Gazeteci Mehdi Shabani, İran'da faili meçhul cinayete kurban gidenlerin yakınlarının oluşturduğu Khavaran Anneleri'ni yazdı.
MEHDİ SHABANİ
İran’da son kırk yılın toplumsal ve siyasi mücadele tarihi, başarısızlıklar ve derin kırılmalarla örülüdür. Zaman içinde siyasi muhalifler öldürülmüş ve siyasi akımlar hareket alanı bulamamışlardır. Hükümet baskısıyla beraber muhalefetin bölünmesi, protesto hareketlerinin dar alanlara sıkışmasına, onların ‘adalet arayanlar hareketi’ dedikleri yönde kesişmesine neden olmuştur.
Güvenlik güçlerinin sürekli tutuklama ve tehditlerine rağmen, öldürülen siyasi muhaliflerin ailelerinin faaliyetleri ve açtıkları davalar, rejimin davranışlarını ve şiddetini sürekli olarak sorgulayan ve eleştiren tek ve uzun süreli bir protesto hareketi olarak var olmaya devam etmiştir.
Bu hareket, taleplerini şu üç başlıkla tanımladı:
Siyasi ve ideolojik görüşleri nedeniyle hapsedilenlerin koşulsuz salıverilmesi.
İşkence ve ölüm cezasına ilişkin yasanın kaldırılması. (İnfaz, suikast, sokak cinayetleri, işkence ve recm cezası dahil.)
İslam Cumhuriyeti döneminde işlenen tüm suçların faillerinin yargılanması ve cezalandırılması.
Bu hareketin özü her zaman kadınlar olmuştur. Babalar, oğulları ve erkek kardeşler de katılmış olabilirler, ancak asıl yük her zaman kadınların üzerindedir. Bu kadınların, davanın merkezinde kalmalarının başka bir özelliği daha var: Hiçbir zaman geleneksel yas ve hüzünlü ritüellerin ardına sığınmadan, yaşam ve mücadele ruhuyla dolu bir şekilde adaleti aradılar.
Khavaran’ın hikâyesi
1988’in yaz ayında, Tahran’ın güneydoğusunda bulunan Khavaran bölgesinde bir hareketlilik başlıyor. Geceleri boş bir arsaya kazılan çukurlara kamyonlarla bir şeyler gömülüyor. Böylece günler geçiyor, mahalledeki köpekler çıldırıyor ve kargalar hep o arsanın üzerinde geziniyorlar. En yakın mahalle bu arsadan birkaç yüz metre uzaktadır. Kimse bir şey anlamıyor, ama hayvanların çıldırması ve leş kokuları bazılarını şüphelendiriyor.
Bir yandan, siyasi tutukluların aileleri, birkaç haftadır hapisteki yakınlarını arıyorlar; ziyaret yok, haber yok, kimsenin bir cevabı da yok. Aileler, hapishanelerin kapısında toplanıyor, güvenlik güçleri ise onları şiddet uygulayarak uzaklaştırıyor.
Teker teker ailelere telefon geliyor: “Gelin çantasını alın.” Çantaların içinde mahkûmlardan kalan kıyafetler, ayakkabı, biraz bozuk para ve belki ailelerin gönderdiği fotoğraflar var. Ama cesedi vermiyorlar. Mezar da yok. Bazı ailelere ölüm belgesi bile verilmiyor; bazılarında ölüm sebebi boş kalıyor, bazılarındaysa sebep ‘belirsiz’ yazılıyor. Ama hâlâ kimse tam olarak ne olduğunu bilemiyor ve ne kadar kişinin infaz edildiği de belli değil.
Tahran’da birçok aile, hapishane ve mezarlık arasında baş döndürücü bir şekilde dolaştıktan sonra sevdiklerinin mezarını bulmak için Khavaran’a ya da rejim yetkililerine göre ‘lanet-abad’a (lanetlilerin yeri) geliyor. Toprak yüzeyindeki değişiklikler onları uyarıyor: Yolda korkunç bir şey var.
29 Temmuz 1988’de bir grup kadın ve erkek, bir kamerayla birlikte Khavaran’a gidiyor. O gruptan biri şöyle anlatıyor: “28 Ağustos Perşembe günü Azarang annenin evindeki törene katıldık. 29 Temmuz Cuma günü, sabah saat altıda, Faramarz Tasavvuf töreninde tanıştığım bir genç ve üç şehidin eşleriyle Khavaran’a gittik. Bir yığın taze toprak dikkatimizi çekti. Toprağı biraz geriye ittim ve bir ayağa çarptım. Heyecanlı ve korkmuş, toprağı geri ittik ve ateş edenler gibi göğüslerimizde ölüm sebebine dair herhangi bir işaret bulamadık. Çocukların yüzlerinin mosmor olduğunu görünce, çocukların yeni asıldığını fark ettik. Aynı şekilde, birbirine karışmış dört beden bulduk. Üçüncüsü kefenlenmiş ve gözlerinin üzerinde pamuk vardı. Diğerlerinde normal kıyafetler vardı. Birinin başını elimle kaldırdım ve bizimle gelen genç adam birkaç fotoğraf çekti. Ne yazık ki, aynı zamanda Devrim Muhafızları’nın bir jipi geldi ve dağılmak zorunda kaldık. Saat sekiz civarıydı...”
Uluslararası Af Örgütü’ne göre 1988 yazında 4 binden fazla tutuklu gizlice infaz edildi. Cesetler Khavaran, başka toplu mezarlar ve bilinmeyen yerlere gömüldü. İnfaz edilenler, Sol ve Marksist örgütlerin ve Mücahit Halk Örgütü üyeleri ve destekçileriydi. İran rejimi, şimdiye kadar bu katliamı yaptığını kabul etmedi. Şimdiki Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, infazları gerçekleştiren ‘Ölüm Komitesi’nin üyelerinden biri.
