber yayımlanıyor. Ardından Meclis Başkanlık Divanı müzeye tahsis edilen tarihî yapının çürümeye bırakıldığına dair bir rapor çıkarıyor ve 2012 yılında, Veliaht Dairesi’nin tahsisi Akademi’den alınıyor ve İRHM buradan atılıyor.

İki yıl sonra, 2014’te, Millî Saraylar kendi envanterinden eserlerle Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nde Millî Saraylar Resim Müzesi’ni açıyor. Veliaht Dairesi’nin, mekân onarılamadığı için değil, sahibi değişmesi gerektiği için tamamlanmadığı da bu şekilde ortaya çıkıyor. Yani onarıma ihtiyaç duyan tarihî yapı, Türkiye’nin modern sanat koleksiyonu için değil, saray koleksiyonu için uygun hâle getiriliyor. Köksal bu olayı Türkiye’nin modern sanat müzesine ve tarihine bir darbe ve sanatın muhafazakârlaşmasına dair önemli adımlardan biri olarak değerlendiriyor. Henüz Resim ve Heykel Müzesi yeni yerinde açılmamışken, Millî Saraylar Resim Müzesi yenilenerek 2021’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından tekrar açılıyor.

Bebek arabası yasağıMillî Saraylar Resim Müzesi’nin bebek arabası park yeri. Fotoğraf: Neslihan Koyuncu Bali

Bu ‘yılan hikâyesi’nden bihaber gittiğim Millî Saraylar Resim Müzesi’ne ziyaretim çok olumsuz başladı, çünkü sarayın taşlı yollarından bebek arabasıyla zar zor ulaştığım kapısında öğrendim ki müzeye bebek arabası sokmak yasak. Herhâlde bebek arabasının bir aksesuar olduğu düşünülerek böyle gelişigüzel bir yasak konmasına inanmakta zorluk çeksem de bebek arabasını kapatıp, emniyetli ve hijyenik olması için, güvenliğin arka tarafındaki boş yere bırakmak isteyince “İçeri sokmak da yasak” lafını işittim. Güneşin altına, binanın önüne bırakmamı önerdiler. Çalınsa mesuliyet almayacaklarından emin olsam da, sırf bu kadar yolu gelmişken müzeyi göreyim diye, öyle yaptım. Ancak şunun söylenmesi gerekiyor: Eğer tarihî bir yapıda müze açacaksanız, zemin bebek arabası kullanmaya uygun değilse, o müze açılmaya da uygun değildir. Benim bebeği kucağımda taşıma şansım vardı, peki tekerlekli sandalye kullanan kişiler nasıl gezecek müzeyi? Avluda erişime kapalı, yeni yapılmış bir asansör de bulunuyor; demek ki binanın bebek arabasına uygun olmaması merdivenle ilişkili değil.

Sonuçta dokuz kiloluk Defne’yi desteksiz bir şekilde kucağımda taşımak durumunda kaldığım için müzeyi çok hızlı gezdim. Bebekli kişilere yönelik ayrımcılık son derece rahatsız edici olsa da, müzede tabloların profesyonel mercekli aletlerle aydınlatılmasından, loş ışığın ve saray süslemelerinin oluşturduğu ambiyanstan, şahane natürmortlar ve ilk defa gördüğüm Félix-Auguste Clément’in ‘Gatah Çölü’nde Prens Halim’in Ceylan Avı: Tazı Payı’ adlı Türkiye’nin en büyük Oryantalist tablosundan etkilenmeme engel olamadı. Bu mekânın layıkıyla onarılarak, hayal edildiği gibi bir modern sanat müzesine dönüşmüş hâli nasıl olurdu acaba? İRHM yerinden edildikten sonra yeni büyük bir binaya kavuşmuş olsa da, belki uzun yıllar kapalı kalarak unutulduğu, belki yerinden edilerek hafızasından koparıldığı için, cansızlığı geçmemiş, yeni bir soluk kazanamamış gibi duruyor. Soğuk ve ıssız görüntüsüne rağmen Türkiye’de modern sanat alanının büyük değer taşıyan eserlerine ev sahipliği yapıyor ve sırf o eserleri yalnız bırakmamak için olsa bile ziyaret edilmeyi ve sahiplenilmeyi hak ediyor. Ayşe Köksal’ın belirttiği gibi, “Modernizmin ötesine onu tanıyamadan ve onunla hesaplaşmadan geçmeye çalıştıkça, sanatın içi boşalıyor.” Türkiye’de çağdaş sanat alanının birbirinin kopyası işler üreten genç kuşak temsilcilerinin, yoksun oldukları bu hafızaya temas etmeden özgünleşmeleri mümkün değil; İstanbul’daki modern sanat müzesi, bu hesaplaşmayı yapmak için çok uygun bir durak.



Yazar Hakkında