2021 yılında Ermeni kadınların biraraya gelerek kurduğu Parrhesia Kolektifi, yazılarıyla artık Agos'ta. Kolektif, 15 günde bir Parrhesiapar köşesiyle bizimle olacak. İlk yazı Aylin Vartanyan'dan,.
Parrhesia Kolektifi 2021 yılında pandemi sürecinde farklı iletişim modelleri üzerinden bir arada olmanın yollarını keşfettiğimiz bir zamanda kuruldu. Sosyal medya üzerinden sömürgecilik, toplumsal cinsiyet ve zamansallık konularına eğilerek başlayan paylaşımlarımız zaman içinde webinarlara taşınan söyleşilere evrildi. Bu ilk yazımızda kolektif olarak, 16 Aralık 2022’de Açık Radyo’da yayınlanan ‘Hikâyenin Her Hâli’ programında yaptığımız paylaşımlar üzerinden, hem kolektifin üyelerini tanıtmak hem de kolektif ruhunun her bir üyemizde nasıl yankılandığını paylaşmak istedik. ‘Kolektif’ kelimesinin etimolojisine baktığımızda “çok sayıda bireyden oluşan bir bütünü tekil bir biçim altında ifade etme” açıklamasını buluyoruz. Parrhesia Kolektifi tarih, sosyoloji, mimarlık, sanat, dans, eğitim, felsefe gibi alanlarda çalışan kadınlardan oluşuyor. Her birinin kolektifteki varlığı farklı motivasyonlara dayansa da, Talin Suciyan’ın da belirttiği gibi “hepimiz belli oranda aidiyetsizliklerimizi, havada kalmışlıklarımızı birbirine bitiştiriyoruz ve bir ağ oluşturuyoruz. Ve bu ağ bizi tutuyor.”
Kolektif için, Ermenicede entelektüel bir etkileşim alanının yaratılması öne çıkıyor. Üyelerimizden Lübnan’da yaşayan Araz Kojayan’ın varlığı ve katkıları çok değerli. Araz’ın Batı Ermenicesine hâkimiyeti kadar bizleri toplantılarımızda Ermenice tartışmaya ve fikir üretmeye davet etmesi çoğumuzu tatlı bir şekilde zorluyor ve aynı zamanda mutlu ediyor. Sesil Artuç’un da belirttiği gibi, “Ermeniceyi yaşatabileceğiniz, daha önemlisi Ermenice yaşayabileceğiniz ve Ermeniceyle var olabileceğiniz, üstüne üstlük edebiyat ve Ermeni tarihi ve bunlardan da öte sosyal bilimler, felsefe gibi alanlarda tartışma yürütebileceğiniz çok fazla kamusal alan, malum sebeplerden ötürü maalesef yok. Ermenice dilinde üretim yapmanın politik bir anlam ihtiva ettiği fikrine katılıyorsanız, Parrheisa’nın önemli bir alan olduğunu söylemek mümkün.” Tamar Gürciyan da Ermenicede entelektüel bir alanı paylaşmanın kendi iç dünyasındaki yansımalarını şöyle ifade ediyor: “Her dilin başka bir kimliği taşıdığını, öne çıkardığını düşünüyorum. Ermeniceye gelince başka bir Tamar’ın da varlığını keşfettim. Geçmişten gelen bir Tamar’ın. Ve bu Tamar’la birlikte başka Tamar’ların da eşzamanlı olarak var olabildiğini gördüm.” Narod Dabanyan için “Batı Ermenicesinde tarihsel bağlamda nasıl felsefi tartışmalar yürütebiliriz?” sorusu öne çıkıyor. Meri Tek ise “Ermeni toplumunda entelektüel ve kültürel araştırmalarla ilgili araştıran ve üreten kadınların bir araya gelmesi ve daha önemlisi bize böyle bir alan sunabilmesi çok büyük ve önemli bir deneyim” diyerek, kolektifin açtığı alanın önemini vurguluyor.
Konuşmamızda öne çıkan önemli bir tema, evde olma hâli oldu. Lerna Babikyan’ın, kolektifi “kayıp parçaları bir araya gelmiş ve yenilenmeye başlamış, hem tanıdık hem de daha önce hiç karşılaşmadığım bir evimiz gibi” tanımlaması hepimizde karşılık buldu. Lerna için bu ev diyebileceğimiz buluşma alanında müthiş bir temizlik ve ferahlama yaşanıyordu: “Bu evde nesilden nesile aktarılan, belki yüz yıldan fazladır dokunulmamış, toz tutmuş, varlığı belki unutulmuş, unutturulmuş yaşanmışlıklara, farkında bile olmadığımız kırgın, kızgın ve bilge parçalarımıza ışık tutup hummalı bir temizlik işine girişmiş kadınlar gördüm. Kayıp kelimeler ve kavramlar tıpkı kayıp insanlar ve sesleri gibi yeniden gün yüzüne çıkarken ferahlıyorduk ve aslında kendimizi ve otantik benliğimizi buluyorduk.” Tamar da Lerna’nın sözlerini şu cümleyle destekliyordu: “Uzun zamandır ihtiyacım olan ama farkında olmadığım bir habitatı buldum.” Araz ise aidiyet duygusunun da karşılanmamış bir ihtiyaç olduğunu hatırlatarak şu hislerini paylaştı: “Aidiyet duygusu benim için önemlidir. Muhtemelen hepimiz için. Ama benim için bu varoluşsal bir soru. Bir Diaspora Ermenisi olarak tüm hayatımı ‘Daha çok Ermeni misin, yoksa Lübnanlı mısın?’ sorusuna cevap vererek geçirdim. Aidiyet meselesiyle sürekli bir karşılaşma ve mücadele içinde buldum kendimi. Burası, Parrhesia ait olduğum yer, bu aidiyeti en güçlü hissettiğim yer oldu. Yaşamak istediğim bir yer olsaydı bu yer Parrhesia Kolektifi olurdu.” Silva Bingaz ise kolektiften, “içimden çıkamayan bir yası ve melankoliyi anlamama yardım eden bir kurum” olarak söz etti. Tüm bu paylaşımlar, karşılığını bulmakta zorlandığımız evde ve bir yere ait hissedebilme arzusunun kolektif üzerinden nasıl bir karşılık bulmaya çalıştığını anlatıyor.
Ermeni kadınlar olarak, entelektüel paylaşımların yanında kadınlık, dostluk, yas ve melankoli konularını da irdelediğimiz bir yer oldu ve olmaya devam ediyor Parrhesia. Talin’in de ifade ettiği üzere “Ermeni kadınlar olarak var olmamız, diasporada üreten kadınlar olmamız imkânsız bir proje.” Ve bizler imkânsız bir varoluşu, kendi sözlerimizi, sanatsal üretimlerimizi ve araştırmalarımızı çoğaltarak mümkün hâle getirmeye çalışıyoruz. İki haftada bir, Agos gazetesinin bizlere tanıdığı bu alandan da okurlarla buluşacağımız, faaliyetlerimizi paylaşacağımız için ayrıca mutluyuz.
* Parrhesia kelimesi antik Yunan’da günümüze hakikati söyleme zorunluluğuna ve bunu en zor koşullarda dahi gerçekleştirmeye adanmakla iligili bir kavram.