Lemkin, Holokost sırasında annesi ve babası dâhil ailesinden kırk dokuz kişiyi Treblinka toplama kampında kaybetmişti. Muhtemelen bu travmadır, Lemkin’in ırkçılığa ve soykırıma karşı verdiği mücadelede enternasyonalist kalmayı sürdürme nedeni. Ancak yıllar sonraki çeşitli beyan ve yazılarından öğrendiğimiz üzere Lemkin'in ‘soykırım’ terimini yaratmasına neden olan şey daha çok, 1900’lerin başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda Anadolu Ermenilerine karşı uygulanan katliamlar ve 1932-33 yıllarında da Stalin’in Ukrayna ve Kuban bölgesinde sunî olarak yarattığı ve yaklaşık 8 milyon insanın öldüğü -Holodomor- kıtlık politikasıdır.
Birleşmiş Milletler'de ‘Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin kabulü için büyük çaba gösteren ve sözleşmenin taslağını hazırlayanlar arasında bulunan Raphael Lemkin'in otobiyografik notları, Donna-Lee Frieze tarafından yıllar süren bir çabayla yayına hazırlandı. Kitap "Tamamen Gayriresmi" başlığıyla ve Dario Navaro çevirisiyle Belge Yayınları tarafından yayınlandı. Attila Tuygan kitap hakkında bir tanıtım yazısı kaleme aldı.
“Berlin’de yaşayan Soğomon Tehliryan adlı genç, soykırıma tanıklık etmiş biri olarak intikam ateşiyle yanıyordu. 1921 Mart’ında bu fırsatı yakaladı ve Almanlara sığınmış Talat Paşa’nın arkasından yaklaştı, omzuna dokundu ve yüzünü döndüğünde tabancasını ateşledi: ‘Bu, ailem için.’ Sonrasında da kaçmaya çalışmadı; Alman polisi tarafından derhal tutuklandı ve mahkemeye çıkartıldı."
"Bu eylem, I. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda, Soykırım’ın örgütlenmesinden sorumlu olanları öldürmek üzere düzenlenen Nemesis Operasyonu’nun bir parçasıydı. Buna göre, Berlin’e kaçmış bulunan ‘bir numara’ Talat Paşa’ya suikast için Tehliryan gönderilmişti. Tehliryan, Erzincan doğumluydu ve tehcir sırasında annesinin kurşunla vurulmasına, kız kardeşlerinin tecavüze uğramalarına ve erkek kardeşinin baltayla kafatası yarılarak katledilmesine tanık olduğunda daha 19 yaşındaydı. Kendisi de vurularak bilincini kaybetmiş ve birkaç saat sonra cesetlerle dolu bir açık alanda uyanmıştı. Duruşmalar sırasında Aram Andonyan belgeleri kanıt olarak sunulurken, savaş sırasında Ermeni Soykırımı'nı belgeleyen Alman oryantalist Johannes Lepsius ve Osmanlı İmparatorluğu'nun askerî danışman ve komutanı olarak görev yapmış Alman generali Otto Liman von Sanders tanık olarak çağırıldı. Duruşma, İttihatçıların suçları ve Almanların suç ortaklıklarıyla ilgili tartışmaları alevlendiren siyasî bir gösteriye dönüştü. Duruşma sırasında Tehliryan şunları söyledi: ‘Bir adam öldürdüm, ama ben bir katil değilim.’ Sadece iki gün sürdü duruşma. İkinci günde, bir saatlik bir müzakereden sonra jüri, suçunu itiraf etmesine rağmen Tehliryan'ı beraat ettirdi.”
Yukarıdaki satırları, Belge Yayınevi’nin, geçtiğimiz günlerde, Dario Navaro’nun çevirisi ve Sait Çetinoğlu’nun Önsöz’ü ile çıkarttığı Tamamen Gayrıresmi/Raphael Lemkin’in ve Soykırım Sözleşmesi'nin Otobiyografik Anlatısı adlı kitabın arka kapağı için hazırlamıştım, ancak alan sıkıntısı nedeniyle kısaltarak kullanmıştık.
Tehliryan’ın Talat Paşa suikastı, Lvov Üniversitesi öğrencisi Raphael Lemkin’in dikkatini çekmişti. O, bu olayda suikastçının değil, suikasta uğrayanın yargılanması gerektiğini düşünüyordu. Fikrini danıştığı Profesörü, devlet egemenliğine atıfta bulunarak, Ermenilerin Osmanlı tebaası olduklarını ve devletin onlara öldürmek de dâhil, istediği her şeyi yapabileceğini ileri sürüyordu: “Tavukları olan bir çiftçinin durumunu düşünelim. İşi onları öldürmektir. Bizi ilgilendirmez. Eğer müdahale edersen bu, hakkına tecavüz olur… Dolayısıyla bir ülkenin iç işlerine müdahale ettiğinde, o ülkenin hükümranlığını ihlal edersin.” Lemkin şaşkına uğramıştı bu söylem karşısında. “Tehliryan'ın bir adamı öldürmesi suç ama bir zalimin bir milyondan fazla adamı öldürmesi bir suç değil! Bu, çok saçma bir şey. Egemenlik, milyonlarca masum insanı öldürme hakkı olarak düşünülemez” demişti. Aslında bir noktada birleşiyorlardı; Ermenileri koruyacak hiçbir uluslararası hukuk yoktu.
