YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Göçmen karşıtlığının beslendiği zemin

Öncelikle, konuyla ilgili haber akışına dikkat kesilmek gerekir. Zira dezenformasyonun yani kasıtlı olarak çarpıtılmış haber akışının yoğun olarak işleyebildiği bir alan bu. Bir kez, diyelim ki Suriyeli göçmenler mesele edildiğinde, Türkiye’nin farklı yerlerinden, doğruluğu teyit edilmemiş, göçmenleri hedef hâline getiren haberler hemen dolaşıma sokuluyor ve bu haberler sosyal medyada binlerce kez paylaşılıyor.

‘Göçmen karşıtlığı’ diyebileceğimiz ayrımcı akım giderek güçleniyor. Bu akım özellikle sosyal medyayı kullanıp burada palazlansa da, Ankara Altındağ’da gördüğümüz gibi, kolayca şiddet boyutu alabiliyor, iş pogromlara, yağmaya kadar varabiliyor. 

İşin şiddet boyutu bir tarafta tutulacak olursa, fikirsel düzeyde, tabloyu ‘göçmen karşıtlığı’ başlığıyla değil ama, Türkiye’ye artık daha fazla göçmen gelmemesi başlığıyla savunmak, tartışılmasında zarar olmayan bir argüman gibi sunulabiliyor. Bu, ülkemize özgü bir durum değil. Dünyada, bilhassa ABD ve Avrupa’da da böyle bir gündem konusu var. Ancak mesele bir aşamada fikir tartışması olmaktan çıkıyor ne yazık ki. 

Türkiye özelinde konuşacak olursak, göçmen akımının kısıtlanmasıyla başlayan tartışmaların nerelere vardığına ve nerelerde zemin bulduğuna bakmak gerekir. Bunun üzerinde niye duruyorum? Zira göçmen konusunun tartışıldığı zemin ile milliyetçi ve ayrımcı zemin, birbirinden çok kolay beslenebiliyor, birbiriyle harmanlanabiliyor.

Öncelikle, konuyla ilgili haber akışına dikkat kesilmek gerekir. Zira dezenformasyonun yani kasıtlı olarak çarpıtılmış haber akışının yoğun olarak işleyebildiği bir alan bu. Bir kez, diyelim ki Suriyeli göçmenler mesele edildiğinde, Türkiye’nin farklı yerlerinden, doğruluğu teyit edilmemiş, göçmenleri hedef hâline getiren haberler hemen dolaşıma sokuluyor ve bu haberler sosyal medyada binlerce kez paylaşılıyor. 

Bununla ilgili basit bir algı mekanizmasından söz etmek gerekir. Mesela alelade bir hırsızlık haberi hiç mesele edilmezken, “Suriyeli hırsızlık yaptı” türünden doğru veya yanlış bir haberde hemen alarm zilleri çalmaya başlıyor, spotlar hemen göçmenlerin üzerine dönüyor. Böyle durumlarda şunu düşünmek gerekir: Alelade hırsızlık haberlerinde hırsızlığı yapanın milliyetini belirtmek ihtiyacı duymuyoruz, bunun üzerinde hiç durmuyoruz. Ama iş göçmenlere gelince tablo hemen değişiyor. Bu, zihinlerimizdeki önyargılarla ilgili, şüphesiz. 99 alelade vaka zihnimizde hiç yer etmezken, bir tek vaka hemen zihnimize yerleşiyor. Hatırlatmak gerekir ki bu algının ceremesini bir dönem Türkiye’deki Ermenistanlılar da çekmişti. 

Ancak iş elbette bununla sınırlı değil. Buradaki en tehlikeli durum –genellikle yanlış olan– birtakım haberlerin dolaşıma sokularak ülkede ayrımcı bir zemin yaratılması ve buradan bir tramplen gibi başka yerlere atlanması. 

Açmaya çalışayım. 1930’ların totaliter-milliyetçi rejimleri de işe genel olarak bu tür yalan yanlış, dezenformasyon içeren haberlerle başlarlardı. Bu haberler sıklıkla dolaşıma sokulduktan sonra gerekli önyargı iyice yerleşir, bundan sonrası bir kıvılcımın çakmasına bakardı. O kıvılcımın da çakılmasının ardından pogromlar, saldırılar gelirdi. Hedef hâline getirilenler evlerinden çıkamaz olur, çareyi göç etmekte bulurlardı. 

İş bununla da bitmezdi. Böyle bir atmosfer iyice yerleştikten sonra kalabalıklar çok kolay yönlendirilebilir hâle gelirler, yayılan haberlerin doğruluğunu test etme alışkanlığı neredeyse tamamen kaybolur, kamuoyu bilgi ihtiyacını artık belli merkezler aracılığıyla gidermeye başlardı.

Bu tür iklimler beraberinde şu boğucu ortamı da getirirdi: “Bir dakika, ne yapıyoruz biz?” diyenlerin sesleri hiç duyulmaz ya da bu sesleri çıkaranlar hainlikle itham edilir, suçlu durumuna düşürülürdü. Yani göçmen ya da yabancı karşıtlığı diye başlayan bir akım gitgide her alanda zemin kazanır ve daha otoriter bir iklime ve rejime kapı açılırdı. 

“Zaten otoriter bir rejimde yaşamıyor muyuz?” diyenler olacaktı. Haklılar elbette, böyle bir rejimde yaşıyoruz ancak dikkat çekmek istediğim mesele şu ki, bu bahsettiğim ‘aykırı sesleri boğan’ eğilim seküler/milliyetçi muhalefette de gelişiyor. Sosyal medyada göçmen karşıtlığına karşı çıkanları tehdit eden, onları suçlu hâle sokmaya çalışanlar, bugüne kadar iktidar karşıtı, muhalifmiş gibi görünen çevreler. 

Dolayısıyla, zaten baskıcı bir rejimde yaşarken bunun –görünen– alternatifinin de aynı derecede baskıya meyilli olması gibi bir durumla karşı karşıyayız. Ve çok iyi biliyoruz ki böylesi bir milliyetçi ve ayrımcı akım bir kez gücü ele geçirdi mi iş göçmenlerle kalmıyor, spotlar bu kez başkalarına dönüyor. 
Bunu biz kendi tarihimizden de gayet iyi biliyoruz. Bu yüzden, akıntıya kapılmamakta, her zaman için demokrasiyi, çoğulculuğu, dayanışmayı güçlü tutmakta fayda var.