Kadına karşı şiddet alanında 6284 Sayılı yasanın hazırlık çalışmalarına katkı veren, yasanın uygulanması için çalışmalarda yer alan, İstanbul Sözleşmesi'nin feshine karşı açılan davaların takibini yapan avukat Deniz Bayram son gelişmeleri Agos için yorumladı. Deniz Bayram, İstanbul Sözleşmesi’nin feshine, kadın ve LGBTI+ hakları mücadelesinde artan yasaklar ve şiddete, yaşanan baskı sürecinin hukuki boyutuna yakından bakıyor.
Adalet Bakanlığı’nın istatistiklerine göre, 2021’de mahkemeler tarafından verilen önleyici ve koruyucu tedbir kararları kişi sayısı 272870. 2016-2021 arasındaki verilere göre bu kararların sayısında her yıl ortalama 20 bin ila 40 bin arasında bir artış var. Bu veriler 6284 Sayılı Yasa’nın kadınların şiddete karşı kendilerini korumak için yegâne mekanizma olduğunu gösteriyor.
Kadın hakları, özellikle kadına yönelik şiddet konusunda Türkiye’de tarihsel önemi gelecekte somut anlatı konusu yapılacak bir dönemi yaşıyoruz. Kadınların kitlesel protestoları, eylem yapmanın hukuken ve fiilen imkânlarının kaldırıldığı bir ülkede haksızlıklara karşı durması protesto, direniş, eylem, güçlenmeyi anlatırken, uluslararası bir sözleşmenin fesih edilmesinden, cumhurbaşkanlığı rejiminin uluslararası güvenceyi kaldırdığı ilk sözleşmenin diğer bir deyişle ilk vazgeçilen haklar kategorisinin kadın hakları olması, kadınlara kamusal alanda sistematik bir zaman silsilesi içinde ayrımcı tonlama ve ifadeler ile isim takma, hakaret etme kastının kadın haklarına karşı saldırı olarak da hatırlanacağını düşünüyorum.
Hukuken ve fiilen eşit yaşama hakkımızın sınırları daraltılırken süregiden diğer insan hakları ihlalleri, toplumsal yaşamın ve hukuk sisteminin eşitsizlik, mağdur edilme, baskılama araçları nedeniyle de kadınlar olarak katmerli bir kışkırtmanın ortasındayız.
Bu yıl kadın eylemleri, kampanyaları ve kadınlar tarafından kitlesel olarak Cumhurbaşkanlığı’na açılan davaların yanı sıra bu dönem uluslararası alanda da kendini gösteriyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı nezdinde Türkiye Devleti, uluslararası alanda da kendisini savunma yapar halde buldu.
14 Haziran 2022’de Cenevre’de CEDAW (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Hakkında Sözleşme) Komitesi’nin Türkiye ülke değerlendirmesi toplantısı yapıldı. Canlı yayınlanan bu toplantı sırasında, CEDAW komitesi üyeleri, Türkiye’de şiddet gören kadınlara adlî yardım imkânları, şiddet destek hattının sadece şiddet gören kadınlara hizmet sağlayan bir yapıdan çıkarılıp genel bir telefon hattı halini alması, sığınakların yetersizliği ve koşulları gibi şiddetle mücadelede koordinasyon ve pratik çalışma alanlarının yanı sıra, şiddetle mücadelede siyasi iradeyi sorgulayan sorularını da yönelttiler. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi, kadın cinayetleri alanında çalışan bir derneğe açılan kapatma davası gibi...
Yaklaşık bir ay sonra, CEDAW Komitesi Türkiye hakkında 8. periyodik raporunu yayınladı. Raporun 10. paragrafında, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi nedeniyle komitenin endişesi dile getirildi. Raporda yer alan beyanlar soyut bir endişeden ibaret değil, Sözleşmenin feshi usulünde Türkiye’de sözleşmenin onay sürecinde işletilen yasama fonksiyonun aksine, yasama organının, sivil toplum kuruluşları ve kadın hakları kurumlarının bypass edilmesi de eleştirildi.
İstanbul Sözleşmesi, özellikle kesişimsel şiddeti bir hukuk mekanizması kapsamında özenli bir biçimde tanımlayan, açıklayan ve uygulama politikasını belirginleştiren bir sözleşme. Bu nedenle, farklı etnik azınlıklar, göçmenler, mülteci ve sığınmacı kadınlar hakları bakımından ortaya çıkması muhtemel boşlukları Türkiye’nin hanesine eksi olarak yazıldı.