Khavaran ne soruyor?
Khavaran Anneleri, alışılmadık yerlerde bir araya geldi. Hapishane ziyaret salonlarında, infazları önlemeye çalışırken Ayetullahların yetkililerinin evinde, çocukların çantalarını almak için komiteler kuyruğunda, yas törenlerinde ve nihayet Khavaran’da...
Khavaran Anneleri, “Neden öldürdünüz?” sorusuyla ortaya çıktı. Bu sorunun iki yanı var: Bir yanı gerçeğin aydınlanmasını istiyor, çünkü 1988 katliamı tüm aşamalarıyla gizlenmişti. Bir yandan siyasi yönü de var, bu da devletin sorumlu olduğu anlamına geliyor. O günden bugüne, her türlü gözdağı ve baskıya rağmen, Khavaranlıları ayakta tutan adalet umudu ve idealiyle bir soruda ısrar eden ailelerin adımları ve şarkılarıydı. İdam edilenlerin cesetleri, babalar, anneler, kardeşler ve çocuklarımız neredeler? Kimler emir verdi ve bu katliamı kimler yaptı?
Bu süreci başlatan annelerin birçoğu hayatını kaybetti, ancak dava durmadı. 2009’da güvenlik güçleri buldozer ve kepçelerle Khavaran’nın topraklarını karıştırdılar. 2020’de aileler Khavaran’da yeni mezarların kazıldığını duyurdu. Bu sefer idam edilenlerin çocukları ilk kez bir açıklama yaparak şöyle yazdılar: “1980’lerde ve 1988’de infaz edilen tutsakların çocukları olarak bizler, infaz edilen siyasi tutsakların adalet arayan anneleri, babaları, eşleri ve kocalarının 30 yılı aşkın süredir devam ettirdiği yolda kalacağız. Khavaran, sadece bizim coğrafyamızın değil, tüm adalet ve özgürlük militanlarının, bu mücadele yolunda elenenlerin ortak tarihidir. İran halkını Khavaran’da defnedilen cesetlerin ihlaline karşı sessiz kalmamaya çağırıyoruz. Aynı kaderi paylaşıyoruz; çünkü, özgürleşme her zaman kolektiftir, tıpkı adaleti aramanın kolektif olması gibi.”
Khavaran: Adalet arayanların simgesi
Zaman içinde Khavaran, sadece ailelerin hikâyesi olmaktan çıkıp toplumsal bir simgeye dönüştü. Bu dönüşüm süreci, İran’ın çağdaş tarihinde, özellikle devrimden sonra çok az sahip olduğu, devamlı ve kırılamayan toplumsal hareketle sonuçlandı. 33 yıl boyunca adalet arayan anneler, İran tarihinde bir dava geleneği yarattı. Başka dönemlerdeki ayaklanmalarda ya da hapishanelerde çocuklarını kaybeden anneler, Khavaran annelerini örnek alarak, adalet hareketi yarattı: ‘Barış Anneleri’ ve ‘Lale Parkı Anneleri’.
Son yıllarda ailelerin sürekli takibinin ardından, 1988 yazındaki infazlar, İran siyasetinde önemli bir konu haline geldi ve uluslararası kuruluşlar katliama daha fazla ilgi gösterdi. 2012 yılında, Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan ve kendisini uluslararası halk mahkemesi ilan eden sembolik bir mahkeme, nihai kararına ilişkin dokuz aylık soruşturmanın ardından, İran hükümetinin 1980’larda ‘insanlığa karşı suçlar’ işlediğini ilan etti. İnfazlardan 26 yıl sonra, 2014’te Khavaran aileleri, 1980’deki katliamlarla ilgili gerçeğin peşinden koştukları için Gwangju İnsan Hakları Ödülü aldılar. Uluslararası Af Örgütü geçen yıl, infaz edilenlerin ailelerine yapılan kötü muameleleri ‘insanlığa karşı devam eden suç’ olarak nitelendirdi. Bu yıl ise bu dava başka bir noktaya geldi, eski savcı ve ‘Ölüm Komitesi’nin üyelerinden Hamid Nuri, İsveç’te ‘savaş suçu işlemek ve kasten insan öldürmekten’ yargılanıyor. Nuri’nin mahkemesi aylardır sürüyor.
Şimdi İran’daki siyasi ve toplumsal protestolarda farklı zamanlarda öldürülenlerin aileleri, İran’daki tüm siyasi şiddet mağdurlarının dayanışması için açıkça çağrıda bulunuyor. Artık Khavaran sadece gizlenmiş bir toplu mezar değil, adalet arayan bütün bir halkın simgesine dönüştü. Bu dönüşüm sadece İranlılara değil, dünyada adalet arayan başka kadınlara da çağrıda bulunuyor. En önemlisi aynı coğrafyada yaşayan Cumartesi Anneleri’ne. Khavaran ailelerinden Banoo Saberi, Cumartesi Anneleri’ne şöyle sesleniyor: “Dayanışma içinde yürüttüğümüz mücadelemizin sonunda başarılı olmasını ve adaletin sağlandığına tanık olmayı umuyorum.”
Buraya kadar bir gazeteci olarak anlattım; biraz soğukkanlı, zaman zaman hikâyeleştirerek, objektif diyelim yani. Ama samimi olmam gerekirse bu hikâye benim için bir yazıdan ibaret değil, bir hatırlama ve hatırlatmadır. 1988 yazında infaz edilen bu binlerce kişiden biri de babam.