Yıllar geçmiş ve II. Dünya Savaşı sırasında ABD Savaş Bakanlığı'nda danışmanlık da yapan aynı Lemkin, bir nüfusu kasıtlı ve sistematik olarak yok etmeye yönelik çabayı tanımlayan ‘jenosit’ (soykırım) teriminin ‘babası’ ve 'soykırımı önleme ve cezalandırma’ kavramının öncüsü olmasının yanında, dünya kamuoyunu bu konuda tek başına uyaran kişi olarak da 20. yüzyılın en önde gelen uluslararası hukukçularından biri olmuştu.
Lemkin’in yaşadıkları ve gördükleri
Lemkin Holokost sırasında annesi ve babası dâhil ailesinden kırk dokuz kişiyi Treblinka toplama kampında kaybetmişti. Muhtemelen bu travmadır, Lemkin’in ırkçılığa ve soykırıma karşı verdiği mücadelede enternasyonalist kalmayı sürdürme nedeni. 1948’de, ısrarlı tartışmaları yüzünden, koridorlarında çoğu zaman sosyal olarak görmezden gelindiği BM’de ‘Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin kabulü için bir başına lobi yapmasının ve sözleşmenin taslağını hazırlayanlar arasında bulunmasının altında yatan bir muharrik güç de bu olsa gerektir diye düşünebiliriz; ancak yıllar sonraki çeşitli beyan ve yazılarından öğrendiğimiz üzere Lemkin'in ‘soykırım’ terimini yaratmasına neden olan şey Holokost değil; daha çok, 1900’lerin başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda Anadolu Ermenilerine karşı uygulanan katliamlar ve 1932-33 yıllarında da Stalin’in Ukrayna ve Kuban bölgesinde sunî olarak yarattığı ve yaklaşık 8 milyon insanın öldüğü Holodomor kıtlık politikasıdır.
Bununla birlikte, Lemkin, iki savaş arası dönemde hâlâ ‘barbarlık’, ‘vandalizm’ ve ‘terörizm’ gibi terimleri kullanıyordu. ‘Soykırım’ terimini ilk kez 1943'te yazdığı ve 1944'te New York'ta yayınlanan Axis Rule in Occupied Europe adlı kitabında kullandı. Böylece, Winston Churchill'in 1941'de ‘adı olmayan bir suç’ diye tanımladığı vahşet olaylarına Lemkin, hayatı boyunca yaptığı gözlemler sonucunda son derece uygun bir ad koymuştu.
Ayrıca, yeni bulunan bir CBS Interview TV bandında gördüğümüz üzere, 1949’daki bir röportajda Lemkin, soykırımla ilgisinin nasıl başladığını anlatmıştır: “Soykırımla ilgilenmeye, Ermenilere olanlardan sonra başladım. Daha sonra Ermeniler Versay Konferansı’nda büyük haksızlığa uğramışlardı, çünkü canileri soykırım suçlusu olarak cezalandırılmamışlardı. Bir avukat olarak, bir suçun kurbanlarca değil, bir mahkeme tarafından hukuk zemininde cezalandırılması gerektiğini düşünüyordum.” Bu bant büyük tarihî değer taşımakta ve Lemkin’in Ermenilere yönelik trajediden nasıl etkilendiğini kendi dilinden aktarmaktadır. Lemkin’le yapılan bu röportajı ve beraberindeki film karelerini gören birinin, Ermenilere yönelik kitlesel cinayeti tanımlayacak en uygun terimin soykırım olduğuna kuşku duymaz.
Yalnız öldü
Özetleyecek olursak, 'soykırım' terimini icat eden ve dünyayı bu 'suçların suçu' konusunda uyaran kişi olarak bilinen Lemkin hakkında İngilizce, Lehçe, Fransızca ve diğer dillerde yazılmış yüzlerce makale, on kadar biyografi ve en az iki tiyatro oyunu vardır. Adını taşıyan büyük müze sergilemeleri ve akademik konferanslar yapılmaktadır. Google'da ‘Raphael Lemkin’ adıyla yapılan basit bir arama bile 200.000'i çok aşkın sonuç verir. Çok sayıda ödül sahibi olmuş ve biri Winston Churchill tarafından olmak üzere on kez Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilmişse de, 1959 yılında 59 yaşında New York cemaatinin yoksul bir üyesi olarak ölmüş ve cenazesine sadece yedi kişi katılmıştır.
Lemkin yalnız ve yoksulluk içinde ölmüş olsa da, ardında mücadele dolu bir yaşam modeli, uluslararası hukuka önemli katkılarda bulunan bir miras ve yayınlanmamış bir otobiyografi bırakmıştır. Polonya'da küçük bir çiftlikte geçen çocukluğundan, Nazi işgali sırasında Litvanya ve Letonya üzerinden İsveç'e cesurca kaçışına; Sovyetler Birliği, Japonya ve Kanada üzerinden gittiği Amerika’da bir akademisyen, bir düşünür ve uluslararası hukukun saygın bir avukatı olarak gelişiminden otobiyografisinin yayınlanması için koşuştururken kalp krizi geçirerek ölmesine uzanan yaşamına ayna tutan elyazmalarını temel alan Donna-Lee Frieze'nin Tamamen Gayriresmî'sinin yayınlanması, Lemkin’in bazı mektuplarına not düştüğü ifadeyle ‘soykırıma karşı dünya hareketinin kurucusu’nu, ölümünden bunca yıl sonra daha iyi tanımamız için önemli bir olaydır. Bu kitapla birlikte Lemkin'in mücadele ve hastalık yıllarına uzanan yaşam öyküsünü ve bu sayede amansız saplantısının kapsamını ve siyasi hedefini daha iyi kavrayabileceğiz.