Bu yıl kadın cinayetleri konusunda en önemli gündem maddelerinden biri Pınar Gültekin’i öldüren Cemal Metin Avcı’ya haksız tahrik indiriminin uygulanmasıydı. Sosyal medyada, hemen hemen tüm kadın cinayeti ve kadına karşı şiddet olaylarında olduğu gibi belirli bir kesim tarafından hayatta olmayan bir kadının davranışları ad hominem tartışma yöntemi ile herhangi bir neden-sonuç ilişkisi kurulmadan öldürme, üstelik canavarca hisle öldürme eyleminin haksız tahrik edeni haline getirilmişti. Sosyal medyada vasat akıl yürütmelerinin etkisi sınırlı olsa da bu pespayelik kendisini bir ağır ceza mahkemesi kararında gösterdiğinde bu durum kadınların yaşama hakkına hukuki bir müdahale haline geliyor. Komite’nin sekizinci dönem periyodik raporunun 30. paragrafında da, farklı biçimlerde ‘namus’ adı altında işlenen cinayetlerde haksız tahrik hükmünün uygulanıyor olması eleştirildi. Bu noktada Yargıtay’ın hâlâ ısrarlı bir şekilde başka herhangi bir öznel, somut koşulu inceleme konusu yapmaksızın salt sadakat yükümlülüğüne aykırılığın otomatik olarak haksız tahrik indirimi için yeterli gördüğünü hatırlatalım.
Uluslararası alandaki gelişmeler CEDAW Komitesi’nin sekizinci dönem periyodik raporunun ertesinde, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Özel Raportörü Reem Aslem’in bu yıl Temmuz ayında yaptığı ülke ziyareti ile devam etti. Reem Aslem, Danıştay 10. Dairesi nezdinde devam eden İstanbul Sözleşmesi’nin feshine karşı açılmış davalar ile ilgili Danıştay’a gönderdiği mektupta, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin Türkiye’de kadın ve kız çocukları için neden olabileceği ciddi hak ihlallerine dikkat çekti ve bunun devamının Türkiye’nin CEDAW’ı uygulaması ve Lanzarote Sözleşmesi gibi anlaşmalara ve yükümlülüklere bağlılığına dair tehdit ortamından endişe dile getirildi.
İstanbul Sözleşmesi, ilk defa bir ülkenin kadınların yaşamını şiddet ve şiddetin sonunda öldürülme tehdidinden koruyamadığı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde mahkûm edildiği Nahide Opuz kararının bir sonucuydu. Bugün İstanbul Sözleşmesi’ni Nahide Opuz kararına referans vermeden, Nahide Opuz kararını İstanbul Sözleşmesi’ni anmadan anlatamıyoruz. Türkiye’nin Nahide Opuz kararının mahkûm edilen ülke olması ile İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacı ve tarafı olması bir tarafta, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen ilk ve tek ülke olması ve kendi hukuk tarihinde ilk kez bir insan hakları sözleşmesinden çekilmesi diğer tarafta kadına yönelik şiddetle mücadelede çelişkiler ve çatışmalar ortasındayız.
AİHM’in Nahide Opuz kararının uygulanmasına ilişkin Bakanlar Komitesi değerlendirmeleri devam ediyor. En son 2020’de değerlendirme raporu yayınlayan Bakanlar Komitesi, bu yıl Aralık ayında yeniden bir araya gelecek ve mevcut duruma dair değerlendirmelerini yapacak.
25 Kasım’da Taksim
8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü ve Onur Yürüyüşleri gibi 25 Kasım’da da Taksim kapatıldı. Onlarca gözaltı otobüsü, yüzlerce polis, her yerde polis barikatları nedeniyle Taksim meydanı ve İstiklal Caddesi’ne çıkan tüm yollar eylemin etkisi altındaydı. Kadınlar buna rağmen farklı yerlerde büyük kalabalıklar halinde toplanmaya devam etti. Taksim’in bu hale gelmesi, bir günlüğüne polis nezaretine alınması, yaşamın 8 Mart’larda, Onur Yürüyüşleri’nde, 25 Kasım’larda sekteye uğraması artık eylemin ta kendisi. Çünkü polis barikatlarının dışından gördüğümüz, şiddete karşı ses çıkarmak isteyen kadınlar ve bu sese karşı tahammülsüzlükle uygulanan polis şiddeti.
25 Kasım’dan bu yana, sosyal medyada hukuka aykırı olarak gözaltına alınan, gözaltı işlemi sırasında sözlü ve fiziksel şiddete maruz kalan kadınlar #polisşiddetinetanığım hashtagi ile deneyimlerini paylaşıyorlar.
Uzun sürelere yayılan araştırma ve soruşturma süreçlerine, soruşturma ret kararlarına rağmen, şiddet uygulayan kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmaktan ve yasal başvurular yapmaktan vazgeçmiyorlar, çekinmiyorlar.