NAZAR BÜYÜM

Nazar Büyüm

DÖNÜP BAKTIĞIMDA 

"Not that I loved Caesar less, but that I loved Rome more."

Bu sözleri bu haliyle söylemez muhtemelen zamanımızın bir muktediri. Ama bir Shakespeare yaşasaydı 500 yıl sonra bugün, yaşadığımız trajedide bu repliği ona layık bulur muydu?

Bunu günümüze uyarlayarak şöyle söyleyebiliriz:
Ülkemi daha az sevdiğimden değil, iktidarı, gücü, hele ihtişamı daha çok sevdiğimden.

Bu sözleri bu haliyle söylemez muhtemelen zamanımızın bir muktediri.
Ama bir Shakespeare yaşasaydı 500 yıl sonra bugün, 
yaşadığımız trajedide bu repliği ona layık bulur muydu?
Bilmiyoruz. Bulurdu belki, ama umarım dile getirmezdi. 
Çünkü yeri doğru zindan. Ve dünya mahrum kalırdı Hamlet’ten, Macbeth’den, 
Othello’dan, Jül Sezar’dan, Kral Lear’den, o güzelim sonelerden…
Zaten müdebbir adamdı muhterem. Burayı değil, halk olarak Hotantoları, 
mekan olarak Patagonya gibi bir yeri seçerdi muhtemelen…

Neyse. Hem zaten, elin İngilizini iç işlerimize sokmayalım. Yabancı parmağı girmesin. 
Hadi bakalım, Vilyem Şekispiyer Efendi! Dışarı!

Shakespeare’i böyle uğurladıktan sonra devam edelim.
Kendimize dönelim.

Kendimize dönünce…
İşte Reis! 
Yüzüklerin Efendisi’ni geçirmiş parmağına.
Bir dediği iki edilmiyor.
Her sözü kanun hükmünde.
Ne hukuk tanıyor ne nizam.
Ne nizam tanıyor ne intizam.
Beka! Varsa yoksa kendi bekası, kendi hükümranlığı…
Bu arada ülke yangın yerine dönmüş, halk perişanmış, ne gam!

Ama gene belli, kendi de memnun-müsterih değil ki yapıp ettiklerinden;
kendi de görüyor biliyor ki yapıp ettikleri yapılacak iş değil, durum vaziyet iyi değil;
şimdi artık geleceği hedef gösteriyor: Yarın her şey daha iyi olacak!
Sanki halimiz onun uzun hükmünde bu hale gelmiş değil.
Bilmiyor mu ki yangını taammüden çıkartan, o yangını söndüremez!
Bilmiyor mu ki hastalığın kaynağı, o hastalığın devası olamaz!
Elbette biliyor. Ama yola devam…

Bu böyle madem, peki sen, arkadaşım, dostum, bacım, kardeşim!

Ne zaman zulüm olsa, ki olur, hep olur, durmadan olur, arkanı dönüp yürüdün.
İşin tuhafı, ne tuhaf insansın sen, zulüm sana olunca da arkanı dönüp yürüdün.
Zulmün o zalim gözlerine gözünü dikip bakmadın. Bir baksaydın eğer, 
insanda var olan o inançla, o dirençle, o isyanla, o kör edici bakışınla baksaydın, 
zulüm bocalar, zalim titrer, inine çekilirdi.

Bunu nasıl bilmezsin? Bunu bilmedin…

Ne tuhaf insansın sen? Bıçak kemiğe dayanınca, derler. Sende kemik yok mu?
Bıçak daha ne kadar, ne kadar derine girecek de sen hissedeceksin, 
sana yapılanı hissedeceksin? Ne zaman “Yeter artık!!!” diyeceksin?

Sen, yani halk! Halk nerede?
Suyu toprağı, denizi ırmağı, dağı ormanı peşkeş çekilen, 
doğası talan, maişeti pul edilen halk!
Emeği sömürülen, yaşamı cehenneme çevrilen,
hakları sürüm sürüm süründürülen, 
ayak altına alınıp çiğim çiğim çiğnenen halk!...
O halk nerede?..

Öfkem bu! İsyanım bunda!

Böyle böyle bugün de yarın da sizlere ömür.
Çocuklarımız da gençlerimiz de hayat da perişan olur gider…
Biz yaşlılar mı? Eski toprak… Yaşamaya devam eder!

Ne biçim bir dünya, ne biçim bir düzen bu!
Kursağından yakalanan balık gibiyiz,
tükürüp atmıyoruz ciğerimize saplanan oltayı…

Biliyoruz, biliyorsunuz, bu yerküre, bu gezegen koskoca,
uçsuz bucaksız, muazzam evrende bir kum tanesi.
Ama bizim dünyamız.
Bu dünyada, bizim dünyamızda, 
yüzlerce ülkenin bulunduğu bu gezegende ülke de bizim ülkemiz.
Üstünde yaşıyoruz. Burası yurdumuz yuvamız. 
Suyu, toprağı, ağacı, ormanı, ovası dağı talan ediliyor. 
Suyu, toprağı, havası kirletiliyor.
Bizim olan her şey elimizden alınıp peşkeş çekildi, çekiliyor.
Bunları benim söylemem gereksiz, siz biliyor, bütün bu 
vahşeti siz yaşıyorsunuz. 
Çocuklarımızdan hiç söz etmeyelim, onların geleceği 
bizimkinden de karanlık… Arkadaş durum kötü. Durum kötüden kötü!

Peki, ya umut? Umut!
Çoraktan çiğdemler doğuran,
ölü topraktan mucizeler yaratan umut?
Umudun kendisi biz değil miyiz?
Gelecek umudu için çaba gösterecek olan biz değil miyiz?
Biz halkız, çoğuz, çoğuluz! Sayılmayız parmak ile!
Yarını kim kuracak? Yarınımızı, kendi kaderimizi, 
kendi geleceğimizi biz ele almazsak,
kime, kimin eline bırakacağız?

Ne demişler? Güç bozar.
Mutlak güç mutlaka bozar.
Kimi? O gücü elinde tutanı…
Ve muktedir oturduğu koltuktan kendi rızasıyla kalkmaz.

Arkadaşım.
Arkadaşım, dostum, bacım, kardeşim.
Belli ki seçimi bekliyorsun ve sandık yakın.
Doğrul, dikil, ayağa kalk.
Az kaldı. Ha gayret!

Bunları bir düşünelim.
Bunları iyice bir düşünelim…

Önemli not:
Geçen haftaki yazımda “düşünmek” fiilini dilimizden atmayı
önermiştim. Unutmuşum. Yaşlılık…